.

Cumhuriyetimizi kutladık.
Törenlerle,
Fener alaylarıyla.
.
Coşkulu bir halk ellerinde bayraklarla sokaklarda bayramını kutladı.
.
Zorlama olmadan,
Mecbur tutulmadan.
Sevgiyle…
.
18 Mart’taki (seçim öncesi) yapılan fener alayında en öne geçenleri bu sefer göremedik nedense?
Biz kırkı kişiyiz birbirimizi biliriz.
Anlayan da anladı zaten…
.
Neyse.
Cumhuriyetin fazilet olduğunu bilmeyenler varsa aranızda şu satırları iyi okusun.
Elimizdekilerin ne kadar değerli olduğunu bilsinler.
.
Öylesine yazılmış bir tarih olmadığını,
Akıl isteyen,
Fikir isteyen,
Kültür,
Bilgi,
Kabiliyet isteyen yönetimlerin kolay olmadığını anlatan satırlar bunlar.
.
Sosyal medyada geçti elime.
Sizlerin de okumasını istedim.
Her şeyin tesadüf olmadığını bilin istedim.
.
Bazılarının yaptığı gibi; “ben yaptım oldu” zihniyetinin icat edilmediği zamanlar yani.
.
Yazarını bilemedim, eğer aranızdaysa bana ulaşabilirse ismini yayınlarım.
Şimdiden kendisine bu yazı için teşekkür ederim.
.
Cumhuriyet neden 29 Ekim de ilan edildi, bugüne kadar ben de bilmiyordum sebebini.
Çok anlamlı bir nedeni var.
Cumhuriyetin ilanından 2 yıl sonra, yani Ekim 1925’te Fahrettin Altay Paşa Çankaya’da Atatürk’ün misafiridir.
Zihnini hep meşgul eden bir soru vardır.
‘Acaba Mustafa Kemal Atatürk Cumhuriyeti neden 29 Ekim’de ilan etmiştir. Neden 27 Ekim veya 1 Kasım değil?’
Çankaya Köşkünde yemek sonrası Atatürk’ün yanına gider.
“Paşam benim dikkatimi çekmiştir. Cumhuriyetimizin ilanının 29 Ekim gecesine denk gelmesi acaba bir tesadüf müdür?
Üç gün evvel, beş gün sonra da olabilirdi” der.
Bunun üzerine Atatürk şunları söyler:
“Mütarekenin ilk günlerini hatırlarsın.
Saray ve hükümet teslimiyeti kabul etmişti. Hükümet sarayın, saray da itilaf devletlerinin elinin altına girmişti.
Saray bu halinden memnundu.
Fakat ben bunu kabul edemezdim.
Buna karşı koymakla bir çıkış yolunu temin ederek, bu mazlum milleti tarih sahnesinden silmek, ortadan kaldırmak isteyenlere karşı harekete geçmek için kendimi vazifeli saymıştım. Dünyada tek başımıza idik, fakat benim inandığım ideale benimle beraber olanlar da bağlandılar ve netice hâsıl oldu.
.
Mütareke 30 Ekim 1918’de imzalanmıştı.
Vatan parçalanmış, istilaya uğramıştı.
Peki, 30 Ekim 1918’den bizim İzmir’e girdiğimiz tarih olan 9 Eylül 1922’ye kadar kaç yıl geçti?
Dört yıl.
29 Ekim 1923’te Cumhuriyeti ilan ettik.
İşte beş yıla sığdırdığımız büyük inkılâp, bizim yaşadığımız şartlara duçar olmuş, hangi milletin tarihinde vardır?
Bu mazlum millet kendisinin hakkı olan yere ulaşmıştır, çektiğimiz acıların, sıkıntıların en büyük mükâfatı işte budur.
Bütün dünya bunu görmüştür.
Daha da görecekleri vardır. Beni en çok mesut eden hadise, bu mazlum milletin hak ettiği bu yere gelmesidir.
Sen benim 30 Ekim 1918 sonrası günlerdeki çektiğim azabı bilirsin. Yanımdaydın.
Mondros 30 Ekim’dir. Cumhuriyet 29 Ekim.
İşte bu da, mazlum bir milletin ahıdır.
Sanırım ki o zamanki devletler bunu anlamışlardır.”
Atatürk bir an durur, elini masanın üzerine koyar ve:
“Deyiniz ki, bu tarihten silinmek istenilen bir milletin öcüdür…”
Fahrettin Altay
“Ama paşam bundan hiç bahsetmediniz…”
Atatürk cevap verir:
“Övünmek olur, övünmek benimle beraber mefkûreye inananların, milletin, ordunun hakkıdır…”
.
Atatürk’ün cumhuriyet ilanı için 29 Ekim tarihini seçmesinin özel nedeni bu cümlelerden de anlaşılıyor.
Atatürk 30 Ekim 1918 de imzalanan Mondros Mütarekesi ile her anlamda teslimiyet içine girmiş, kendi tabiri ile esarete uğramış milletinin kaç yıl bu esaret altında kaldığı sorusuna 5 yıl cevabı vermek istemez.
O nedenle 4 yıl 364 gün sonra cumhuriyeti ilan ederek bir ifadeyi kesinleştirmek istemiştir.
Esaretten 1 gün önce cumhuriyeti ilan ederek bir anlamda öç almak istemiştir.
.
Türk milleti 5 yıldır esaret altındadır demek ona çok zor geldiğinden Türk milleti 4 yıl esaret altında kalmıştır diyebilmek için 30 Ekime 1 gün kala cumhuriyetin ilan edilmesini istemiştir.
Mustafa Kemal Atatürk, mağrur ve galip batılı devletlere “Ben 30 Ekim’i tanımıyorum!
Sizden bir gün öndeyim. Siz 29 Ekim’i tanıyacaksınız!” demiştir.