Dünyada ve Türkiye’de değişen medya düzeni son dönemde oldukça hızlı evriliyor. Hiç olmadığı kadar farklı mecralarda hareket eden medya düzenindeki tüm gelişmeleri ve yeni dönemde medyada neler olacağını, Manisa Celal Bayar Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü'nden Doktor Öğretim Görevlisi Özgehan Özkan ile konuştuk.
Özkan, “Sosyal medya mecralarının artması ve çeşitlenmesi toplum gazeteciliği dediğimiz olguyu kaçınılmaz olarak beraberinde getirdi. Bunun hem olumlu hem de olumsuz yanları var. Olumlu yanı herkesin sesini duyurabilme olanağına kavuşabilmesi. Haber değeri taşıyan, yani toplumun genelini ilgilendiren, kamu yararı taşıyan bir olaya tanık olan bir kişinin bir medya kurumunu araması, gazetecinin gelmesi gibi zaman alan, ki gazetecilikte zamanlama hayati önemdedir, zaman alan bir yola başvurmak yerine olayı derhal kendi paylaşır ve duyurur. Böylece bu önemli gelişmeden haberdar olmak mümkün hale gelir” dedi.
Kendinizden kısaca bahseder misiniz? Özgehan Özkan kimdir?
Lisans ve lisansüstü eğitimlerimin tamamını Gazetecilik Bölümü çatısı altında yaptım. 2015 yılında Karadeniz Teknik Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü’nde Dr. Öğr. Üyesi olarak göreve başladım. Görevimin en güzel yanı siz heyecanlı, hevesli, öğrenmeye ve okumaya meraklı öğrencilerim ile bir arada olmak, paylaşımda bulunmaktı. Bu süre içinde üniversite öğrencilerinin artık okumaya meraklı olmadığı hakkındaki genel kanının da yanlış olduğunu gördüm. Bu da beni ayrıca mutlu etti ve ne kadar doğru bir meslek seçmiş olduğumu gösterdi. 2020 yılında Manisa Celal Bayar Üniversitesi İletişim Fakültesi’ne geçtim. Bilindiği gibi tam küresel salgına denk geldi ve eğitimlerimizi uzaktan eğitim şeklinde sürdürmek durumunda kaldık. Bu deneyimde de gördüm ki öğrenmek isteyen, merak eden herkes sistem nasıl olursa olsun, eğitim hangi mecrada sürerse sürsün kendini belli ediyor, hocalarıyla iletişim halinde olarak daha çok öğrenmeye çalışıyor.
Medya sektörü en çok değişen sektörlerden birisi, sizce bunun en temel sebebi nedir? Medya mı Türkiye'yi değiştiriyor, Türkiye mi medyayı?
Yaşamın doğası değişim üzerine kurulu. İnsan ise diğer bütün türlerden farklı olarak sürekli ilerlemek isteyen, elindeki ile yetinmeyen, “Bundan sonraki adım ne olabilir?” diye düşünen bir varlık. İnsan aklı İnsan mikro evrenden makro evrene her geçen gün daha çok nüfuz ediyor. Konuyu iletişim düzeyinde ele alacak olursak insan önce bir dil geliştirdi. En karmaşık düşünceleri sistemli bir şekilde aktarabileceği bir dil meydana getirdi. Soyut-somut kavramları, canlı-cansız nesneleri adlandırdı. Bilgiyi aktarabilen bir tür olması onu bütün fiziki yetersizlikleri ve doğa ile olan uyumsuzluğuna rağmen gezegenin en güçlü varlığı haline getirdi. İnsan bilgiyi aktarma becerisi ile yetinmedi, bilginin kalıcı olmasını da istedi. Zamanda ve mekânda anlam kaybı ve anlam değişimine uğramadan bilgiyi aktarabilmenin yollarını aradı ve yazıyı buldu. Artık bilgi kayıt altına alınabilir, gelecek nesillere aktarılabilirdi. Böylece her bir nesil aynı bilgiyi tekrar tekrar keşfetmek yerine tuğla üstüne tuğla koyarak bugünkü uygarlık seviyesine kadar hızla ilerledi. Bilginin kaydedilmesiyle de yetinmedi, anında çok miktarda bilgiyi iletebilmenin peşine düştü elektronik kitle iletişim araçlarına, internete uzanan günümüze geldik. İletişim bitmeyen bir yolculuk. Sorunda “Medya sektörü en çok değişen sektörlerden biri” şeklinde çok doğru bir tespit yapıyorsun. Bu değişim, bu anlattığımız sürecin doğal bir parçası. İnsan önce hayal eder, sonra o hayali gerçekleştirir. Stanley Kubrick’in “2001: A Space Odyssey-2001: Bir Uzay Destanı” adlı filmini bilirsin mutlaka. 1968 yapımı. O yıllarda görüntülü anlık iletişim söz konusu değildi ancak Arhur C. Klark ve Stanley Kubrick bunu hayal etmişler ve Kubrick filmde kullanmıştı. 60’lı yıllarda ancak uzayda rahatça seyahat edebilen insanın teknolojisi olarak sunulan anında görüntülü iletişim bugün yaşamımızın sıradan bir parçası haline geldi. Derslerimizi, toplantılarımızı bu mecrada yapar hale geldik. Büyüklerimiz torunlarıyla, evlatlarıyla bu mecradan hasret giderir hale geldi. Medya sektörünün en çok değişen sektörlerin başında gelmesi kaçınılmazdı çünkü insan daima iletişim halinde olmak ister. Daima haberleşmek ister. Daima yakın ve uzak çevresi hakkında bilgi almak ister ve daima kendini ifade etmek ister. İnsanın kendini ifade etme isteği, duygularını, düşüncelerini, fikirlerini başkaları ile paylaşma isteği çok güçlüdür. Bu istek özellikle bizim gibi konuşmayı seven, yalnız kalıp saatlerce okumak yerine bilgiyi sosyalleşerek paylaşmaktan, öğrenmekten hoşlanan toplumlarda biraz daha baskındır. Sosyal medya kullanım istatistiklerine baktığımızda zaten hep üst sıralarda çıkıyoruz. O bakımdan medyanın hedef kitlenin de kendini ifade etme olanaklarının artacağı şekilde dönüşmesi, değişmesi gerekiyordu. Eskiden gazetelere, dergilere mektup yazarak derdini dile getiren toplum bugün tüm medya organları ile anında iletişime geçebilir, sesini duyurabilir. Hatta kendi medyasını oluşturabilir.
Sorunun ikinci kısmına gelirsek, medya mı Türkiye’yi değiştiriyor, yoksa Türkiye mi medyayı değiştiriyor? diye düşündüğümüzde arada bir karşılıklı bağımlılık ilişkisi olduğunu söyleyebiliriz. Tek yönlü bir değişim ve etkilemeden çok, karşılıklı etkilemeden yani etkileşimden söz edebiliriz. Nitekim bugüne kadar kitle iletişimi alanında yapılan araştırmaların başlıca sorusu bu araçların toplumu nasıl etkilediğiydi. Önceleri çok güçlü etkiler olduğu savunuldu. Denildi ki, iğne ile deri altına sıvının verilmesi gibi medya da insanların zihin yapısına karışır ve etkiler. Daha sonra bu etkinin o kadar güçlü olmadığını gösteren araştırmalar yapıldı. Bugün artık karşılıklı etkiden söz etmek mümkün. Çünkü toplumun da kendini ifade edebileceği, tepki gösterebileceği mecralar var. Amerikalı otomobil üreticisi Henry Ford’un çok meşhur bir sözü vardır: “Müşterilerimiz istedikleri renk Ford otomobili satın alabilirler, yalnız siyah olmak şartıyla” şeklinde. Onun zamanında bu düşünce geçerli olabilir. O zamanlarda hedef kitle, kaynak ne üretirse ona mecbur olabilir. Buna medya da dâhil olmak üzere. Ama bugün müşteriler değil yalnız siyah renk otomobille yetinmek, örneğin mavi rengin hangi tonunu istediğine bile karar verebiliyor ve otomobil firmasının onu üretmesini sağlayabiliyor. Özetle diyebiliriz medya organları ürettikleri içeriklerle, gördükleri veya görmedikleri konularla toplumun belli konulara ilgisini uyandırıyor, uyanan bu ilgi üzerine bilgi vererek fikir edinmelerini sağlıyor ve uzun vadede kamuoyunun oluşmasına katkı sunuyor. Medyanın konuları görmesi veya görmemesi, görmüş ise ne şekilde sunduğu kamuoyunun şekillenmesinde etkili oluyor. Diğer yandan da toplum çoğalan ve çeşitlenen haber kaynaklarından bilgilenerek hangi konulara ilgi duyduğunu, gazetesinde, televizyonunda, haber sitesinde hangi konuları görmek istediğini ifade edebiliyor ve medya kurumları da reklam/ilan pastasından daha çok pay almak istiyorsa toplumun bu isteklerini görmek zorunda kalıyor.
Yerel medya ile ulusal medya Türkiye’de neden diğer ülkelerden farklı olarak, profesyonelleşmeden uzak bunun ekonomik ve eğitim olarak mı bir ilişkisi var?
Evet, çok doğru. Medya kurumlarında bu çok ciddi bir sorun olarak karşımıza çıkıyor. Sorunu istatistiki veriler üzerinden yanıtlamak gerekirse basın sektöründe istihdam edilen çalışanların çoğunluğu orta öğretim mezunu. İkinci sırada iletişim fakültesi dışındaki fakültelerden mezun olanlar var. İletişim fakültesi mezunları ise üçüncü sırada geliyor. 22 farklı fakülte mezunları arasında işsizlik oranlarının nasıl olduğu ile ilgili bir araştırmada Gazetecilik mezunları yedinci sırada geliyor. Türk basınında durum bu bakımdan pek iç açıcı değil. Bunun nedenleri de yine toplum ve medya kurumları arasındaki karşılıklı bağımlılık ilişkisi içinde değerlendirilebilir. Okurun, izleyicinin kaliteli ve güvenilir içerik talep etmesi, bunun için belli bir bedel ödemeyi kabul etmesi ve medya kurumunu desteklemesi gerekir. Örneğin gazetesini alan, gazetesinin internet sitesine giren bir okur “Marsta insan iskeleti bulundu” gibi gayrı ciddi, tık avcılığı derdiyle yazılmış bir haber gördüğünde buna tepki göstermeli ve gazeteye bilim haberlerini alanında uzman gazetecilerin yazmasını istediğini ısrarla bildirmeli. Medya kurumu da gazetecileri, fikir çalışanlarını maliyet kalemi olarak görmek yerine, saygınlığının, kalitesinin en önemli yapı taşı olarak görmeli ve İletişim eğitimi almış, donanımlı, Türkçeyi doğru kullanan, tık avcılığı motivasyonu ile değil, doğru bilgiyi en doğru şekilde okura ulaştırma motivasyonu ile çalışan gazeteciler istihdam etmeyi bir ilke haline getirmeli. Aksi halde Mars’taki insan iskeletlerinden, karadeliğin bizi yutacağına kadar hiçbir bilimsel temeli olmayan içerilerle medyadaki bozulma artarak devam eder. Burada yalnızca bilim haberleri üzerinden örnek verdik. Bunu politikadan ekonomiye, kültür sanattan sağlık haberlerine kadar genişletebiliriz. Günümüzde Türk medyasında her habere giden, alanında uzman olmayan, kendini geliştirmemiş, Türkçeyi doğru kullanmaktan çok uzak, muhatabına doğru soru sormayı bilmeyen gazeteciler olduğunu görüyoruz. Diğer yanda iletişim fakültesi öğrencileri işsiz kalıyor. Bu noktada şunu da mutlaka belirtmek gerekir ki kuşkusuz çok iyi eğitim almış, İletişim eğitimi olmasa bile medya alanında iyi yetişmiş, kaliteli içerik üreten gazeteciler de var. Gerek sundukları içerik, gerekse üslupları ve dilleri çok kaliteli olan medya çalışanlarını da görüyoruz. Sektöre kalite getiren, iyi içerik talep eden okurun desteğini hak eden bu gazetecileri elbette ayrı tutuyoruz. İyi ki varlar ve dilerim ki artarlar. Ancak şu bir gerçek ki şu anda azınlıktalar. İlk soruda olduğu gibi bu soruda da yanıt toplum ve medya kurumu arasındaki etkileşim ile ilgili. Mavinin tonları arasında seçim yaparak otomobil alan kişi, bilgileneceği medya mecrasını da seçmeli ve kalite talep etmeli. Medya kurumu da tık avcılığı kadar saygınlığa ve kaliteye önem vermeli.
Ana Akım Televizyon Kanalları, gazeteler, dergilerden farklı olarak sosyal medya ortamı neden daha aktif şekilde kullanılıyor?
Dergiler genellikle özel ilgi alanı olan okurlara yönelik olarak çıkan yayınlar. Arkeoloji gibi, tarih gibi, bilim gibi, moda gibi, sağlıklı beslenme gibi, popüler müzik gibi, edebiyat gibi. Örnekleri çoğaltabiliriz. Belli bir alanda uzmanlaşmış bir yayın organından o alanı çok yönlü işleyen içerik talep eden okur dergilere yöneliyor. Bu okur istediği içerik için belli bir miktar parayı ödemeyi kabul eden kişilerden oluşuyor. Nicelikten çok nitelik ile ilgili bir talep ve arz söz konusu. Bununla birlikte ana akım medya nicelik ile daha çok ilgili. Çünkü nicelik demek reklam/ilan pastasından alınacak payın artması demek. Bu nedenle olabildiğince geniş bir kitlenin ilgisini çekmek gerek. Sosyal medya mecraları geniş kitlelere ulaşmanın en kestirme yolu. Okurlar/izleyiciler artık her şeyin ayağına gelmesini istiyor. Uzun uzun araştırmak, okumak, derinleşmek yerine takip ettiği sosyal medya mecrasında önüne gelen spot haberler üzerinden bilgi -ne kadar bilgi denilebilirse artık- sahibi olmak istiyor. Dolayısıyla yine bir talep-arz denklemi ile karşılaşıyoruz. Sosyal medya mecralarında yer almayan bir medya kurumu toplumun büyük bölümü nezdinde de var olmamayı kabul etmiş demektir ki böyle bir lüksü yoktur.
Üniversite İletişim Fakültesi öğrencileri mezun olduklarında sektörde uyum sağlamakta zorlanıyorlar sizce bunun sebebini ne olarak görüyorsunuz?
Bunun nedenini biraz iletişim fakültelerinde verilen eğitimin teorik kısmının yoğunluğuna bağlayabiliriz. Çok bilgili, genel kültürü yüksek bireyler olarak mezun oluyorlar. Tarihten toplumbilimine, psikolojiden girişimciliğe kadar geniş bir yelpazede araştırmaya dayanan zengin bir eğitim alıyorlar. Bununla birlikte her iletişim fakültesi öğrencilerine yoğun bir uygulama ortamı sunamayabiliyor. Öğrencilerimiz sahaya ilişkin sağlam bir deneyim edilebilecekleri staj olanaklarından mahrum kalabiliyor. Bu noktada üniversitelerin iletişim fakültelerine daha çok imkan tanıması önem kazanıyor. Medya kurumları ile anlaşmalar yaparak her yıl belli sayıda öğrencinin belli süre staj yapmasına zemin hazırlanması gerekiyor. İletişim fakültelerinde her öğrenciye dönemin teknolojisi ile koşut olarak fotoğraf makinesi, kamera gibi donanımların temin edilmesi gerekiyor. Kendi haberlerini montajlayıp yayına hazır hale getirebilecekleri stüdyo ortamını deneyimlemeden mezun olmamaları gerekiyor. Çok güçlü bir teorik eğitimin aynı güçte pratik eğitimle desteklenmesi halinde mezunlarımızın sorunda dikkat çektiğin uyum sorununu yaşamalarının için hiçbir neden kalmayacaktır. Aksine derhal uyum sağlayacak ve meslekte hızla ilerleyeceklerdir.
Gazetecilik mesleği, herkes tarafından yapılmaya başlayan bir meslek olması mesleği nasıl etkiledi, bunun getirdiği meslekte yeterlilik ve yetkinlik ortadan kalkması hakkında neler söyleyebilirsiniz?
Sosyal medya mecralarının artması ve çeşitlenmesi “Toplum gazeteciliği” dediğimiz olguyu kaçınılmaz olarak beraberinde getirdi. Bunun hem olumlu hem de olumsuz yanları var. Olumlu yanı herkesin sesini duyurabilme olanağına kavuşabilmesi. Haber değeri taşıyan, yani toplumun genelini ilgilendiren, kamu yararı taşıyan bir olaya tanık olan bir kişinin bir medya kurumunu araması, gazetecinin gelmesi gibi zaman alan, ki gazetecilikte zamanlama hayati önemdedir, zaman alan bir yola başvurmak yerine olayı derhal kendi paylaşır ve duyurur. Böylece bu önemli gelişmeden haberdar olmak mümkün hale gelir. Diğer taraftan mesleğin herkes tarafından yapılmasının olumsuz tarafı elbette kalite ile ilgilidir. Önceki sorularda bilim haberlerinden örnek vermiştik. Bir tarihçi, bir arkeolog ile röportaj yapacak olan gazeteci ne soracağını bilerek gitmelidir. Hatırlarsan 2012 yılında bir Maya takvimi konusu gündeme gelmişti ve bu takvime göre 2012’de kıyamet kopacak şeklinde haberler (!) medyada sıklıkla yer bulmuştu. En ciddi haber kanallarında bile konunun aslını bilimsel temeli olup olmadığını okura/izleyiciye sunmak yerine bu spekülatif içeriklerle ilgi çekmeye çalışılmıştı. Yalnızca Şirince’de kıyamet kopmayacak denilerek oraya muhabirler gönderilmiş ve sözde kıyamet hakkında yurttaşların fikirleri sorulmuştu. Şimdi senin soruna dönersek, işte gazetecilik mesleği herkes tarafından yapılırsa her yerde kıyamet kopar, Şirince’de kopmaz.
Sizce Türkiye’nin medya anlamında en büyük eksikliği nedir? Bu sorun akademik anlamda nasıl çözülebilir.
Türkiye’de medya alanında en büyük sıkıntı gazeteciliğin ana ilkeleri olan doğru, tam, çok yönlü, tarafsız, bilgiye dayanan, doğrulanmış içerik sunmak yerine okuru/izleyiciyi müşteri yerine koymaktan ileri gelen kalite eksikliğidir. Medya ekonomik ve siyasi güç odaklarını değil toplumu odağına koymalıdır. Medya sessizlerin sesi olmak için vardır. Basının görevi toplumun gereksinimlerini, beklentilerini, eksikliklerini karar alıcılara duyurmak, karar alıcıların politika ve tasarruflarını da eksiksiz, çok yönlü ve tarafsızca okura duyurmaktır. Medya kurumlarının genel yayın politikaları toplumu ulusal birlik, vatan sevgisi, milli birlik ve dayanışma içinde bütünleştirmeye yönelik olmalıdır. Bunu yaparken de hiç kuşkusuz biraz önce de belirttiğimiz gibi bilgiye, araştırmaya dayanan kaliteli içerik hazırlaması gerekmektedir. Her bir haberi alanında uzman gazeteci yazmalı, yazarken haber dilinin kurallarına uymalıdır. Temiz, kusursuz bir Türkçe kullanmalıdır. Bir kurumun kalitesi çalışanların kalitesi ile doğrudan ilgilidir. Çok düşük maaşlarla her habere giden kişileri istihdam etmek yerine iyi yetişmiş, eğitimli gazetecileri istihdam etmeli ve onlara emeklerinin karşılığını vermelidir. İşin medya cephesi bu şekilde. Akademi cephesinde ise biraz önce de belirttiğimiz iletişim fakültelerine öğrencilerinin uygulama yapabileceği alt yapının sağlanması gerekir. Staj olanaklarının bulunması gerekir. Sahaya çıkan mezunumuz, haberin her aşamasını en işi şekilde yapabilir halde okuldan ayrılmış olmalıdır. Ve son olarak konunun okur/izleyici cephesine gelirsek medyanın giderlerinin karşılanabilmesi için mali desteğe ihtiyacı olduğu bir gerçektir. Üstelik gazetecilik en maliyetli alanlardan biridir. Okur/izleyici ısrarla kaliteli, doğru bilgi talep etmeli ve gazetesinin arkasında durmalıdır.
Yeni medya düzeni sizce dünyada ve beraberinde Türkiye’de neleri getirecek ne düşünüyorsunuz?
Bugün artık kâğıda basılı gazeteler ölecek mi, yoksa yaşayacak mı tartışmalarının yaşandığı bir sürecin içindeyiz. Herkesin kendi medyasını kurup içeriğini paylaştığı, yurttaş gazeteciliğinin ağırlığını yavaş yavaş hissettirdiği günlerdeyiz. Zamanın ruhunda niceliğin niteliğe galebe çaldığı bir görünüm söz konusu. Günümüzde bir haber sitesi “Dikkat! Çaydaki ölümcül tehlike” diye başlık atıp okuru dakikalarca sitede tutup en sonunda “Çayı kaynar içerseniz mideniz yanar, kanser olursunuz” şeklinde bir sonuç cümlesiyle baş başa bırakabiliyor. Ve böylece niceliğin getirdiği maddi paydan büyükçe bir parça alabiliyor. Ancak günümüzde yeni medya düzeninin kalite bağlamındaki bu olumsuz görünümüne karşılık uzun vadede galip gelen daima kalite ve emektir. Kötü olan, bozuk olan, yoz olan, yararsız olan elenir ve işini iyi yapan, artı değer yaratan, kalite sunan, muhatabını ciddiye alan ve işini ona göre ciddiyetle yapan sonunda daima kazanır. Bu bakımdan umutsuz olmamak gerekir. İletişim eğitimi almış, almakta olan öğrencilerimiz asla karamsarlığa kapılmasınlar. Atatürk’ün şu sözü bizim için kutup yıldızı gibidir: “Umutsuz durumlar yoktur, umutsuz insanlar vardır. Ben hiçbir zaman umudumu kaybetmedim”. Değer ve kalite her zaman yerini bulur. Şu an bunun örneklerinden birini deneyimliyoruz. Bu soruları soran İbrahim Akın Kazancı iletişim fakültesi mezunu bir gazeteci. Konusuna hâkim, doğru soruları en doğru şekilde nasıl sorması gerektiğini bilen bir medya mensubu olarak kuşkusuz çok iyi yerlere geleceksin ve bütün hocalarını gururlandıracaksın. Ben de seninle bu söyleşiyi yapmaktan çok mutlu oldum. Teşekkür ederim.
İbrahim Akın Kazancı