Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi ÇOMÜ TV’de Çocuklarla Yolculuk programında Pandemi’de Çocukların Duyguları konusu işlendi. Çanakkale 18 Mart Üniversitesi Eğitim Bilimleri Bölümü Öğretim üyesi Dr. Hanife Esen Aygün, ‘’Aslında kaygı çok yaşamsal bir durum, önemli olan kaygının dozunu belirleyebilmek, ne kadar kaygı duymalıyım, hangi düzeyde olan kaygı, yüksek derecede kaygı olursa ne olur, hiç kaygı duymasam ne olur?’’ dedi.
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi ÇOMÜ TV’de Çocuklarla Yolculuk programında Pandemide Çocukların Duyguları konusu işlendi. Doç. Dr. Gonca Zeren, ve Dr. Hanife Esen Aygün’ün irlikte yaptığı programda Pandemide Çocukların Duyguları konusu işlendi.
Kendisini tanıtarak başlayan Çanakkale 18 Mart Üniversitesi Eğitim Bilimleri Bölümü Öğretim üyesi Dr. Hanife Esen Aygün, ‘’Çanakkale 18 Mart Üniversitesi Eğitim Bilimleri Bölümü Öğretim üyesiyim çocukluğumdan berri hayalim öğretmen olmaktı. Bu hayalimi de gerçekleştirdim sanıyorum. Sınıf öğretmenliği lisans mezunuyum. Aynı zamanda yüksek lisans alanımda bu bölümden, daha sonra doktoramı da eğitim programları ve öğretim alanından aldım. Çocuklarla yolculukta en çok sosyal duygusal gelişim beni cezbetti ve çalışma alanlarımı da ona göre şekillendirdim. Uzun yıllardan bu yana da çocuklarda çocuklarla sosyal duygusal iletişimi nasıl sağlarız. Onları sosyal duygusal açıdan nasıl daha yeterli hale getiririz gibi konuları, çalışmalar yapan bir araştırmacıyım. Akademideki 12. Yılım 12 yıldır Çanakkale 18 Mart Üniversitesinde hizmet etmekteyim” dedi.
Kaygılar Pandemi sürecinde Çocuklar ne yaptı sorusuna Hanife Esen Aygün, ‘’Kaygı bir kere ucu çok açık bir kavram. Kaygı bir kere, kaygı olumsuz bir duygu, olumsuz bir duygu ise de yaşanmaması gerekiyor diye düşünüyor birçok birey, aslında kaygı çok yaşamsal bir durum önemli olan kaygının dozunu belirleyebilmek, ne kadar kaygı duymalıyım. Hangi düzeyde olan kaygı, yüksek derecede kaygı olursa ne olur, hiç kaygı duymasam ne olur” diye konuştu. Çocukların neler tarafından kaygılandırıldığını söyleyen Doç. Dr. Gonca Zeren ise, ‘’Mesela onları en çok kaygılandıran, neler vardı. Özellikle tam kapanma döneminde çünkü evden de çıkamadılar. Arkadaşları ile oynayamadılar. Okula gidemediler, Bakkaldan sakız almayı başaramadılar. Çünkü her şey kısıtlanmıştı. O dönemde en çok kaygılandıkları, genel olarak hastalığı taşımak, hastalığın onlara bulaşması ve büyüklerine hastalığı onlara bulaştırmak ve beraberinde bir yakınını bir hastalık sebebiyle kaybedebilmek korkusu onları derinden etkiledi. Ne yazık ki bazıları da onları kaybettiler ‘’ şeklinde konuştu.
“Peki bu kaygılarla başa çıkmak için ne yapmalıyız" sorusuna ise Dr. Hanife Esen Aygün,”Peki bu kaygıları yenmek için çocuğun kaygısı ile başa çıkabilmek için neler yapmalıyız onlara nasıl örnek olmalıyız. Çocuklarda kaygının optimel düzeye çekilmesi için bizler onlara neler vaat etmeliyiz neler sunmalıyız, kaygıyı yönetip yönetmediklerini nasıl değerlendirmeliyiz bu açıdan ele alalım. Kovid özelinde değerlendirdiğimizde hiç kaygı duymamak, hastalığa ilişkin aşırı rehavete kapılmaya neden olabilir. Öte yandan aşırı kaygı duyan aileler var. Dokunursan ölürsün diyen aileler vardı. Doğa ile teması kestiler’’ şeklinde konuştu. Peki bunlar çocukları nasıl etkiledi sorusuna cevap veren Doç. Dr. Gonca Zeren; ‘’Şimdi biz yetişkinler çocukken, böyle hastalıkları nasıl geçirdik oraya belki oraya dönmememiz gerekiyor. Ben küçüktüm, hastalanırdım evde bir iki gün yatar iyileşirdim, ilaç içerdim giderdim, ama bu pandemiyle birlikte bu bütün dünyada korkutan hastalık yaşattı. Çünkü ilacı yok aşısı yok. Ve bilmiyoruz bize neler yapabileceğini, Dolayısı ile onların o küçük beyinlerinde, anlamı değişti kavramı değişti. Onlar için hastalık başka bir şey daha ölümcül ve daha önce hastalanıyorduk ne yapıyorduk ben hastalanıyordum. Anneme yanıma gel diyordum yanıma yat diyordum. Yanıma geliyordu okşuyordu. Ama kovid ile birlikte hastaya yaklaşmamayı ve dokunmamayı öğrendiler. Hasta olmayan bile en yakın olanı bile olsa, büyükanne büyükbabalarına hiçbirine dokundurmadık. Sarılmalarına izin vermedik. Öğretmenlerine sarılmadılar” dedi.
“Okullar açıldıktan sonra ne değişti?” konusunda ise şu ifadeleri kullandı: “En çok ailenin kaygısı ve korkusu okula taşındı. Çok korkan ailelerin çocukları okulda çok korktular. Çok endişeliydiler ve bu çok korkan çocuklar, hiç korkmayan çocukların alay konusu da oldu. Çünkü o kadar titizler ki bazı çocuklar, sınıfa girmek istemeyen çocuklar, çünkü kapı kapalı kapıya dokunduğunda hasta olacağını sanıyor. Sınıfta olmak istemiyor birisi öksürdüğünde çok tedirgin oluyor. Arkadaşı ona dokunursa, korkuyor teneffüse, çıkıp çıkmamak konusunda hep endişe yaşıyor. Epeyce bir korktular bazı çocuklar çok korktular. İlk günlerde maskelerini değiştirdiler hatırlıyor musun? Aslında bu bize bir şey söylüyor. Yeterince bilgileri yoktu. Yeri gelmişken bunu söylemek lazım kaygıyı azaltan en önemli şeylerden bir tanesi durum hakkında daha fazla bilgi sahibi olması, eğer bir konu hakkında daha fazla bilgimiz varsa, daha az kaygı duymayı veya kaygımızı kontrol altına almayı basabiliyoruz.”
Öğretmenlerin de bu süreçte bazı sıkıntılar yaşadığını ifade eden Dr. Hanife Esen Aygün, ‘’En başta maskeler duygularımızı okumamıza engel oluyor. Çocuğun yüz hareketlerini göremiyoruz, sesini duyamıyor, sesinin tonunun tam olarak anlayamıyor. Sesiyle yardım mı istiyor. Neye ihtiyacı var bunu göremedi. Bizler de öyle değil miyiz sınıflarda duygu okuma noktasında sıkıntılar yaşadığını görüyoruz. Bu karşılaştığımız en büyük sorunlardan bir tanesi Öğretmen acaba maskeden dolayı sesinin yüksek çıkmadığı için mi yüksek sesle konuşuyor. Gerçekten öğretmenin sınıf içerisinde yüksek sesle konuşmasını gerektiren bir durum mu oldu. Çocuklar bunun farkına varamıyor olabilirler’’ şeklinde konuştu.
İbrahim Akın Kazancı