İstiklal Marşımızın yazarı Mehmet Akif’in fazla bilinmeyen yönlerinden biri, ömrünün önemli bir kısmını yobazlarla mücadelede geçirmiş olmasıdır.

İstiklal Marşımızın yazarı Mehmet Akif’in fazla bilinmeyen yönlerinden biri, ömrünün önemli bir kısmını yobazlarla mücadelede geçirmiş olmasıdır. Özellikle din üzerinden siyaset yapan, ticaret yapan yobazlarla mücadele etmiştir.
Dincilerin, yobazların damarlarına o kadar çok basmıştır ki, iktidar sahiplerinin itibarlı kişisi, hastalığında hem cumhurbaşkanı, hem de meclis başkanı, hatta daha sonra diyanet işleri başkanı tarafından ziyaret edilmiş olan fesli tarihçi Mehmet Akif Ersoy hakkında ağza alınmayacak kötü ifadeler kullanmıştır. Mehmet Akif’in torunları tarafından açılan davada da mahkemece hakaretleri kanıtlanmıştır.
Mehmet Akif, askere ve millete moral olması için açılan marş yarışmasına katılmamıştır. Sebebi ise 500 lira ödül olmasıdır. Ancak Milli Eğitim Bakanının 5 Şubat 1921 tarihli mektubu üzerine yazmaya karar vermiştir. İstiklal Marşı 17 Şubat 1921 tarihinde Hâkimiyeti Milliye Sebilürreşat dergisinde yayınlanmıştır. Sonuçta 12 Mart 1921 yılında kabul edilmiştir. Verilen ödülü de yoksul kadın ve çocuklarına iş öğreten kuruma bağışlamıştır.
Fakir bir ömür geçiren Mehmet Akif, aslında dinci yobazlara, hurafecilere karşı çok ciddi mücadeleler vermiştir. Toplumu dinle ve gerçekle ilgisi olmayan cahil, sözde din alimi geçinenlerle mücadele etmiştir. Aslında son derece dindar bir insandır ama din tacirlerinden yobazlardan nefret etmektedir.
Balık baştan kokar diye bilinir ama aslında balık karnından, içinden kokar. Ağaç da içinden, özünden çürümeye başlar. Ağaç kabuktan yara alsa da kısa sürede tamir eder. Mehmet Akif, hep toplumun içine, özgün yapısına önem vermiştir. Toplumun kendisi ne kadar düzgün ve sağlıklı olursa o derece ayakta kalabileceğine inanmıştır.
Toplumun gelişiminde, bilim adamlarının ve bilgi üretmenin, fikir geliştirmenin birinci derecede önemli olduğunu, alimlerin bir toplumu hem geliştirebileceğini hem de batırabileceğine işaret etmiştir.
Halkalı Ziraat Mektebini birincilikle bitiren Mehmet Akif, hem batıyı, hem de doğuyu gezmiş, özellikle İslam dünyasında bilim insanlarının yetişmemesine ve toplumun gerçeklerden uzaklaşmasına şahit olmuştur. Özellikle din alimlerinin toplumu hurafelere nasıl sürüklediğini tespit etmiş ve sert bir dille eleştirmiştir.
Batıdan esinlenmenin, batılıların yaptığı çalışmaları kopya etmenin toplumu bir yere götürmeyeceğini, toplumun kendi gerçeğine uygun bilgi üretmesi gerektiğini ve bunu da bilim adamlarının görevi olduğunu vurgulamıştır. Bu konuda Japonları örnek göstermiştir. Kültürlerini koruyarak gelişimlerine vurgu yapmış, “bizim kadar Müslümanlar “Buda”ları olmasa” demiştir. Akif’in daha yüz yıl öncesindeki tespitlerini bugün bütün dünya hayranlıkla izlemektedir. Oysa Japonya Akif’ten sonra ikinci dünya savaşı geçirmiş, yerle bir olmuştur.
Bir ülkede bilimin gelişimi evrensel düşünebilen bilim insanlarının çoğalmasıyla mümkündür. Kendi toplumunun gelenek ve göreneklerini bilen, problemlerini yük edinebilen bilim insanlarının çoğalmasıyla gelişir.
Bilgi transfer eden, bir yerleri veya bir takım uygulamaları örnekleyerek yürüyen aydın saydıklarımızla ne bilimin ne de toplumun ilerlemesi mümkün değildir. Hür olmamış, tabiiyet hisleriyle olguları değerlendirebilen, siyasi dayanmışlıklarla varlığını sürdürmeye çalışanlar özgün bilgi üretemezler. Son zamanlarda ne kadar çok çoğaldılar.