Yaşadığımız hayatta ne çok şeyi içimize atıyoruz, ne kadar çok adaletsizliği sindirip, yutkunuyoruz farkında mısınız?
“Haksızlıkla yüz yüze geldiğin anda sana doğru yolu gösterecek olan tek şey yüreğinde duyacağın o derin öfkedir. Kalıplaşmamış bir öğüttür öfke. Öfkelenmeyi bil, haksızlıkla yüz yüze geldiğin anda öfkelenmesini bil!” demiş Nobel’e aday gösterilen ilk kadın aday Leyla Erbil…
Yaşadığımız hayatta ne çok şeyi içimize atıyoruz, ne kadar çok adaletsizliği sindirip, yutkunuyoruz farkında mısınız? Ama yine de çabalamaya devam ediyoruz, bazen tükensek de, silkinip devam ediyoruz.
Haksızlığa uğrasak da, ümidimiz azalsa da pes etmiyoruz…
Belki de gerçekten tepki vermek gerek…
Sedef çiçeğinin hikayesi gibi…
Mahkeme salonunda, seksenlerindeki yaşlı çiftin durumu içler acısıydı. Adam inatçı bakışlarla suskun, Nine'nin ağlamaktan iyice çukurlaşmış gözleri ve keskin çizgileriyle bıkkın bakışları süzüyordu etrafını ve hakimin tokmak sesiyle sustu uğultu ve tok sesiyle, sözü yaşlı kadına verdi, hakim...
'Anlat teyze neden boşanmak istiyorsun?' Yaşlı kadın derin bir nefes çektikten sonra başörtüsüyle ağzını aralayıp, kısılmış sesiyle konuşmaya başladı.
'Bu herif yetti gari, 50 yıldır bezdirdi hayattan...'
Sonra uzunca bir sessizlik hakim oldu mahkeme salonunda... Sessizlik bu tür haberleri her gün manşet yapan gazetecilerden birinin flaşıyla bozuldu, kim bilir nasıl bir manşet atacaklardı, yaşanmış 50 yılın ardından...
Çok sayıda gazeteci izliyordu davayı, kadın neler diyecekti.. Herkes onu
dinliyordu.. Yaşlı kadının gözleri doldu ve devam etti...
‘Bizim bir sedef çiçeği vardı, çok sevdiğim. O bilmez.50 yıl önceydi..
O çiçeği bana verdiği çiçeklerin arasından kopardığım bir yaprağı tohumlamıştım, öyle büyüttüm. Yavrumuz olmadı, onları yavrum bildim. Bir süre sonra çiçek kurumaya başladı. O zaman adak adadım. Her gece güneş açmadan önce bir tas suyla sulayacağım onu diye... İyi gelirmiş dedilerdi. 50 yıl oldu, bu herif bir gece kalkıp bir kere de bu çiçeği ben sulayım demedi...
Ta ki geçen geceye kadar... O gece takatim kesilmiş, uyuyakalmışım... Ben böyle bir adamla 50 yıl geçirdim... Hayatımı, umudumu her şeyimi verdim... Ondan hiçbir şey göremedim.. Bir kerecik olsun, benim bildiğim görevlerden birisini yapmasını bekledim.... Onsuz daha iyiyim, yemin ederim.'
Hakim, yaşlı adama dönerek; 'Diyeceğin bir şey var mı baba' dedi. Yaşlı adam bastonla zor yürüdüğü kürsüye, o ana kadar suçlanmış olmanın utangaçlığını hissettiren yüz ifadesiyle hakime yöneldi. 'Askerliğimi, reisicumhur köşkünde bahçevan olarak yaptım, o bahçenin görkemli görünümüyle büyümesi için emeklerimi verdim... Fadimemi de orada tanıdım... Sedefleri de... Ona en güzel çiçeklerden buketler verdim... O çiçeklerle doludur bahçesi... Kokusuna taptığım perişan eder yüreğimi. İlk evlendiğimiz günlerin birinde boyun ağrısından onu hekime götürdüm... Hekim çok uzun süre uyanmadan yatarsa boynundaki kireç sertleşir, kötüleşir dedi.. Her gece uykusunu bölüp, uyansın, gezinsin dedi. Hekimi pek dinlemedi, bizim hatun, lafım geçmedi... O günlerde tesadüf bu çiçek kurudu. Ben ona gece sularsan geçer dedim.. Adak dilettim... Her gece onu uyandırdım. Ve onu seyrettim. O sevdiğim kadının yavrusu bildiği çiçekleri sularken seyrettim. Her gece o çiçek ben oldum. Sanki ona bu yüzden tapabilirdim...' dedi adam o yaştaki bir adamdan beklenmeyecek ifadelerle...
'Her gece O yattıktan sonra uyandım, saksıdaki suyu boşalttım. Sedef gece sulanmayı sevmez, hakim bey.. Geçen gece de, yaşlılık.. Ben de uyanamadım, uyandıramadım. Çiçek susuz kalırdı amma, kadınımın boynu yine azabilirdi. Suçlandım. Sesimi çıkartamadım'
O an mahkeme salonunda her şey sustu...