Van’da iki çocuk hastanenin acil servisine gider. Doktor merakla sorar: -“Hayrola? Neden geldiniz?”
Van’da iki çocuk hastanenin acil servisine gider.
Doktor merakla sorar:
-“Hayrola? Neden geldiniz?”
Bir tanesi:
-“Ben bilye yuttum da ondan geldim…”
Doktor: “Anlaşıldı…” diyerek diğerine dönüp sorar:
-“Peki, sen niye geldin?”
Diğeri: “Bilye benimdir…”
…
Ne kıymetlidir o bilye.
Ben iyi bilirim.
Çocukken mahalle aralarında oynar dururduk.
.
Diz çöküp toprağa dayamaktan pantolonumuzun diz kısımları parçalanırdı.
Allah’tan bir ara “yırtık diz” moda olmuştu da oraya meşin diktirmeye başlamıştık ayakkabıcılara.
.
Bir ucu kırık bilye için ne kavgalar çıkardı.
Başka mahalleden gelen bazı yaramaz çocuklar “Kafa” oynadığımızda bilyeleri toplayıp kaçardı.
.
Haydaa…
Tüm mahalle arkasında koşturur dururduk.
Yakaladığımızda yere yatırıp tüm bilyeleri alır, aramızda paylaşırdık.
.
O Vanlı çocuğun bilyesini almak üzere hastaneye kadar gelmesini çok iyi anlıyorum.
.
Bilyelerim genellikle kavanozda dururdu.
Eve gelen misafir çocuklara annem, oynayıp oyalansınlar diye ben evde yokken verirdi.
Akşam okuldan eve geldiğimde kavanozumdaki bilyelerin eksildiğini anlayınca çıngar çıkarırdım.
Çocuklar alıp gitmezdi tabi, oynarken ya koltuğun ya da divanın altına kaçırır ve almazlardı.
Ben onları tek tek bulur, tekrar kavanozdaki yerlerine koyardım.
.
Bazen dikkatsiz davranıp bilyemi kaybettiğim de olurdu.
İşte o zaman kahrolurdum adeta.
Kaybetmenin tesiriyle bilyemin kıymetini iyi anlardım.
.
Hayat da aynı değil mi?
Her rengi ile hayatta bir kıymet temsil eden kaybolmuş bilyeler gibi.
.
Son yıllarda kaybettiğimiz:
Yüzlerce fabrika,
Satılan topraklar,
Cumhuriyet değerleri,
Geleneklerimiz,
Alışkanlıklarımız,
Saygı,
Sevgi,
Hepsi kaybolup bizlerden uzaklaştıkça, benim bilyelerim gibi daha değerli olmuyor mu?
.
Yanı başımızda dururken bilemediğimiz bilyenin değeri gittikçe artmıyor mu?
.
Birileri gelip elimizden çaldıkça,
Onları kovalayıp geri getiremedikçe,
Dizlerimiz parçalandıkça,
İçimizden kopanlar, hayatımızdan bir parça götürmüyor mu?
***
İşte size kıymet bilmek ile ilgili bir Pazar hikâyesi:
Bir padişah acemi bir köle ile gemiye binmişti. Köle hiç deniz görmemiş, geminin kıymetini tatmamıştı.
Ağlamaya, inlemeye başladı.
Tir tir titriyordu.
Avutmak için çok uğraştılar, ama bir türlü sakinleşmedi.
Padişahın keyfi kaçtı.
Herkes aciz bir vaziyetteyken, gemide bulunan yaşlı bir adam padişahın huzuruna çıktı, “Müsaade buyurursanız ben onu sustururum.” dedi.
Padişah da “Lütfetmiş olursunuz” dedi.
Yaşlı adamın isteği ile köleyi denize attılar.
Köle birkaç kere suya battı çıktı.
Sonra saçından yakaladılar, gemiden tarafa çektiler.
Köle gemiye yaklaşınca iki eliyle dümene asıldı, oradan gemiye çıktı, bir köşede uslu uslu oturmaya başladı.
Yaşlı adamın yaptığı iş padişahı hayrete düşürdü, “Bu isteki hikmet nedir?” diye sordu.
Yaşlı adam cevap verdi:
“Köle evvelce suya batmayı tatmamıştı. Gemideki selâmetin kıymetini bilmiyordu. İşte huzur ve saadet de böyledir, bir felâket görmeyen kimse, huzurun kıymetini bilemez.”