“Ülkede en önemli sorun nedir?” diye sorsalar cevap bir tane olmaz.
“Ülkede en önemli sorun nedir?” diye sorsalar cevap bir tane olmaz.
.
“Ekonomi” der biri,
Diğeri “İşsizlikten” bahseder.
.
İşçi ayrı, memur ayrı söyler derdini.
.
Demirel’in dediği gibi:
“Emekli, dul, yetimin” derdi başkadır.
.
Sanayiciye dokunmak başka boyutu işin.
.
Esnaf zaten bitmiş, konuşacak dili yok…
.
Tüm bunların yanında virüsü de cabası.
.
Bizler bu konularla uğraşırken kimse “Adalet” kısmına bakmıyor.
Hani mahkemelerde hâkimin oturduğu koltuğun üst kısmında yazan,
Adaletiyle ünlü Hz. Ömer’in kelamı olan:
“Adalet Mülkün Temelidir” lafına.
.
Bugün Cuma.
Hayırlı olsun herkese.
Ama bize bu günlerimizi bahşeden yüce Allah’ın dininde önemli yer tutan “Adalet” i umursamayanlar ne düşünüyor acaba?
Hesap gününde adalet terazisi karşısında dikildikleri zamanı bilmezler mi?
.
Tecavüze uğrayıp, serbest bırakılan adam karşısında elleri kolları bağlı kalan kadınla yüz yüze geldikleri zaman ne yapacaklar acaba?
.
Halkın parasını çuvallayıp çalanların Cennet’i olmuş bir ülkenin yöneticisi olarak, “Huzur-u Mahşer’de” nasıl cevap verilecek?
.
Hep merak etmişimdir.
O Huzur’da olmak isterim,
Gözlerimle görmek,
Kulaklarımla duymak…
.
İşte bugün Cuma,
“Adalet” günü.
“Ola ki birileri okur,
Ola ki birileri ders alır” diye…
.
Kıssa’dan,
Hisseler geldi aklıma…
.
Kıssa’yı yazalım,
Olur da birileri kendisine “Hisse” çıkarır.
Kelam yetmez belki anlatmaya,
Yazısı, uçmaz kalır akıllarda…
***
Fil, kendisini ormanın en güçlü hayvanı ilan etmiş.
Bütün düzeni değiştirmiş, yeniden kurmuş. Aslan, kaplan, ayı, manda dâhil, file karşı çıkan olmamış ormanda.
Fil, önce kendi yerini sağlamlaştırmış, “Herkes kendi arasında nasıl yaşarsa yaşasın, beni ilgilendirmez. Ama herkes benimle ilişkilerine dikkat etsin. Bütün kuralları ben koyacağım. Ormandakiler de ona uyma özgürlüğünü kullanacak” demiş.
.
Etkisini genişletmiş zamanla fil.
En güçlü o, tek yetkili o, gerisi sefil.
Artık sadece fille ilişkiler değil, bütün hayvanların kendi aralarındaki ilişkiler de filden ve çevresinden sorulur olmuş.
Öyle ki, ormandaki nüfus artışı bile filin işi olmuş.
Tek tek doğum yapan hayvanlara kızmış, “Bakın bir seferde 4-5 yavru doğuranlar var. Ne bu tembelliğiniz. Benimle oyun oynamayı bırakın, gidin genlerinizle oynayın, daha çok yavru doğurun” diye çıkışmış.
Her şeyi sineye çekmiş ormandakiler.
“Yeter ki” demişler, “boşalmasın kiler”.
.
Filin “değişiyoruz, değişiyoruz” naralarıyla girmiş orman şekilden şekle.
İş o noktaya gelmiş ki, eşit sayılmış maymunlar eşeklerle.
.
Zira fil, kimi kime uygun görürse ona göre şekillenirmiş ormanda yaşam.
Sadece:
“Ne güzel buyurdunuz”,
“Biz de tam böyle yapacaktık”,
“Bundan daha mükemmel olamazdı”,
“Bu hızla bütün ormanları geçeriz” sözlerine izin veriliyormuş.
Öteki bütün sözler “İstikrar bozucu” bulunuyormuş.
.
Arada hakkını aramaya kalkan olursa hemen müdahale ediliyormuş.
Üzerine, “Geber gazı” sıkılıyormuş.
.
Filin bir özelliği de kindar olmasıymış.
Kendisine yapılan hiçbir şeyi unutmuyormuş.
Aradan ne kadar zaman geçerse geçsin, intikamını alıyormuş.
Hortumuna geleni vuruyor, ayağına geleni eziyormuş.
Hiç kimseyi dinlemiyormuş.
Bir gün söylediği ertesi güne uymuyor, “Doğru budur” diyeni duymuyormuş.
.
Bundan karıncalar da payını almış, yuvaları filin ayaklarının altında kalmış.
Tam o sırada bir karınca, fil hortumunu topraktan çıkarınca, girmiş hortumun içine. Karınca az gitmiş uz gitmiş, kendisine hortumun içinde iyi bir yer etmiş.
Fil başlamış kaşınmaya.
Hortumunun içi karıncalanıyor, nedenini anlayamayınca beyni de karıncalanıyormuş.
.
Kalınca bir ağacın yanında durmuş, hortumu gövdesine vurdukça vurmuş.
Bir türlü karıncalanmayı gideremiyormuş.
Üstelik hortumu da fena halde acımaya başlamış.
Bir hamle daha ağacın gövdesine vurunca, ağaç devrilip üzerine düşmüş.
Fil ilk kez bu kadar âciz duruma düşmüş.
.
Bereket demiş kimse yok etrafta, arada bir yanından geçtiği koca kayanın nerede olduğunu düşünmüş, hah şu tarafta.
Bu kez kayalara vurmuş hortumunu, arada geçen olursa duruyormuş, anlatamıyormuş durumunu.
.
Hortumu kayaya vurdukça kaşıntıları artmış, kaşıntıları arttıkça daha çok vurmak istemiş. Derken iflas etmiş bedeni, anlayamadan nedeni, uzanıp kalmış fil…
.
Sonuçta, ormanda hiç umursamadığı minnacık bir karınca almış canını.
Orman kurtulmuş bu eziyetçiden.
.
O günden sonra kimse karıncayı yok saymamış.
Herkes hürmet etmiş ona…
Ve kimse böbürlenip, kendisini diğerlerinden üstün tutmamış.
Kardeşçe yaşamışlar…
***
Çok eski günlerde bir ülke varmış, törelere göre, biri ölürse kocaman bir “çan” çalar, herkes birinin öldüğünü anlarmış.
“Çan” adamına göre çalarmış.
.
Ne demek bu?
.
Diyelim eşraftan biri öldü;
Çan iki defa çalarmış.
Bir devlet adamı öldü;
Üç defa...
Kral öldüğünde de;
Dört defa...
.
O gün şehrin mahkemesinde bir dava varmış...
Halk, yargılananın masum olduğunu bilmekte, lakin yargıya güveninden, sesini çıkarmayıp, kararı beklemekteymiş...
.
Karar açıklanmış…
Lakin hiç beklenilen gibi değilmiş.
Herkesin masum dediği sanık, mahkûm olmuştur.
Halk konuşa konuşa,
Kararı eleştire eleştire işinin başına giderken, birden o “çan” sesini duyarlar...
.
Birinci çalışta, acaba kim öldü?
İkinci çalışta, eşraftan kim?
Üçüncü çalışta, şehrin önemli yöneticilerinden biri...
Dördüncü çalışta, demek kral öldü, kimi ah çeker, kimi vah!
.
Lakin çan bir daha çalar.
Bir ölüm daha var!
İşte bunun anlamını bilmemektedirler,
Kim acaba?
.
“Çan”ın bulunduğu tepeye koşarlar,
Çanı çalan adam oradadır:
-“Heyyyy, kim öldü?”
Adam açıklar:
-“Adalet öldü!”
***
İki arkadaş, kralın öldüğünün ertesi gün, o şehre yolları düşmüş.
Bakmışlar halk meydanda toplanmış, hepsinin başı yukarda, gelecek şeyi bekliyorlar:
-“Yahu ne yapıyorsunuz?”
-“Kralımız öldü, yeni kral seçiyoruz...”
-“Nasıl?”
-“Havaya bir güvercin bıraktık, kimin kafasına pislerse, o kral olacak!”
Derken güvercinin pisliği iki arkadaştan birinin kafasına düşmüş…
.
Kıyamet kopmuş:
-“Yaşasın yeni kral! Kralımız sen çok yaşa…!”
.
Aradan bir yıl geçmiş, arkadaşı şehre uğramış, “Bakalım bizim kral ne yapıyor?” diye...
.
Görenler etrafını sarmış:
-“Aman yetiş, şu senin kral olan arkadaşın var ya, canımıza okuyor, zulmediyor!”
Adam “Bana ne?” demiş:
-“Kafasına pisletip, kral seçenlere çok bile!”
***
Zamanın birinde ülkenin hükümdarı tedavisi bulunamayan dertlere düşer.
Hekimlerden bir tanesi “Eşkâlini verdiği çocuğun kanını içtiğinde iyileşeceğini” söyler hükümdara. Hükümdar derhal aratır, buldurur çocuğu.
Babası tutar kolundan getirir çocuğu hükümdarın karşısına.
.
Hâkim çocuğa başına gelecekleri anlatıp kararı ilettiğinde çocukcağız gülmeye başlar.
.
Sorarlar neden güldüğünü.
“Benim hakkımı koruması gereken hükümdar kanımı içmeye karar vermiş. Beni koruması gereken babam da bu karara rıza göstermiş. Hakkımı müdafaa etmesi gereken hâkim gelmiş bu kararı bana iletiyor. Ben gülmeyim de ne yapayım” cevabını vermiş.
***
Nasreddin Hoca yolda yürürken genç bir adam, Hocayı başka birine benzetir ve ensesine sert bir tokat atar.
Bu genç, kadı efendinin yeğenidir.
Sinirlenen Hoca alır genç adamı yanına, birlikte kadıya giderler.
.
Kadı ikisini de dinler ancak yeğenine kıyamayıp onu kurtarmaya çalışır:
“Hoca, bu genç adam şimdi kendine bir tokat atsa, kabul eder misin?”
Nasreddin Hoca ısrar eder:
“Olmaz, mahkeme yapılsın, cezası verilsin.”
.
Bunun üzerine kadı, akrabası olan genç adama dönüp kararını açıklar:
“Ceza olarak Nasreddin Hoca'ya 5 kuruş ödeyeceksin, hemen gidip getir!”
.
Nasreddin Hoca, para almaya giden genç adamın dönmesini, mahkeme kapısının kapanma saatine kadar bekler.
Ancak genç gelmeyince, içeri girip Kadı efendinin ensesine okkalı bir tokat indirip şöyle der: “Kusura bakma kadı efendi, daha fazla bekleyememem, gelirse söyle ona; 5 kuruşu sana versin!”