Yaz aylarında deniz ve göllerde boğulma vakalarına sıklıkla rastlanır.

Yaz aylarında deniz ve göllerde boğulma vakalarına sıklıkla rastlanır. Son yıllarda ise denizler boğuluyor artık. Denizlerde yaşam bulmuş bütün canlılar, balıklardan ahtapotlara hemen hepsi nefes almakta zorlanıyor.
Küresel ısınma ve iklim değişimi karasal canlılar kadar deniz canlılarını da tehdit ediyor. Sucul yaşam alanlarında oksijen gittikçe azalıyor.
Okyanusların oksijen seviyeleri farklılık göstermekle birlikte, hemen çoğunda azalma gösterdiği dikkat çekiyor. Atlas okyanusunun Kuzey Amerika kıyılarında yapılan ölçümlerde oksijenin azaldığı, deniz yüzeyine biriken yağlı materyallerin su ile atmosfer arasında perde oluşturduğu, solunumu engellediği bildiriliyor.
İklim bilimcileri, oksijen düşüşlerinin, yüzyıllar boyunca telafi edilemeyecek düzeylerde olduğunu ifade ediyorlar. Derin deniz ekosistemleri ve oksijensiz okyanus suları üzerinde yapılan araştırmalarda, yaşam alanlarının iyice daraldığına dikkat çekiyorlar. Temiz sulara uyum sağlamış balık türleri sistemden çekiliyor. Karasal ekosistemlerdeki tür erozyonu, denizel ekosistemlerde de meydana geliyor.
Geçtiğimiz yarım yüzyılda, yapılan ölçümlere göre okyanuslarda toplam oksijen miktarı %2 oranında kaybolmuş görünüyor. Oksijen miktarındaki azalış Büyük Okyanusta ve Okyanusların tropikal bölgelerinde çok daha fazla.
Karbon emisyonlarının her zamanki gibi devam edeceği varsayılarak yapılan iklim modellemelerine göre gelecek 15-25 yıl içinde okyanusların hemen tamamında oksijen azalışları ortaya çıkacak.
Okyanusta yaşayan fitoplankton (karadaki yeşil bitkiler gibi fotosentez yapan mikroalgler) ve diğer su bitkileri denizel ekosistemlerin en önemli oksijen kaynağıdır. Deniz suyu sıcaklıklarındaki artışlar, çözünebilir oksijen kazanımını azaltmaktadır.
Küresel ısınma, rüzgâr ve hava hareketleriyle meydana gelen dalga ve akıntıları azaltmakta, suyun solunumunu düşürmektedir. Nefes alamayan denizlerde oksijeni zayıf tabaka 100 metre derinliğe kadar inebilmektedir.
Isınma aynı zamanda mikropların ve hayvanların solunum miktarlarını artırmaktadır. Düşük sıcaklıkta harcanan enerji düşüktür ve daha az oksijene ihtiyaç vardır. Hem oksijen üreten hem de solunum yapan fitoplanktonlar ısınan sularda daha kısa ömürlü olmaktadır. Ölen dokuları dibe çökmekte ve suyun dibinde çürükçül organizmalar tarafından parçalanmakta ve mikroorganizmalar bunun için daha fazla oksijen tüketmektedirler.
Karasal ekosistemlerden taşınan, dal, yaprak gibi organik maddeler başta olmak üzere arıtılmayan kanalizasyon suları da denizlerde oksijen tüketiminde önemli rol oynamaktadır.
Elbette bu şekilde işleyen süreç denizel ekosistemlerde tür erozyonunu daha da artıracak düzeylerdedir. Geri dönülmesi zor bir sürece giren denizlerde, oksijen kaybını azaltma tedbirleri süratle uygulamaya konmalıdır.
Tedbirlerin başında kıyılara yakın bölgelerde tarımsal üretimin daha kontrollü hale getirilmesi geliyor. Organik üretim sistemlerinin desteklenmesi gerekiyor.
İkinci önemli tedbir, tüm dünyada bütün kanalizasyon suları arıtılmalı ve daha sonra denizel ekosistemlere verilmelidir. Özellikle yemek ve bulaşık artıklarının denizel ekosistemlere gidişi durdurulmalıdır. Bir litre atık yağ, 45 insanın doğaya yaptığı baskıya eşdeğer zarar oluşturmaktadır.
Korunan deniz alanları oluşturmak mevcut türlerin neslini devam ettirmek için önemli bir uygulama olarak kabul ediliyor.
Küresel ısınma eylemleri içerisinde aslında denizler için de sağlıklı eylem planları oluşturulması gerekiyor. Yoksa karasal ekosistemlerle birlikte onlar da tükeniyor.