El bileği kırılan ve güç kaybı yaşayan Gökçe,  fizik tedavinin yanı sıra okçuluğa başladı. Şimdi hem kendisi hem oğlu okçu...Ayn’ı Zihgir ismi ile Kütahya’da bir sergi açmaya hazırlanan ve Hindistan, Afrika ve Güney Amerika gibi çeşitli ülkelerden getirttiği ağaçlar ile zihgir yapan Gökçe, okçuluğa nasıl başladığını,  nasıl zihgir ustası olduğunu anlattı.
 Geleneksel Türk Okçuluğu sizin hayatınızda ne zaman başladı?
“Manisa Gördes’in Güneş Kasabası’nda 1979 yılında doğdum.  1997 yılında Niğde Üniversitesi Beden Eğitimi Spor Yüksekokulu’nu kazandım. 2001 yılında voleybol branşı ile mezun oldum. Atanamadım. Özel sektör sürecinden sonra 2006 yılında polislik sınavlarına girdim ve polis memuru olarak çalışmaya başladım. Mersin Tarsus’ta yaşıyorum.  Okçuluk sürecim 2,5 sene önce bir trafik kazası ile başladı.  Geçirdiğim kaza sonucunda el bileğim kırıldı. Bir dizi ameliyatların ardından, zorlu bir fizik tedavi süreci geçirdim. Yüzde 85 bir düzelmeyi başardık ama güç kaybı oldu. Ayrıca moral isteklendirme anlamında da kötü bir dönemdi. Tesadüfen bir okçuluk kulübü olan Kutalmışoğlu Süleyman Şah Okçuluk Kulübü ile yollarım kesişti.  Ben aslında oğlum denesin diye bu yola girdim. Oğlum solaktır ve geleneksel okçuluğa solaklar daha yatkındır.  Ok attı, hocalar uygun olduğunu söyledi. Ben o yıllarda yay dahi tutamıyordum. Bir yıl kadar ben oğlumun çalışmalarını izledim.”
Elinizde bir güç kaybı vardı, başlarda zorlandınız mı?
“Çocukların kullandıkları yaylara ‘bala yayları’ denir. Ben bir yıl sonra bala yaylarını kullanmaya başladım.  Eski Osmanlı yayı olan ‘bala yayları’ daha hafif ve naziktir. Çekiş gücü olarak 10 kiloya tekabül eder. Ben bununla çalışmaya başlamış oldum. Sonra da kepaze oldum.”
“Kepaze oldum derken, biraz açar mısınız?”
 “Serum lastiğinden yapılan antrenman yaylarına ‘Kepaze Yayı’ denir. Herkesin kol gücüne göre ‘Kepaze Yayı’ yapılır.  Onun da çekme süreleri ve sayıları var. Kepaze olmak deyimi de buradan gelir. Önce bir kepaze olursunuz, ondan sonra oku ve yayı elinize alırısınız.  Antrenmanlara hem spor amaçlı hem de fizik tedavime destek amaçlı başladım. Son bir buçuk yıldır profesyonel olarak okçuluk yapıyorum. Çok çile çektik ama başardık.”
Çile çekmek,  bu deyim de okçuluk kültüründen geliyor galiba…
“Okçuluk ve zihgir bir yaşam kültürüdür. Osmanlı’da sadece zihgirin ahi odası vardı. Yay yapan ustalar, ok yapan ustalar, kemangerler yaylarını eskiden sergilermiş.  Kaynaklarda çok fazla geçmiyor ama Mustafa Kani Bey ve Evliya Çelebi’den bilgi alabiliyoruz. Kirişimiz ipten meydana geldiği için bir diğer adı da çiledir. Biz gençlere öğretirken zihgirsiz çektiririz.  Çile çekmek deyimi buradan gelir.  Kepaze yayını kullanmadan, kepaze olmadan, çile çekmeden, kemanger olunmaz. Mutlaka bu çile çekilecek. Çile çekildikten sonra ancak ustalar uygun görürse, ustalar yayı teslim eder. Ben 12 yaşındaki oğlumdan bir buçuk yıl sonra bu yayı teslim aldım.   Önemli olan sabırla beklemektir.”
Önemli olan oku en uzağa atmak mı?
“Yay başka bir ustalık gerektirir.  Kişinin atış kuvveti ölçülerek, herkesin kol gücüne göre yay hazırlanır. Benim yayımı sadece ben kullanabilirim. Okçuluğun çok çeşitleri vardır. Bu okun atıldığı anda hedefi ne kadar deldiği önemli di. Araba sacını mesela kurşun bile zor deler. Ama okçulukta bunu 23 cm geçirenler var. Bir de menzil okçuluğu vardır. Orada önemli olan uzağa atmadır. Piri de 846 metre ile Tozkoparan’dır.  Okçular Vakfı’ndan Fatih arkadaşımız ise 598 metre yaptı.   Osmanlı döneminde 600 metreyi geçmeyen okçunun ayağına taş dikilmezmiş.  Taş dikilmesi lazım ki kemanger olsun. Bir ayak taşı, bir de hedef taşı.2. Mahmut çok iyi bir ustadır. Onun da 700 metreyi geçer.”
Zihgir de okçuluk ile mi girdi hayatınıza?
“Kütahya’da katıldığım bir turnuvada ‘zihgir’  ile tanıştım.  Zih çeken, asılan, gir ise kiriş demektir, yani kiriş çeken anlamında. Ben bir sohbet esnasından şunu duymuştum. Hun İmparatorluğu’ndan bu zamana gelen bir deyim,  savaşlarda kullanılan bir alet, savaşın en zarif halkası diyorlar.”
Ağaç ile çalışıyorsunuz, tarihteki örnekleri de böyle mi?
Ben de zihgir yapmaya başladım. Ağaçtan zihgir yapan neredeyse hiç yok. Ben sadece ağaçtan zihgir yapıyorum. Eski Biga Kaymakamı Fatih Bey sayesinde de ben bu işe merak saldım. Orada boynuzdan yapılan zihgirler gördüm. Gümüşten de yapan var ama tarihte de ağaçtan yapan çok. Ağacın çok dolgun, iyi, yüze patlamaması için çok iyi bir ustalıkla yapılması lazım.  Onun için ağaç seçimi çok önemli.  Hindistan gelen kan ağacı, Afrika’dan gelen yılan ağacı mesela.”
Her okçunun kendi zihgiri var diyorsunuz, bu özel bir şey demek ki.
“Kiriş çekecek olan elimizin başparmağına, ok atmadan zihgirimizi takarız.  Zihgir göz formundadır. Zihgiri parmağımıza geçirip çevirdiğimizde zihgir ekleme takılır ve artık çıkmaz.  Bir anlamda artık vücudun bir parçası haline gelmiştir. Tıpkı protez gibi. Bu kemiğin kırılmaması için savaşçıların aldığı bir önlemdir. Herkesin zihgiri kendisine özel olur, savaşçı artık o zihgir ile bir bağ kurar. Kiriş çekeceği kiloya göre parmağı kesebilir, zihgir bunu engeller. Ortalama bir savaşçının bin atım yaptığını düşünürsek, başparmak şişme ve kopma tehlikesi ile karşı karşıya kalır. Onun için savaşçılar bir ya da iki fazladan zihgir ile savaşa katılır. Biri 27 ölçü ise diğerleri, parmak şiştiği için daha büyük ölçüde zihgir takılır.”
 Osmanlı döneminde de zihgir ustaları var mıydı?
 “Zihgir üç bölümden oluşur, kaş boğaz ve kaşık kısmı.  Zihgiri taktıktan sonra mandal kitleme tekniği ile oku tutarız. Avrupa’da bu üç parmak çekişi vardır. Hun İmparatorluğu’ndan bu yana kullanılıyor.  En düzgün zighir bu benim yaptığım formdur.  En büyük zihgir ustalarından biri Fatih Sultan Mehmet’tir. Kendisi de gül ağacından zihgir yapmıştır.   Gül koklayan bir resmi vardır, o resim de gül ağacından yaptığı zihgir parmağındadır.  Eski hükümdarlar çok değerli taştan zihgir yapsa da Fatih Sultan Mehmet sadece ağaçtan zihgir yapmıştır. Ben de Fatih Sultan Mehmet’i örnek aldım ve dünyada ne kadar ağaç varsa getirmeye çalıştım.  Bulabildiğim ağaçlardan zihgir yapıyorum. Türkiye’de bir çok usta manda boynuzundan çalışıyor.  Ben ağaçtan çalışan bir ya da iki usta var diye biliyorum.”
 Kemik, gümüş, boynuzun yanı sıra siz ağaçtan çalışıyorsunuz, özel bir nedeni var mı?
Ağaç ile ilgili çok araştırma yaptım. Ağacın insan vücudundaki etkilerini araştırdım. Akademik bir çalışma da hazırlamak istiyorum. Tüm devlet büyükleri, bilim adamları, verdikleri önemli kararlarda bir ağaca dokunmuşlardır. Bir hakim, karar vermeden önce bir kaleme dokunur.  Bir devlet başkanı asaya dokunur. Ağaç insanı dinginleştirir.  Her ağaç her vücudu kabul etmez.  Ceviz mesela kadınlara iyi gelir. Ağaç sizi sevmezse parmağınızı sıkar. Ben bunun araştırmasına yöneldim.”
 Ne kadar zamanda öğrendiniz?
“Ben zihgir yapmayı bir yılda öğrendim. İlk akçaağaçtan zihgir yaptım. Yaklaşık iki günde yapabilmiştim.  Takoz halindeki bir ağaçtan zihgire dönüşüyor. Ağacın süslü ve öze yakın kısmına hare denir. Hareli kısımlardan, estetiğe de önem verdiğimiz için, çalışıyoruz. Limba, ceviz, kan ağacı, dişbudak ağacı gibi çok çeşitli ağaçlar ile çalışıyorum. Afrika, Hindistan ve Güney Amerika’dan ağaç getirtiyoruz.  İlk defa Kütahya’da sergi açacağım.”    
 
             12 Madde ile zihgiri tanıyalım

  1. Okçu, şast, tirkeş ve kemankeş yüzüğü olarak da isimlendirilen Zihgir, Hun İmparatorluğu döneminde yaygınlaşmış bir okçuluk malzemesidir.
  2. Zihgir için Memlukler Farsça olan Engüşvane kelimesini kullanırken Osmanlı İmparatorluğu, yine Farsça olan Zihgir’i kullanmışlardır. Orijinalinde Zehgir ya da Zihgar olan terim Farsçada; kiriş, gir ve çeken, tutan anlamlarına gelen kelimelerden oluşan birleşik bir sözcüktür.
  3. Zihgir; kaş, kulak ve eşik olarak adlandırılan üç bölümden oluşur. Üçgene benzeyen ön kısmına kaş ve zihgirin içinden çıkan deri parçasına kulak ismi verilir.
  4. Zihgirler metalden, kemikten, boynuzdan, fildişinden ya da yarı değerli taşlardan yapılabilir. Tarih boyunca padişahlar, sultanlar ve önemli savaşçılar için yapılan zihgirlerde ise değerli malzemeler kullanılmıştır.
  5. Zihgir kullanımı Hun İmparatorluğundan Göktürklere, Moğollara, Çin’e, Selçuklulara, Osmanlıya ve Osmanlı’dan da Arap ülkelerine ve Hindistan’a geçmiştir.
  6. Zihgirin Asya ve Ortadoğu’da kullanılırken Batı toplumlarında kullanılmamasının sebebi ise okçuluk tekniklerinin birbirinden farklı olmasıdır.
  7. Asya’da yay çilesi başparmakla çekilirken Batı’da yaygın olarak 3 Parmak Atışı ismi verilen teknik kullanılır. 3 Parmak Atışında işaret parmağı üstte, orta ve yüzük parmakları aşağıda tutularak çile orta parmak ile çekilir. Çilenin başparmak ile çekildiği teknikte ise el, Mandal ismi verilen bir pozisyonda tutulur. Zihgir, başparmağı çilenin baskısından ve vereceği zarardan korumak amacıyla kullanılır.
  8. Zihgir, savaşçı toplumların neredeyse tamamında yalnızca bir malzeme ya da araç olarak görülmemiştir. Her bir zihgirin kendi ruhu ve uğuru olduğuna inanılır. Müzelerde yüzlerce hatta binlerce zihgirin sergilenme sebebi de budur. Osmanlıda kemankeşlerin zihgirleri, dua ile pirleri tarafından kendilerine verilirdi. Kemankeşler zihgirlerini ya kalplerinin üzerinde ya da boyunlarında bir kese içinde her zaman yanlarında taşırlardı.
  9. Türk okçuluğuna dair edinilen bilgilerin büyük çoğunluğuna Osmanlı tarafından kayda alınmış belgeler aracılığıyla ulaşılmıştır. Bunda Osmanlının okçuluğa yalnızca bir savaş sanatı olarak bakmamış aynı zamanda bu sanatı, atıcılar tekkesi ile metodolojik, sistemli ve kurumsal bir hale getirmiş ve spor olarak desteklemiş olmasının da etkisi büyüktür.
  10. Asya ile Avrupa okçuluğu arasındaki en büyük fark okların aldığı mesafede ortaya çıkmaktadır. Baş parmak ile ok atmak, okun daha geriye çekilebilmesini sağladığı için daha ileri atılabilmesine imkan vermektedir. Bu nedenle Osmanlı İmparatorluğu döneminde, zihgir kullanılarak ok atma tekniği sayesinde, neredeyse imkansız olarak görülen menzil rekorları kırılmıştır.
  11. Osmanlı İmparatorluğunda yay ve ok ustaları yani kemangerler ve tirgerler, esnaf locaları halinde örgütlenmiştir. Zihgirin yapımını ise yine bağımsız bir zanaatkarlar locası üstlenmiştir.
  12. Evliya Çelebi, zihgir yapımında pir kabul edilen isimlere Şağhal bin Sa’id Kaşi’yi örnek verirken Fatih Sultan Mehmet’in de zihgir yaptığı bilinmektedir.
 
Dilek Akşen