Lüfer piyasaya bir çıktı pir çıktı. Olta lüferin kilosu 400 lira olmuş.

“Aaa!” Diyerek sakın hayret etmeyin.
.
Çayın tanesinin 17 lira olduğu memlekette,
Tostun 45 liraya satıldığı bu ülkede,
Çorbanın 70 lira değer bulduğu bu şehirde 400 lira çok mu?
.
Şaşkın milletiz vesselam?
.
Emekli olduğunda asgari ücretin iki katı maaş alan birinin, şimdi asgari ücretin altında kalmasına şaşırmıyor da,
Evini kirasının 8 bin lira olmasına şaşırmıyor da,
Vileda sapının 30 lira olmasına şaşırmıyor da,
Mandalinin kilosu 15 lira olmuş,
Simit 5 lira olmuş,
Kıyma 230 lira olmuş,
Peynir 220 lira olmuş şaşırmıyor da,
“Lüfere mi şaşılıyor?”
.
Şaşıracak şey kalmadı bırakılmadı bu coğrafyada…
.
Mayıs ayında sandıklar açıldığında da şaşırmayın sakın…
.
Asgari ücret 8500 olunca garibim sevindi,
O kadar parayı bir arada görünce içi gitti,
Nara atası geldi,
Ne yapacağını şaşırdı.
Sokağa çıktı,
Harcama yaptı,
Para yetmeyince gerçeği anladı ve şaşırdı…
.
Balıkhanede lüferin 400 lira olan ücretini görünce hiç şaşırmadı…
.
Çünkü alışmıştı…
 
***
İKİ YÜZYIL
Selahattin Demirtaş Türkiye’nin ilk ve ikinci yüzyılını değerlendirmiş:
Birinci yüzyıl
Şu beş maddeyle değerlendirmiş;
1- Birlikte verilen muhteşem Kurtuluş Savaşı.
2- Birlikte kurulan yeni Cumhuriyet.
3- Elitlerin Cumhuriyete el koyması.
4- Devletin halkları yok sayması, yok etmeye çalışması.
5- AKP ile yıkılış ve kapanış.
 
İkinci yüzyıl beklentisi ise şuymuş;
1- Birlikte verilen muhteşem bir mücadele ve seçim zaferi.
2- Birlikte yeniden inşa edilen Cumhuriyet.
3- Halkın yerelden genele her yerde yönetimde söz sahibi olması.
4- Devletin herkesin ve her kesimin ortak devleti haline gelmesi ve Demokrasi ile buluşup yoluna devam etmesi.
5- Yoksulluğun, işsizliğin, sömürünün, kadın soykırımının, doğa katliamların yaşanmadığı barış, refah ve huzur içinde bir yüzyıl.
 
***
TOADZİLLA
Yıl olmuş 2023.
Neredeyse dünyayı terk edip, başka dünyalara gideceğiz hala yeni yeni keşifler, yeni yeni hayvanlar bulunuyor.
İşte bunlardan biri: Toadzilla…
.
Dünyanın en büyük kara kurbağası denilerek görücüye çıkarılan hayvan, Avustralya’nın kuzeyinde bulunan Queensland eyaletindeki bir yağmur ormanında park bekçileri, şimdiye kadar tespit edilen en büyük kara kurbağasını buldular.
.
‘Toadzilla‘ ismi verilen 25 cm uzunluğundaki hayvanın oldukça zehirli olduğunu söyleyen uzmanlar, önüne çıkan her şeyi yediğini belirttiler.
.
Ortalama bir kara kurbağasından altı kat daha ağır olan ‘canavar kurbağa’ 2,7 kilogram ağırlığında.
.
Şimdiye kadarki en büyük kara kurbağası, İsveç’ten 1991’de Guinness Rekorlar Kitabı’na giren 2,65 kilogramlık ‘Prinsen’ adlı kurbağa.
Toadzilla, 2,7 kilogram ile bu rekoru kırmaya aday.
.
Latince ismi ‘Rhinella marina’ olan dev kara kurbağaları, ilk olarak 1935’te adaya, şeker kamışı tarımını korumak amacıyla haşerelerle mücadele için dışarıdan getirildi. O zamanlar sayıları 100 olan kurbağa nüfusu bugün 200 milyon civarında.
.
Başkalarının nesli tükenir, bunun ise nesli dünyayı ele geçirecek neredeyse…
 
AYI RÜSTEM
Geçen hafta takip edemeyenler için kısaca anlatayım:
Efendim bendeniz geçim sıkıntısından dolayı ikinci bir iş olarak pavyonda iş buldum.
İri olmam dolayısı ile hemen işe kabul edildim.
Gündüzleri yine mahalle kahvesinde çalışırken, geceleri pavyonda çalışıyorum.
.
İşim mi?
Kapıda durup sarhoşlarla uğraşmak değil, işi biten pavyonumuzun kızlarını tuttuğum bir taksi ile evlerine sağ salim ulaştırmak.
.
Gıcır iş yani.
.
Ben başladım işe.
İlk gece kızlar işleri bitince pavyondan çıkmaya başladılar.
Sinek Nazım beni kızlarla tanıştırarak; “Artık Rüstem kardeşinize emanetsiniz. Sizleri evlerinize o götürecek” dedi.
Kızlar beni boydan aşağıya doğru süzerek “Oooo!” diyerek, “Desene bizim de artık ayı gibi bir badigardımız var. Patron nihayet isteğimizi yerine getirdi, bize koruma tahsis etti” dediler.
Nazım onlara kızıp; “Dalga geçmeyin Patron duymasın yoksa başınız belaya girebilir” diyerek susturdu onları.
Bir tanesi (ki sonradan adını öğrendiğim Beyaz Zambak’mış) yanıma gelerek, “Haydi bakalım yakışıklı, bize bir taksi ayarla da evlere servis yap” dedi.
.
Bir ıslık çaldım ve yoldan geçen bir taksiyi çevirdim.
Taksici yanaştı ve pencereyi açıp sordu;
“Nereye gideceksiniz?”
“Eve” dedim.
“Birader hangi semte yani? diye sertleşti sesi.
“Sana ne ulan, gideceğiz işte.”
“Birader her yere müşteri almıyoruz. Yakın yer oluyor bizi kurtarmıyor” demesin mi?
Yahu bu insanları da anlamıyorum.
Yakın yer, uzak yer mi var?
Müşteri nereye isterse oraya gider.
İster yakın olsun, ister uzak…
Esnaflık bu, müşteri her zaman haklıdır.
Ben o kızgınlıkla dolaştım taksicinin kapısına ve açmaya çalıştım, kilitlemiş…
“Aç bakalım şu kapıyı! Ben sana nereye gideceğimizi gösteririm” dememle bastı gaza uzaklaştı oradan.
.
Kızlar bu olayı seyrediyorlardı, birden alkışlamaya başladılar, “Bravo… Yürü be koçum, kim tutar seni…” şeklinde naralar attılar.
“Yahu sen neymişsin böyle? Helal sana, haddini bildirdin şuna, iyi oldu…” diye yanıma geldi Beyaz Zambak…
“Haydi başka taksi bul da gidelim artık, üşüdük burada” dedi elimi tutarak.
.
Layn!
İçim bir tuhaf oldu.
Uzun zamandan beri kadın eli, elime değmemişti.
Elleri soğuktu.
Refleks olarak çektim elimi tabi.
-“Ne o yakışıklı, ürktün mü yoksa?”
-“Yyy… Yok birden şey olunca…” diyerek hemen mevzuyu değiştirdim ve “Ben şuradan taksi çevireyim” diyerek caddeye atladım.
.
Kızları evlerine bıraktım arabada en son Beyaz Zambak kaldı, “Gelsene bana, bir şeyler içelim” demesin mi?
“Olmaz bacım, sabah kahveyi açacağım, bir an önce eve gidip uyumam lazım” dedim.
“Olsun gel bende uyursun” diyerek üsteledi.
“Sonra inşallah” diyerek taksiciyi dürttüm, “Yürü birader yürü, gidelim…”
.
Tarif ettiğim benim evin yolunu tutmuş giderken Sinek Nazım’ın verdiği paradan taksicinin ücretini ödedim.
Taksici bana;
-“Ağabey sen her gece kızları böyle dağıtıyor musun?”
-“Evet”
-“İstersen her gece istediğin saatte gelirim pavyonun önüne, bu işi ben yapayım. Bu tarafın taksisiyim zaten. Hem sen taksi aramak zorunda kalmazsın, hem de ben işsiz kalmam. Ne dersin? İki tane ufak kızım var, okula gidiyorlar. Biliyorsun hayat şartları zor. Müşteri bulmak zor…”
Acıdım çocuğa.
“Neden olmasın?” dedim içimden.
Sonra ona dönüp;
-“Ama biz hep aynı saatte çıkamayız. Bazen erken olur, bazen geç…”
-“Olsun ağabey, ben gece saat 12’de kapıda olurum. Sizi beklerim…”
-“Tamam o halde yarından itibaren gel bekle bizi. Bir kere olsun seni bulamazsam işin biter ona göre…”
-“Tamam ağabey, sen nasıl istersen…”
.
Eve gittim gecenin bir yarısı.
Annem beni bekliyor.
Tuvalete kalkmış, beni yatağımda göremeyince merak etmiş.
Anne işte, yaşımız 40 üstü dahi olsa fark etmiyor.
-“Neredesin oğlum sen?” dedi yumuşak bir tavırla, “Merak ettim. Bu saate pek dışarıda kalmazdın?”
“Pavyonda çalışıyorum” desem kıyamet kopar; “Vay sen bizim ailenin yüz karası mısın? Vay bizim ailede böyle şeyler olmaz. Beni komşulara rezil mi edeceksin?” şeklinde bağırıp durur.
Söyler miyim?
-“Anne ben kahveden çıktıktan sonra gazete dağıtım işine girdim. Baksana para yetmiyor. Mecburen çalışmak zorundayım…”
.
Gözlerime baktı;
-“Aferin benim oğluma… Namuslu iş olsun da ne olursa olsun. Bizim aileye bu yakışır zaten… Ne yapalım bu günler de geçer inşallah, o zaman bırakırsın şu gece işini… Haydi bakalım sen yat, ben söndürürüm holün ışığını…”