Yıllar fırtına gibi geçiyor. İnsan geri bakmaya korkuyor.

Yıllar fırtına gibi geçiyor. İnsan geri bakmaya korkuyor. Ermenek maden faciası yaşanalı tam altı yıl oldu. Geçtiğimiz ekim ayı sonunda Recep Amca korona salgınına yenik düştü. Bu ayın başında Seyit Onbaşı’yı vefat yıldönümünde andık. İki şaheser insan ne güzel dersler verdiler. Nur içinde yatsınlar.
Ermenek’te maden faciasından sonra ‘oğlum yüzme de bilmezdi, ne yaptı ki içerde’ vayınsamasıyla tanıdık rahmetli Tezcan Gökçe’nin annesini. Günlerce su çeken motorları izledik bir umut. En son cenaze töreninde milletimizin yüreğine oturan duruşuyla, yırtık lastik pabuçlarıyla gördük kendinden vazgeçmiş Rahmetli Recep Amca’yı.
Bu memleketi memleket yapan ruhu, kıtlıklar yokluklar içinde koca bir memleket ortaya çıkaran duruşu görmüş olduk bütün çelişkileriyle.
Bir yandan sefanın tavanına vuran onursuz yöneticilerimizle, diğer tarafta kara kışın eşiğinde delik pabuçlarıyla kahraman milletimizi aynı karede görmüş olduk.
Evet, 1970’lerde lastik pabuç, naylon pabuç en çok giyilen pabuçlardı. Kışın tabanına eski kepenekten keçe kesilip konur sıcak, yazın da iki delik açtın mı serin tutardı. Tarlada, dağda bayırda çok dayanmaz, her yıl yenisi alınırdı.
Recep amca hiç kimseye el avuç açmamış. Hakkı olmayan hiçbir şeyi istememiş. Parası olmadığı için lastik pabuçları yenileyememiş, dişlerini yaptıramamıştı.
Memleketi hüzne boğan duruşu yürekten tebrik ederken, idarecilerimizin müjde çeker gibi banka borçlarını erteledik açıklamaları vardı yürekleri bir kat daha burkan. Devlet milletten hiç bu kadar uzaklaşmış mıydı acaba?
Atatürk, Kurtuluş Savaşından sonra Edremit’i üç defa ziyaret etmiştir. Ziyaretlerinden birinde Edremit Kaymakamına Seyit Onbaşıyı sorar, görmek istediğini belirtir. Edremit kaymakamı ve Havran Nahiye Müdürünü alır bir telaş. Hiç akıllarına gelmemiştir memleketlerinde bir Çanakkale Gazisinin yaşadığı. Köyünde bulurlar. Üstü başı perişandır. Zaten odunculuk yaparak geçimini sürdürmektedir. Odunculuk yapanın sağlam elbisesi de olmaz. Kaymakam ve Nahiye Müdürü Seyit Onbaşıyı Atatürk’ün karşısına çıkarmaya korkarlar. Bütün terzileri dolaştırırlar ama üzerine uygun bir elbise bulamazlar. En büyüğünü giydirip getirirler. Seyit onbaşının giydiği takım elbisenin pantolonunun paçaları dizlerine, ceketin kolları dirseklerine gelmektedir. Atatürk durumu anlamıştır, derin bir iç çektikten sonra ‘hey Koca Seyit, seni bu halde mi görecektim’ der. İdarecilere dönerek kendinden haber beklemelerini söyler. Bir ay içinde telgraf gelir. Kaymakam ve Nahiye müdürü görevden alınmışlardır.
Tarihimiz insanlık dersleriyle dolu. İnsan olmanın her şeyden önemli olduğunu millet olarak anlamak zorundayız. Artık insani değerleri geçiştirme lüksümüz yok. Dirlik ve düzenliği, adaleti, insan hukukunu herkesin elbirliğiyle sağlaması gerekir. Bana dokunmayan yılan bin yaşasın felsefesini millet olarak öldürmek zorundayız.
Evlerimizde elektriğin keyfini sürerken Rahmetli Recep amcanın lastik pabuçlarını hatırlasak bile yeterli değil mi? Varsın idareciler hangi saraylarda yaşarsa yaşasın. Nasıl olsa millet olarak Recep amcanın lastik pabuçlarını anladığımız zaman idarecilerimiz düzelecektir değil mi?