.

Arkadaşlarla oturuyoruz.
Ülkenin geleceğinden bahsediyoruz ve her Türk insanı gibi kendi kendimize soruyoruz;
“Ne olacak bu ülkenin hali?” diye.
Herkes ayrı kafadan cevap bulmaya, tahmin yürütmeye çalışıyor.
Ancak söz dönüp dolaşıp, yeni nesile geliyor ve başlıyoruz sıralamaya:
“Bu nesilden bir şey olmaz.”
“Bunların bir şeyden haberi yok.”
“Bunlar bir şey görmedi.”
“Tablette oyun oynamaktan başka bir şey bilmiyorlar.”
.
Söylenenler doğruydu ama onlar bizim gibi sokakta hiç oynamadılar ki,
Onların “Sokak çetesi” denilecek arkadaşlıkları olmadı ki,
Onlar mahalle bakkalı bilmediler ki,
Soba üzerinde kestane pişirmeyi, mısır patlatmayı, ekmek kızartmayı görmediler ki…
.
Bu yeni neslin dünyaları ellerinde tuttukları tablet kadar, sürekli oyunların sanal dünyasında yaşayıp gidiyorlar.
.
Yazdıklarım daha kapsamlı olarak bir araya toplanıp yazılmış.
Sosyal medyada sörf yaparken gördüm ve aldım.
Kimin yazdığını bilmiyorum ama ellerine sağlık.
Okurken insanın yüreğine dokunan, bizleri geçmişimize götüren, yaşadığımız hayatın “Neden böyle olduğuna ışık tutan” şifler zinciri gibiydi.
Sizlerle de paylaşmak istedim.
.
Eskiden;
Banyo taburesine oturmadan önce su döken nesiliz biz.
Annemizin sinirlenince kafamıza “dank” diye ses çıkartan taslarla yıkandık,
Banyodan sonra havluya sarılıp sobanın yanına geçtik…
Saçlarımızdan düşen suları sobaya düşürür “cısss” sesini dinlerdik.
En güzel mahalle maçlarını annemizin zamansız banyo yaptırmaları yüzünden kaçırdık.
Cumadan verilen ödevi pazar akşamı yapan nesiliz.
Aynı simidi 2-3 kişi yiyip aynı şişeden gazoz içtik.
Arkadaşın bisküvisinden alınca içi yanan değil, mutlu olan nesildik.
Anne terliğinin tadına doyumsuz bakmış, pazar banyosunu genelde leğende ülfet sabunu ve maşrapayı kafasına yiye yiye yıkanmış tertemiz çocuklardık. Her sabun kokusunda çocukluğum aklıma gelir bu yüzden…
Bizler kardan adam yapıp “erimesin” diye dua eden çocuklardık.
Sokak oyunundan vazgeçemeyip, salça ekmek yiyip doyan çocuklardık.
Yere düşen ekmeği öpüp başımıza koyardık.
Tuvaleti geldiğinde annesi eve alır korkusuyla sokağa “çiş” yapan çocuklardık.
O günler çok çok güzeldi hele hele bugünlerle karşılaştırıldığında.
Çocuk gibi çocuktuk biz…
Huzur ve saygı vardı, mutluyduk küçücük dünyamızda…
Sabahtan akşama kadar oyun oynardık.
Karnımızın acıktığını unuturduk oyun oynarken.
Gazoz kapaklarıyla oynayan çocuklardık, çelik çomak oynardık, çember çevirirdik, çomaktan bez bebekler yapardık, ekmeğimize toz şeker atıp yerdik.
Yaprakları içine “pirinç” diye kum koyar, sarardık.
Ölen bir kuş görürsek gömer, mezar yapar dua okurduk mutluyduk…
Çam ağacının kabuğundan araba traktör yapardık, yaramazlık yapardık annemizden dayak yememek için saklardık, ilkokulda soba ile ısınırdık…
Biz küçükken çok büyüktük.
Mesela kollarımızı bir açardık, dünyayı kucaklardık.
Güzeldik biz küçükken…
Arkadaşlarımızla beraber bir gece uyuyabilirsek eğer velinimetti bizim için, çok lükstü, hayaldi belki de…
Bizler bahçeli evlerimizde çevremizdeki insanlara güvenerek büyüdük.
Annelerimizin dizlerinin dibinde sokakların, bahçelerin, ağaçların, tozun toprağın kokusunu içimize çekerek büyüdük.
Kapı önlerine paspas serip evcilik oynardık, kapı önünde çizgili oynardık, kaldırım taşına oturur saatlerce oyalanırdık…
Oyuncaklarımız, mutfak eşyalarımız yoktu...
Ekmeğin arkasındaki kâğıdı sökmek için uğraşırdık, hep kâğıt kalırdı…
Bizim hiç bir şeyimiz yoktu ama yine de mutluyduk.
O günleri yine doya doya yaşamak için neler vermezdim ki…
Biz çocuk gibi çocuktuk!