Meydana gelen depremler ayarımızı bozdu. Neredeyse sağlıklı düşünemez hale geldik.
Orada hayatını kaybeden insanları düşünmekten,
Kurtulan insanları düşünmekten,
Hatta ve hatta kendi şehrimizdeki konumumuzu düşünmekten yorulduk.
.
Nereye gitsem, kiminle görüşsem konu deprem.
.
Herkeste bir hikâye var,
Herkes bir şey anlatıyor.
.
Kimi depremin önceden bilindiğini ve insan eliyle çıkarıldığı konusunda senaryolara bile sahip.
.
Oraya gidip gelenlerin anlattıkları ise bizim burada duyduklarımızdan çok farklıymış.
.
Hele enkaz kaldırmaya gidenlerini anlattıkları, duyulur gibi değil.
İnşallah doğru değildir.
.
Ancak bu depremlerin ardından Jeofizik Mühendisleri Odası İzmir Şube Başkanı Sinancan Öziçer, Hatay, İskenderun ve Samandağ bölgelerinde incelemelerde bulunmuş.
.
İncelemeler sonucunda diyor ki:
“En dikkat çeken tespitim inşaatlardaki imalat hataları oldu. Binaların temeli zemine bağlı tasarlanmamıştı. Kolon ile kirişlerin birleşme yerlerinde yatay demirlerin eksik olduğunu gördük. Hal böyle olunca sadece 7 değil 6 büyüklüğündeki depremde bile bu yıkımlar olabilirdi.”
.
Neymiş?
Demirler eksikmiş…
Neymiş?
İmalat hataları varmış?
Neymiş?
7 değil, 6 büyüklüğündeki bir depremde bile yıkılabilirmiş.
.
Devam ediyor Öziçer:
“Binalar bırakın son yönetmeliği, 1975 veya 1995 yönetmeliğine uygun şekilde dahi yapılmış olsa bu kadar can kaybı yaşanmazdı…”
.
Zeminin de sebep olduğunu vurguluyor ama “İnşaatlar yönetmeliğe uygun yapılsaydı bu kadar yıkım olmazdı” diyor.
.
Gelelim Çanakkale’ye.
.
Şehirde binaların yüzde 49’u 1999’depreminden sonra yapılmış.
Yani yeni yönetmelik söz konusu.
.
Peki Yüzde 51 ne olacak?
.
Prof. Dr. Aydın Büyüksaraç Çanakkale için diyor ki:
“Çanakkale, 1978 yılında, İller Bankası tarafından raporlanmış, üç sayfadan oluşan bir zemin bilgisine sahipti…”
.
“Bu raporda şu söyleniyordu; ‘Çanakkale alüvyon üzerine kurulu bir şehirdir...’”
.
“Belediye imar çalışmalarında, Çevre ve Şehircilik imar çalışmalarında, bu rapor üzerine bütün ruhsatlandırmaları yapıyordu.”
.
“Biz 2011 yılından itibaren, bu bilgiyi güncelleme çalışmalarını başlattık ve 2012 yılında, Çanakkale Belediyesi ile yaptığımız bir protokol ile Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi ve belediye işbirliği ile bu üç sayfalık olarak tanımladığımız bilgiyi genişlettik ve 8 klasörden oluşan çok detaylı büyük bir bilgi haline dönüştürdük.”
.
“Çevre ve Şehircilik Bakanlığı onaylandı ve yaklaşık 10 yıldır Çanakkale Belediyesi, bu bilgileri imar ruhsatlandırmasında kullanıyor.”
.
“Çanakkale'nin merkez yerleşiminin tamamı ‘sorunlu’ diye tanımladığımız zemin üzerine kurulu.”
.
“Kıyı şeridine baktığımız zaman, Güzelyalı, Çanakkale-Sarıçay bölgesi, Lâpseki...
Kıyı şeridinin tamamında benzer bir alüvyon yelpazesi görüyoruz.”
.
“Buralar, sorunlu zeminlerden oluşuyor. İç kısımlara gittikçe, yani kıyıdan uzaklaştıkça sorunlu zemin azalıyor, ya da derinlikleri azalmış oluyor.
Örneğin, Sarıçay’ın denize döküldüğü yerde alüvyon çok kalınken, şuanda bulunduğumuz İlahiyat Fakültesi kampüsü içerisinde biraz daha alüvyon sığ hale gelmiş oluyor. Daha yukarı çıktıkça, merkez köylerde anakaya diye tanımladığımız volkanik kayaçlara ulaşılmış oluyor.”
.
“Dolayısıyla deprem tehlikesi var mı?
Evet, var.
Peki bu deprem tehlikesini karşılayacak yapı stoku uygun mu?
Kısmen...
Çünkü 2000’den sonra yapılan binalarda, çoğunlukla daha denetimli yapılar ortaya çıktı, Çanakkale için 2013’ten sonra elde edilen sonuçların imar planlarına işlenmesiyle denetimli, daha denetimli, özellikle zemin iyileştirme kavramının oturtulmuş olduğu çalışmalar yapıldı.”
.
“Çanakkale’nin genelinde sıvılaşma sorunu var ve bu hazırladığımız raporda da temel sorun sıvılaşma olarak görüldü.
Bu sıvılaşma arsa ölçeğinde yapılan çalışmalarda da desteklenmişse, mutlaka buna yönelik bir iyileştirme yapılması gerekiyor…”
.
Tüm bu anlatılanlar ile bilim ışığında şunu iyi kavramalıyız:
Yüzde 51 için hiç vakit kaybetmeden yenileşme seferberliği başlatmalıyız.
Sıvılaşma tehlikesi yaşayan bölgelerdeki Yüzde 49 için hemen bir iyileştirme seferberliği yapmalıyız.
.
Bunun için Valilik, Belediyeler, Üniversite, ilgili resmi kurumlar, yerel basın, yardım kuruluşları, STK’lar, vatandaşlar yekvücut halinde iyi koordine olarak sorunu çözmeliyiz.
***
KÖPÜK EVLER
Geçtiğimiz yıllarda Boğaz Medya bünyesinde yayın hayatını sürdüren “Gold Prestige Dergisi”nde Genel Yayın Yönetmenliği yaparken “Köpük Evler” hakkında bir konu işlemiştik.
.
Bu evler 2 saatte tamamlanıyor ve 300 yıl ömrü var şeklinde tanıtılmıştı.
.
Her ne kadar tartışılsa da maliyetinin 2000 dolar olduğu da belirtilmişti.
Bu evlerin köpükten yapılması, depreme dayanıklı olması ile evlerin satışının artacağı düşünülüyor.
Japonya’da hayata geçirilmiş bu evlere yaşanan deprem dolayısı ile oldukça ilgi var.
.
Bir vatandaş bu evlerin tanıtımını geçtiğimiz günlerde sosyal medyadaki kendi hesabından paylaşmış.
.
Yorumlar kısmına oldukça fazla olumlu yorumlar yapılmış.
Ancak bazı olumsuz yorumlar da vardı.
Bunlara cevap olarak birileri şöyle demiş:
.
“Bu evler Türkiye’de uygulanmaya kalksa üreticileri maliyeti azaltmak için yine malzemeden çalar yanmaz malzeme kullanacaklarına en çabuk yanan malzeme kullanırlar. Onun için önce ahlak…”
.
Bu yoruma şöyle cevap gelmiş:
“Böyle bir projede hemen aklımıza;
Evlerin yanıcı olabileceğinin,
Hırsızlar tarafından delinebileceğinin,
Kanserojen olabileceğinin,
İnşaat mafyasının izin vermeyeceğinin düşünülmesi,
Üstüne kaçak kat çıkılamayacağının v.s. gelmesi ne kadar acı değil mi?”
.
Bir başka biri;
“Şuanda ki binalarımız vicdanı hiçbir zaman gelişmemiş ya da bilgileri yetersiz, bilgileri yeterli olup ta kasaları kıymetli bazı kişi veya kuruluşlarca yapıldı.
Başta bizler suçluyuz araştırmadan makyajı güzel binalara yatırım yapıyoruz.
Düşünün;
Bu zemine bina yapımına izin veren suçlu,
Müteahit suçlu,
Taşeronu suçlu,
Yapı denetçi suçlu,
Belediye suçlu,
Banka kredisiyle ev alınırken expertizi yapan suçlu,
Geleceğimizi hiçe sayan imar affı için imza atan herkes suçlu,
İmar affı çıktı diye sevinenler suçlu,
Ranttan paye alamadığı için yıkılabileceği var sayılan binaların yıkılmaması için halkı kışkırtanlar suçlu,
İmar kanunlarını hiçe sayanlar suçlu,
En önemlisi doğayı hiçe sayanlar da suçlu.
Ne çok suçlu var değil mi?
.
Temennim bu tarihler milat olsun.
Zemin etüdü yapılmadan, binaların yıkımı yapılırken bir diğerine zarar vermeyecek, yatay mimari ile doğayı ön planda tutan yapıların olduğu yörenin tarihi mimarisine uygun bugünün sağlam malzemeleriyle yapılmış kentler yaratalım.
Artık kötü olan her şeyi geride bırakıp elele verip yenilenelim.
Tarihten (geçmişten) ders alınmalı temcit pilavı gibi her gün konuşulmamalı yeniye odaklanılmalı.
O şunu dedi bu bunu dedi bitmeli paparazilik meziyet değil, seviye düşüklüğüdür aslında.
Güzel yarınlar için güzel konuşup yeni kentlerimizi şekillendirelim, başarı hepimizin olsun. Gururla...”
.
Bir başka yorum ise şöyleydi:
“Tekrar Köy Evleri yapılsın, Balçık ve saman karışımı, en fazla iki kat, daha çok sağlıklı ve sağlam…”