YAN GELİP YATMA

Virüs geliyor,
Fırtına geliyor,
Dolu geliyor,
Deprem geliyor,
Şimdi de,
Kuraklık geliyor.
.
54 milyon metreküp olan su tutma kapasitesi 23 milyona düşmüş Atikhisar Barajı’nın.
.
Daha şimdiden bu seviyedeyse, yaz aylarında başımız belada demektir.
.
Daha önceki yazılarımızda “Belediyenin su kullanımı konusuna el atmasını ve önlemler alması gerektiğini” defalarca yazmıştık.
.
Nihayet bizi duydular ve Belediye Encümeni kararlarını aldı.
.
Buna göre:
Konut ve iş yeri önlerinin hortumla yıkanması, halı ve kilim yıkaması, hortumla araba yıkanması yasak.
.
Ayrıca kısıtlama tedbirleri de var.
.
Uymayanlara ceza yolda.
.
İnşallah herkes bu önlemlere uyar da kuraklık yaşamayız.
.
Biz bu haberleri yaparken, bir maden şirketi Çan Kumarlar köyü göletinden 550 bin metreküp su kullanma izni alma peşindeymiş.
.
“Yok artık!” demek şart oldu.
.
Yahu biz “Kuraklık” diyoruz,
Birileri “Çanakkale Boğazı” diyor.
.
Allah;
Önce bize akıl-fikir versin,
Sonra yardımcımız olsun,
Sonra da kuraklıktan korusun.
.
Peki biz ne yapalım?
Yan gelip yatalım…
 
***
TRAFİK POLİSİ
6’lı masa toplandı.
Aday belirlenecekti.
.
Nihayetinde kulislere düşen haberde belirlemişler ve Kemal Kılıçdaroğlu çıkmış.
.
Ancak Meral Akşener biraz bozulmuş.
Daha önce bir tv programında, “Burası noter makamı değil” demişti.
.
Anlaşılan Kılıçdaroğlu’nun adaylığına karşı.
Ama nasıl?
Tahminim Akşener Mansur ve İmamoğlu’nun anketlerde çok önde olduğunu söyleyip, “Seçime Cumhurbaşkanlığını garanti almak üzere girelim” diyor.
.
Aslı şu bence:
Kılıçaroğlu da anketlerde yüzde 50’yi az biraz geçiyor. (tabi HDP oylarıyla)
Ancak Mansur ve İmamoğlu yüzde 60’a yakın geçiyor.
.
Akşener de diyor ki:
“Gelin korkulu rüya görmeyelim, garantiye gidelim…”
Durum bundan ibaret.
.
Kemal Kılıçdaroğlu da haklı.
Çünkü emri komutasında Belediye başkanlığını yapan biri Cumhurbaşkanı olacak, kendisi de değişen sistemle beraber Başbakan olacak.
Alt-üst,
Üst-alt olacak…
Literatüre uymuyor.
.
Sokaklarda duyuyoruz.
“Ben Kılıçdaroğlu’na vermem” diye.
“Kime vereceksin peki” diye soruyorum, cevap yok.
“Ekmelettin’e verdin mi?”
“Verdim.”
“Kılıçdaroğlu daha kötü?”
“Hayır”
“O halde?”
.
Şu memleketin haline bakınca görüyorum ki:
Bu iktidar gidici.
.
“Hükümet istifa” sesleri yükseldi mi?
Yükseldi.
Artık önü alınmaz.
.
Demirel ne demiş?
“İktidarın değişeceğini anladığı gün, trafik polisinin bile tutumu değişir…”
 
 
AYI RÜSTEM
Gece yarısı pavyonda çalışma macerasını noktalayarak tekrar tıpış tıpış kahvehaneye döndüm.
Belki asgari ücret yetmiyordu ama en azından huzurum vardı, uykum vardı.
.
Sabahleyin kahvenin kapısını bir yandan süpürürken, bir yandan da Orhan babadan bir şarkı tutturmuşum ama haberim yok.
.
“Ne sevenim var
Ne soranım var
Öyle yalnızım ki
Çilesiz günüm yok

Dert ararsan çok
Öyle dertliyim ki…”
.
“Daha genceciksin evladım, ne derdi? Ne çilesi?” dedi yoldan geçen teyze bana bakarak.
“Sen daha dur, bunlar iyi günlerin” demesin mi?
“Günaydın” teyzeciğim dedim. “Hayırdır, bildiğin bir şey mi var?” dedim yanına koşarak.
Durdu ve yüzüme baktı: “Çok çilen var senin, işin zor” dedikten sonra yürümeye başladı.
.
Afallamıştım.
Ne yapacağımı bilemedim.
Tekrar koştum yanına, “Dur hele teyzeciğim, bir dakika dur… Nereden çıkardın çile çekeceğimi? Sen nereden biliyorsun?”
Teyze durdu ve bana dönüp koluma girdi; “Şu kahvede mi çalışıyorsun?”
“Evet” dedim.
“Gel oturalım, bana ve kendine bir kahve yap sana geleceğini söyleyivereyim…”
.
Üzerinde bir şal, altında şalvarı vardı.
Esmer, kıvırcık saçlı, başında bandana ve kulaklarında büyük İspanyol küpeler var.
Anlayacağınız tam falcı tip.
.
Kahvenin önüne oturttum kadını.
Hemen içeri gidip kahveleri yaptım.
“Sade yaptın değil mi?” dedi,
“Evet” diye cevap verdim.
“Otur” dedi.
Karşısına oturdum.
.
“Bak evlat dinle” dedi, “Seni öyle süpürge yaparken görünce içime bir ürperti geldi. Her zaman olan bir durum değil bende. Belli ki senin enerjin titretti beni. Senin değişik bir auran var. İyilik paçalarından akarken, bir yanında fenalık var… Değişiksin anlayacağın…”
“Yok be abla, ben karınca incitmeyen biriyim, fenalık bende bulunmaz…”
“İç iç kahveni de bakayım durumuna…”
.
Ben fincanı kapattım, o arada birkaç sabahçı müşterilerim geldi. Onlara servis yaptım.
Meraktan da ölüyorum zaten.
Hemen tekrar oturdum yanına.
“Geldim” dedim.
.
“Tuttun mu dilek?”
“Tuttum abla.”
Açtı fincanı.
Baktı, baktı…
“Senin dilek olmayacak, bir başka bahara inşallah” deyiverdi.
.
Bozuldum tabi.
Yahu insan mahsusçuktan da olsa “Dileğin olacak” der.
.
Fincanı evirdi, çevirdi ve “Gözlerimin içine bak!” dedi.
Açtı gözlerini, korkmadım değil.
Çekince göz farını, gözlerini meydana çıkarmış dana gözü gibi.
Çakır, çakır bakıyordu bana.
.
“Anacığına iyi bak. Bu aralar çok ihmal ediyorsun. Özlüyor seni” demesin mi?
Annemim benimle olduğunu nereden bildi?
“Başından geçen onca olaydan sonra ders almamışsın. Az daha b.k yoluna gidiyordun. Girme öyle antin-kuntin işlere…”
.
Kadın resmen beni bana tarif ediyor.
Pavyon işinden bahsediyor.
.
“Bu kafayla gidersen senden bir şey olmaz… Kendi işini kurman lazım. Büyük düşünmen lazım…” dedi ve fincanı kapattı.
“Bitti mi?” diyebildim sesim içime kaçarak.
Zira donup kalmıştım kadının karşısında.
.
“Bitti” dedi.
“Gözlerini aç, etrafına bak neler dönüyor, neler?” dedikten sonra kalktı ve “Ben gidiyorum, Allah sana selamet versin” dedi.
“Abla ücret filan?” bağırdım arkasından.
“Yok yok, benden olsun” dedi ve yürüdü gitti.
.
Bir müddet kendime gelemedim.
Etrafımda neler döndüğünü düşündüm.
Bulamadım.
Ne demek istemişti acaba?
.
Bu kadını bizim buralarda hiç görmedim
Sabahçı müşterilerime de sordum, bilen yoktu.
.
Kimdi bu kadın?
Neyin nesiydi?
.
Akşam patron gelince ona anlattım bana, “Dolandırıcıdır bunlar” dedi, “Şebekedir, şebeke... Kadın önden seni cilaladı, sonra başkaları gelip seni soğana çevirecek anlaşılan” diye de anlattı.
.
Ben inanmadım tabi.
Kadın annemi bildi, pavyonu bildi.
Belli ki fal işini biliyor.
.
Ertesi günü tekrar bekledim kadını gelmedi.
Daha ertesi günü?
“I-Ih” gelmedi.
.
Artık bende takıntı oldu.
“Kadın ne zaman gelecekti acaba?”
Soracaktım ona yekten:
“Sen dolandırıcı mısın?” diye…