.
Bir ramazan günü III. Mustafa'nın veziri Koca Ragıp Paşa'nın konağında yapılan sohbet esnasında Ragıp Paşa Şair Haşmet'e hitaben:
-“Senin de borcun var mı Haşmet?” diye sorar ve ondan sonra şu cevabı alır:
-“Evet efendim, mahalle bakkalına bin kuruş, kasaba beş yüz kuruş...”
Ragıp Paşa sorusunun anlaşılmadığını düşünerek şu açıklamayla birlikte tekrarladı sorusunu:
-“Ben onu sormuyorum, oruç borcun var mı?”
Şair Haşmet bu soruyu şöyle cevaplamış:
-“Paşam, oruç borcunu Allah sorar; sizin soracağınız kul borcudur.”
.
İşte bu sebeple birisi size “Neden oruç tutmadığınızı” sorarsa nasıl cevap vereceğinizi biliyorsunuz artık…
***
Evvel zaman içinde iki şair ve edip ahbap Mehmet Celâl ile Faik Esad, Beylerbeyi’nde bir dostun iftar davetine icabet için yola koyulup karşıya geçiyorlar; fakat vakti iyi hesap edememişlerdir ve iftara daha saatler vardır. Bunun üzerine iki ahbap;
“Camiye gidelim, vaaz dinleriz, vakit geçer” fikriyle Beylerbeyi Camii’ne girip bir tarafa ilişiyorlar.
Vaiz kürsüye çıkmış cehennemden bahsetmekte, diliyle etrafa yıldırımlar savurup şimşekler çaktırmakta, “Zebânileer… Alevleer… Katran kuyularıı…” dedikçe cemaat dehşetle tir tir titremektedir.
Bizimkiler vaizin tehditlerine pek kulak asmamaktadır ama ahalinin çoğu kapıldığı haşyetle hüngür hüngür ağlamaktadır.
Ağlayanlardan biri, gözyaşlarını silerek Faik Esad’ın sırtına dokunuyor, kısık sesle;
-“Siz vaizi dinlemiyor musunuz?”
-“Dinlenmez olur muyuz, dinliyoruz elbet”
-“Peki, ne dediğini anlıyor musunuz?”
-“Anlıyoruz elbette, niçin soruyorsun peki?”
-“Yahu bizim ağlamaktan ciğerimiz sökülüyor, gözümüz dışarıya uğruyor sizde ise hiçbir elem işareti yoktur, nasıl oluyor bu?”
Şair cevap veriyor:
-“Efendim biz bu mahalleden değiliz, yabancıyız, misafirliğe geldik de!...”
.
Anlayacağınız biz bazı mahallelerden değiliz.
Her anlatılana ağlamayız…
***
Bir gün Erzurumlu Naim Hoca’ya sormuşlar;
-“Denize girersek orucumuz bozulur mu?”
Naim Hoca şöyle cevap vermiş;
-“Ula uşahlar, Remazanda siz denize girersez orucuz bozulmaz. Amma deniz size girerse orucuz bozilir. Ona göre...”
***
Softanın biri Bektaşi’nin önüne geçti:
-“Ey Erenler; iyisin, hoşsun, ilim irfan sahibisin; bir de oruç tutup, namaz kılsan, bizim nazarımızda da itibarın olur o zaman”
Bektaşi gülümseyerek:
-“Sizin nazarınızda itibar kazanmak için, Tanrı önündeki itibarımı zedeleyemem”
***
Oruç tutan Bektaşi’nin biri pek fena susamış. Vakit geçirmek için kırda giderken bakmış gürül gürül akan bir çeşme...
Adeta kendinden geçmiş bir halde ağzını dayayıp lıkır lıkır içmeye başlamış.
Oradan geçmekte olan bir köylü durumu görünce bağırmış;
-“Aman erenler ne yaptın? Oruç gitti”
Bektaşi, ağzının iki yanından süzülen sular bağrına doğru inerken cevap vermiş:
-“Oruç gitti, ama fakire de can geldi!”
***
Bayramın yaklaştığı günlerden birinde, iftar sırasında, misafirlerden biri:
-“Keşke Ramazan senede iki kez gelse.”
Aynı sofrada misafir bulunan Bektaşi, hemen şu cevabı verir:
-“Öyleyse Ramazan gider gitmez neden bayram yaparsınız? İnsan, sevdiği gidince bayram mı yapar hiç!...”
…
Temel, Ramazan günü Sultan Ahmet Meydanı’nda sabırsızlıkla biran önce iftar vaktinin gelmesini beklemektedir.
Güneş tepede, Temel’in dilini damağını kurutmaktadır.
Derken bir turist kafilesi gelir içlerinden birkaçı oradaki satıcılardan irice bir karpuz alır ve Temel’in gözü önünde ‘sapır şupur’ yemeye başlarlar.
Bir süre sonra Temel yerinden kalkar usulca yanlarına yaklaşır ve kulaklarına eğilerek:
-“Uy, dininizun kiymetini pilesinuz da!”