.
Dr. Reyhan Pütün sosyal medyada bir yazı paylaşmış, oradan aldım.
.
Okudukça da hak vermemek mümkün değildi.
“Antik Yunan’a dayanarak:
‘Rönesans’ı,
Rönesans’a yaslanarak:
‘Aydınlanma Hareketini’ yaratan,
Ardından ‘1776 Amerikan Devrimi’ ve
‘1789 Fransız İhtilalini’ yapan Avrupalılar ve
Onların Amerika’ya göçenleri karşısında
Aynı zaman diliminde yaşayan, şu anda içimizden bazılarının pek özendiği ‘Osmanlı ne yapıyordu?’ ona bakmak gerek.
.
Resim ve heykel sanatında Avrupa’da:
‘Leonardo Vinci, Rafaella, Michelangelo’ gibi dâhiler yetişirken,
Osmanlı’da:
“Resim yapmak günah, heykeller ise put” olarak kabul ediliyordu.
.
‘Dante, Shakespeare, Cervantes’ hümanist edebiyatın öncülüğünü yaparken:
Osmanlı’da tek edebiyatçı henüz yetişmemiş, daha sonraları bin bir zorlukla getirilen Makyevel’in ‘Prens’ adlı eseri bazı yöneticiler tarafından gizlice okunuyordu.
.
Bilim dünyasında Kopernik, dünya merkezli evren kuramını çürütüp, dünyanın güneşin etrafında döndüğünü açıklamasıyla oluşturduğu bilimsel devrimden otuz yıl sonra ‘Takiyüddin Efendi’nin Tophane sırtlarına kurduğu zamanın en büyük rasathanelerinden biri, III. Murat’ın emri ve Şeyhülislamın fetvası ile ‘Tanrı’nın işine karışmak’ gerekçesiyle kıyıdan top ateşine tutuluyordu.
.
‘Galileo, Kepler ve Newton’u sadece anımsatarak geçiyorum.
.
Felsefede:
‘Francis Bacon, Thomas Hobbes, John Locke, Rene Descartes, Spinoza’ gibi isimler dünyayı algılamak için çaba sarf edip, birlikte yaşamanın kurallarını koyarken:
Biz çoktan felsefecileri ‘zındık’ ilan etmiş, felsefe ile de uğraşmayı yasaklamıştık.
.
Sanat, edebiyat, bilim ve felsefe alanında yaya kalıp, matbaayı bile üç yüz sene sonra kurduk.
.
Velhasıl bu toprakların bahtsızlığı çok öncelerden yazılmaya başlanmıştır.
Mustafa Kemal 1923 aydınlanması ile bunu kırmak istemiş,
Okuma yazma bilmeyen, cahil bıraktırılmış bir tolumda aydınlanma olamayacağını anlamış ve önce okuma yazma seferberlikleri oluşturulmuştu.
Köy enstitüleri bu aydınlanma kavgasının başlangıcıydı, toprak ağaları izin vermediler.
Yetmiş senedir yeniden karanlık bir çukura çekilmek isteniyor bu ülke.
Bugünün üniversitelerinin birinde görevli, ‘Profesör’ ünvanlı bir Rektör yardımcısının,
‘Ben cahil halkın ferasetine güveniyorum’ sözü ile özetlenebilecek sona doğru koşar adım gidiyoruz.”
.
Tarihi derinlemesine böyle analiz ettikten sonra sormuş haliyle:
“Cübbeli Ahmet ile Stephen Hawking aynı zaman diliminde yaşadılar, bizim hissemize Cübbeli düştü…”
.
Peki bu bir rastlantı mı?
.
Asla değil!
.
“Yukarıda yazılanlar sonucunda bizim topraklara Hawking düşecek değil ya?”
***
Yazımızı devam ettirip bu güzel anlatımı bozmayalım, tadında kalsın.
.
Ama “Bir fıkra iyi gider” diye düşündüm.
.
Nasreddin Hoca zamanında, Akşehir’de silah taşıma yasağı ilan edilmiş.
Hoca da bir kılıç kuşanıp, sokağa çıkmış.
Bu işin kontrolü ile vazifeli memur, onu bu şekilde görünce yanına yaklaşıp:
-“Neden böyle kılıçla dolaşıyorsun?”
Hoca:
-“Bu kılıç, medresedeki kitaplarda bulunan hataları düzeltmeye yarar…”
Memur alaylı alaylı:
-“O işi küçük bir çakı da görür, bu biraz büyük değil mi?”
Hoca altta kalır mı?
-“Efendi efendi! Sen ne diyorsun? Bazen öyle büyük hatalar oluyor ki, bu bile küçük geliyor…”