.
Süleyman Nazif, hayatı boyunca, yazar, düşünür Abdullah Cevdet ile hep tartışmış, ona sataşmış, zaman zaman kavga edip dargın kalmıştır.
Bir gün karşılıklı yemek yiyorlarmış. Abdullah Cevdet tabağındaki tavuğu bıçakla kesmeye çalışırken, but kaymış, Süleyman Nazif’in kucağına düşmüş, üstü başı rezil olmuş...
Süleyman Nazif ellerini açmış:
-“Ey mübarek hayvan, bu adamın şerrinden bana değil, Allah'a sığın!”
***
Süleyman Nazif hiç sevmediği bir yazar için Abdullah Şinasi'ye sormuş:
-“Arkadaşınız Fransızca bilir mi?”
-“Evet bilir.”
Süleyman Nazif gülümsemiş:
-“Türkçe bilmiyor da, acaba başka bir dil biliyor mu diye merak ettim!”
***
Süleyman Nazif’in bir yazısı, İleri gazetesinde yanlışlıkla Florinalı Nazım imzasıyla yayımlanmıştı.
Celal Nuri, Süleyman Nazif e takılmak istedi: -“Geçmiş olsun üstat. Başınıza bir kaza gelmiş.”
-“Allah beterinden saklasın, deyiniz. Ucuz kurtulduk...”
-“Bundan beter ne olabilir ki, üstadım?”
-“Olur, olur... Ya onun yazısı altına benim imzamı koysalardı?”
***
İçtihat dergisini yayımlayan Abdullah Cevdet'in bir şiirindeki ‘Ben bu vatanın öksüzüyüm’ dizesi, mürettip hatası sonucu ‘Ben bu vatanın öküzüyüm’ biçiminde çıkmıştı.
Abdullah Cevdet buna pek öfkelenmişti. Önüne gelene dert yanıyordu.
Babıâli yokuşundan inerken Süleyman Nazif’e rastladı.
Uzun uzun yakındıktan sonra sordu:
-“Ne dersin bu işe?”
Süleyman Nazif cevabı yapıştırdı:
-“Tam isabet, tam isabet!... Ona mürettibin hatası değil, sevabı derler!”
***
Bir gün Kâmil Paşa, yapılan bir şikâyet üzerine Şair Eşref’i vilayet makamına davet etmişti. Davete icabet eden Eşref, vilayete geldiği zaman kendisine valinin encümen toplantısında olduğunu ve biraz beklemesi gerektiğini söylediler.
Valiyi bekleyen şair, bir ara konuşulanları dinlemeye çalıştı. O esnada valinin münakaşa edilen bir mesele hakkında şöyle dediğini duydu:
-“O kadar da incelemeyin, millet eşektir anlamaz.”
Bu sözlere çok üzülen şair, hemen cebinden çıkardığı bir kâğıda şu kıtayı yazdı ve valiye verilmesi için odacısına bıraktı. Sonra da çıkıp gitti:
Ehli mansıptan birisi millete essek dese, reddolunmaz sözü amma eşşoğlu can sıkar.
Millete eşşek diyen eşşek herif bilmez mi ki sadrazamlalar da, valiler de milletten çıkar.
***
Süleyman Nazif, Bağdat Valisiyken ordu kumandanlığından şöyle bir telgraf alır:
-“Yüzbin okka şeker, beşyüzbin okka un ve onbin okka çay temin edip acele kumandanlığımıza gönderiniz...”
Süleyman Nazif, cevap olarak şu telgrafı çeker:
-“Çin İmparatorluğuna çekmeniz lâzım gelen bir telgraf, yanlışlıkla vilayetimize gelmiştir. Telgrafınız okunmuş ve mes'ûliyetimiz mahşere kalmıştır. Bilgilerinize...”
***
Sultan Mecit, bir gün Boğaziçi'nde büyük bir bağın ortasındaki köşkte oturan bir Bektaşi babasını ziyarete gitmiş.
Baba o sırada komşu bahçelerden birinde misafir bulunuyormuş. Padişahın geldiğini işitince derhal karşılamaya koşmuş.
Bektaşi gelinceye kadar padişah bağın her tarafını dolaşmış. Bektaşi gelince hal ve hatır sorulduktan sonra konuşmaya başlamışlar:
-“Erenler, bu kadar büyük bağın üzümünü ne yaparsınız?”
-“Müritler ve canlarla beraber yeriz padişahım.”
-“Bu derece büyük bağın üzümü yemekle biter mi?”
-“Yediğimiz kadarını yeriz. Kalanı da sıkar, fıçılara basar, sonra içeriz.”
-“Peki, sıkılmış üzüm şarap olmaz mı?”
-“Vallahi efendim, biz üzümü sıkıp fıçılara basarız. Artık Allah ne murat ederse o olur. Üst tarafına karışmak haddimiz değildir!”