.

 Eskiler mi daha iyiydi yeniler mi diye kıyas yapılacak olursa, yenilerin artık akılda kalmadığı, eskilerin daha kalıcı olduğu söylenebilir. 72 sene öncesini gün gibi hatırlıyor Necdet Kurt ağabey.
İstanbul Sirkeci’den kalkan tirenler Uzunköprü’nün 5 km yakınından geçip, Avrupa’nın en ücra köşelerine kadar uzanır. O zamanlar ancak tren veya deniz yoluyla seyahatler yapıldığından Uzunköprü’ye ulaşım kolaydı. İlçenin Şehsuvar Mahallesinde oturuyorduk. Mahallemizde 3 tane kahvehane mevcuttu. Kahveci Ahmet’in kahvesine meddah gelmişti ve babam da beni meddaha götürmüştü. Daha 7-8 yaşlarındaydım.
Meddah kahve köşesine bir perde germişti. Herkesin görebileceği yükseltilmiş iskemlesine oturarak sanatına başladı.
Rolüne göre takma dişlerini çıkarıyor, değişik takkeler giyip dede rolleriyle, Lazca, Arnavutça gibi değişik lisanları kullanarak şekilden şekille giriyordu.
Bir mevzu anlatmaya başladı:
Çerçi Yahudi Nesim, Rum Dimitri ve Cenap Mehmet Ağa bir köyde buluşmuşlar. O zaman köylerde sıra ile gezek (konak) çıkardı. Gezek sırası varlıklı becerikli dul bir kadında imiş. Nesim Efendi ‘arkadaşlar burası köy yeridir. Sadece bir çorba çıkar, karnınızı çorbayla doyurmaya bakın. Arkadan ya bulgur, kesme hamur veya yufka pilavıyla yanında ayran çıkar. Gece yarısı acıkıp sabaha kadar yıldızları saymayın haaa’ diyerek durumu izah eder.
Oysa kadın, o gün çok büyük hazırlık yapmıştır. Akşam yemeği zamanı geldiğinde, misafirlerin bulunduğu odanın kapısını tıklatıp, çorbalarını almalarını söyler. Çorba, tavuk eti suyuna çorbadır. Ardından zeytinyağlı dolma, kızartılmış tavuk etli patates, arkadan bir etli yemek daha. Arkadaşları ‘ulan Nesim Efendi çorbayla doyurttun bizi’ diye sitem ederler. Nesim Efendi de ‘eh ne yapayım tahmin edemedim’ diye mahcubiyetini belirtir.
İyice doymuşlar artık yiyecek tarafları kalmamıştır. Kapı tekrar tıklar. Baklavanızı alın diye seslenir ev sahibi. Nesim efendi, arkadaşlarına ‘bire kuzum bir kahvehanede tıklım tıklım dolu insanlar, padişah geldi denince hemen ayağa kalkarlar ve yer açarlar. Baklava da yemeklerin padişahı olduğundan eh ona da bir yer açılır elbet’ diyerek baklavaya yumulur. Dinlene dinlene baklavayı da yerler artık. Kadın da kapı deliğinden gözetlemektedir. Baklava bitince kapıyı yine tıklatır ve ‘bu da soğukluğunuz deyip koca bir kap sütlacı uzatır.
Artık bir yudum yiyecek tarafları kalmadığından Yahudi Nesim Efendi, yine bir fikir ortaya atar: ‘Bire kuzum her şeyin bir kolay tarafı vardır. Bu gece rüyaya yatarız. Kim güzel bir rüya görürse sabah sütlacı o yer’ der.
Yatma vakti gelince Mehmet Ağa yatıp hemen uykuya dalar. Nesim Efendi olsun, Dimitri olsun sütlacı yemek için, gecenin ilerleyen saatlerine kadar rüya düşünerek daha sonra derin bir uykuya dalarlar.
Mehmet Ağanın gece yarısı tuvalet ihtiyacı doğar ve uyanır. İhtiyacını giderdikten sonra mutfağa gidip şu sütlacın bir tadına bakayım der. Adamın kötü bir niyeti yoktur. Sadece bir kaşık alacak tadına bakacaktır. Bir kaşık daha e bir kaşık daha bir kaşık daha derken sütlacı bitirir. Eh onların rüyasına göre ben de bir şey uydururum deyip tekrar yatar.
Sabah olunca eller yüzler yıkanıp rüyalar anlatılmaya başlanır. Nesim Efendi gecenin tam bir yarısında aksakallı bir Pir’i elinde asasıyla gördüğünü, Pir’in Musa Aleyhüsselam olduğunu ve kendisini asasına bindirip yerin yedi kat yukarısına çıkardığını anlatır. Dimiri de ona benzer bir rüyada aksakallı bir Pir gördüğünü, Pir’in İsa Peygamberimiz olduğunu, kendisini yerin yedi kat diplerine indirdiğini çok yerler gördüğünü anlatır.
Sıra Mehmet Ağaya gelir. Tam gece yarısı uykumun en derin yerinde aksakallı bir Pir’in asasıyla dürtüp uyandırdığını, asasını tam kafasına vuracakken niye vuruyorsun diye sorduğunu, Pir’in, ‘Nesim Efendinin gökyüzünün yedi kat yukarılarına çıktığını, Dimitri Efendinin yerin yedi kat aşağılarına indiğini, peki o zaman ben ne yapayım diye sorduğunda, hemen sütlacı ye dediğini anlatır. Nesim Efendi ‘bre kuzum sütlacı yedin haaa’ diye sorar. Mehmet Ağa ne desin: İstersen yeme, yoksa Pir’in asası kafamda patlayacaktı!