Bugün Müslümanlarca “Mübarek” kabul edilen Cuma günü.
Bugün Müslümanlarca “Mübarek” kabul edilen Cuma günü.
Hepimize mübarek olsun.
.
Başımızda muhafazakâr, dinimizi bilen, dilinden Allah, Kuran, Peygamber kelimelerini düşürmeyen iktidar var.
.
İşte bu iktidarın yönettiği ülkemiz de, güllük gülistanlık zaten.
.
Recep Tayyip Erdoğan’ın AK Parti Genel Başkanı olarak yaptığı kongre konuşmasında şunları söyledi:
“Eski Türkiye yasakların, yoksullukların ülkesiydi; kavga, kaos, huzursuzluk vardı. Bugünün Türkiye'si, özgürlüklerin, özgüvenin, kalkınmanın, büyümenin, barışın, kalkınmanın ülkesidir...”
.
Bu cümlelere bakarak ülkemizde hiçbir problemin olmadığını gayet net anlıyoruz...
.
Peki nasıl muvaffak oluyorlar?
Çünkü;
İslam hukukunun en önemli maddesi olan “Kul Hakkını” gözetiyorlar.
.
Bu hak, öylesine güçlü ki:
“Bir kulun başka bir kul üzerinde olduğu hak” olarak kısaca açıklanabilir.
.
Kul hakkının vebali ise yüce Allah katında oldukça fazla.
Allah kul hakkı için “Benim yanıma her şey ile gelin affederim. Fakat kul hakkı ile gelmeyin, onu ben değil, kulum affeder” demiştir.
.
Allah’ın bu büyük günahı bağışlayabilmesi için hakkı yenen kula danışacağı bilinmektedir.
Eğer hakkı yenen hak sahibi kişiyi bağışlamazsa Allah bu günahı affetmeyecektir.
.
Allah her insana bir takım haklar tanımıştır. İnsanların birbirleri üzerinde hakları bulunmaktadır.
“Bir kimse bir kimsenin hakkını yer, malını çalar, hırsızlık yapar ise büyük vebali olan kul hakkını işlemiş olur.”
.
Kul hakkı pek çok sebebe bağlı olarak işlenebilir.
“Bir kişi ile alay etmek, küçük düşürmek, başkasının yanında aşağılamak, rencide etmek de bir kul hakkıdır.”
.
Ayetlerde şöyle tarif edilir:
Duha Suresi 9. Ayet;
“Öyleyse yetimin hakkını sakın yeme.”
.
Fecr Suresi 17. Ayet;
“Hayır! Doğrusu siz yetime ikram etmiyorsunuz, yoksulu yedirmeye birbirinizi teşvik etmiyorsunuz. Haram helâl demeden mirası yiyorsunuz. Malı aşırı biçimde seviyorsunuz.”
.
Nisa Suresi 10. Ayet;
“Yetimlerin mallarını haksız olarak yiyenler şüphesiz karınlarına ancak ateş dolduruyorlar. Zaten onlar alevlenmiş ateşe gireceklerdir.”
.
Hadislerde ise;
“Kim ki yetimin hakkını yer ise ahirette o kişi iflas eder.”
.
“Kim birinin hakkını yediyse ahirette zor duruma düşmemek için o kişinin gönlünü alın, helalleşin. Borcu olan bir kişi Cennete giremez.”
.
Hükmü nedir?
Peygamberimiz; “Aksine gerçek müflis şu kimsedir: Kıyamet günü, kıldığı namaz, tuttuğu oruç ve verdiği zekâtla gelir. Ancak dünyada iken şuna sövmüş, buna iftira atmış, ötekinin malını yemiş, berikinin kanını dökmüş, bir başkasını dövmüştür. İhlâl ettiği bu hakların karşılığı olarak onun iyiliklerinden alınıp hak sahiplerine verilir. Şayet hesabı görülmeden iyilikleri biterse, mağdur ettiği insanların günahlarından alınarak onun üzerine yüklenir, sonra da cehenneme atılır.” demiş.
.
Diyanet İşleri Başkanlığının “Kul Hakkı” ile ilgili 18 Ekim Cuma tarihli hutbesi aynen şöyle:
“Her insanın malını ve meşru kazancını koruma hakkı vardır. Haksız yollarla mal elde eden, ticarete hile karıştırarak müşterisini aldatan ve işçisinin hakkını tam olarak ödemeyip gasp eden kişi, harama el uzatmış demektir.
İnsanın kişilik değerleri, şerefi, namusu ve inancı da dokunulmazdır. Bir başkasının değerlerine hakaret etmek, adını karalamak, yalan ve iftira ile itibarını zedelemek en önemli hak ihlalleri arasında yer alır. Hak ihlali ise kanunlarımıza göre suç, dinimize göre de büyük bir vebal ve günahtır.
Yüce Rabbimiz, ‘Hiçbir peygamberin emanete hıyanet etmesi düşünülemez. Kim emanete, devlet malına hıyanet ederse, kıyamet günü, hainlik ettiği şeyin günahı, boynuna asılı olarak gelir. Sonra da hiçbir haksızlığa uğratılmaksızın herkese kazandığının karşılığı tastamam ödenir.’ buyurmuştur.
Rahmet elçisi (s.a.s) ise bu konuda ümmetini şöyle uyarmıştır: ‘Kimse hakkı olmayan bir karış toprağı bile almasın! Eğer alırsa, kıyamet gününde Allah yedi kat yeri onun boynuna dolar.’
***
1 MECİDİYE…
Kul hakkı ile ilgili Çanakkale Savaşlarında yaşanmış bir öyküyü de burada yazmadan geçemeyeceğim.
.
Çanakkale Savaşı sırasında, Kocadere Köyü’nde, cepheden gelen yaralılara ilk müdahalenin yapıldığı büyük bir sargı yeri kurulur.
Bu sargı yerine kimi Urfalı, kimi Bosnalı, kimi Adıyamanlı, kimi Halepli çok sayıda yaralı getirilmektedir.
.
Bu yaralılardan biri de, Lâpseki’nin Beybaş Köyü’ndendir ve yarası da oldukça ağırdır. Yaranın kendisine verdiği derin ıstıraptan dolayı nefesini dahi güçlükle alıp verebilmektedir.
Alçalıp yükselen göğsünü biraz daha tutabilmek için komutanının elbisesine yapışır. Derin bir nefes aldıktan sonra şehadet arzusuyla yanan gönlünden dudaklarına tane tane şu kelimeler dökülür:
-“Ben bir pusula yazdım… Lütfen onu arkadaşıma ulaştırın…”
Tekrar konuşabilmek için bir müddet sükût eder, yine derin bir nefes aldıktan sonra, defalarca yutkunarak şu cümleleri sarf eder:
-“Ben… Ben köylüm Lapsekili İbrahim Onbaşı’dan 1 mecidiye borç almış idim… Kendisini tekrar göremedim. Belki onu görmeden şehadet şerbetini içmek nasip olur. Ölürsem, söyleyin ona, bana hakkını helâl etsin.”
.
Bu kahraman Mehmetçiğin son nefeslerinde bile kul hakkına göstermiş olduğu hassasiyetten dolayı komutanının gönlü dolar, gözleri yaşarır ve şu sözleriyle onu teselli etmeye çalışır:
-“Sen hiç merak etme evlâdım. Onu bulur ve senin için kendisinden helâllik alırız inşallah!”
.
Bu kısa konuşmanın ardından o yiğit Mehmetçik, komutanının kolları arasında şehadet şerbetini içer.
Son sözü yine:
-“Söyleyin ona, bana hakkını helâl etsin!” cümlesi olur…
.
Aradan çok fazla zaman geçmez.
O sargı yerine sürekli yaralılar getirilmektedir. Hatta bunlardan birçoğu, daha sargı yerine ulaştırılamadan şehit düşmektedir. Bu şehitlerin üzerinden çıkan eşyalar ve künyeler ise derhal komutana ulaştırılmaktadır.
.
Komutan, az evvel yaşamış olduğu hâdisenin gönül dünyasında meydana getirdiği hâlden henüz kurtulamamışken, getirilen pusulayı okur ve okuyunca da olduğu yere yığılır kalır.
.
Ellerini yüzüne kapatır, ne vücudunun gayr-i iradi titremesine engel olabilir ne de çağlayan hâlinde akan gözyaşlarına…
.
Pusuladaki not şöyledir:
“Ben Beybaş Köyü’nden arkadaşım Halil’e 1 Mecidiye borç vermiş idim. Kendisi beni göremedi. Biraz sonra taarruza kalkacağız. Belki ben de onu bir daha göremem. Arkadaşım kul hakkı hususunda çok titizdir. Kendisine söyleyin, tedirgin olmasın, ben ona hakkımı helâl ettim.”
***
AŞININ ETKİSİ…
1 Mart’ta okulların yüz yüze eğitime açılacağının duyurulması sonucu “Öğretmenlere” aşı uygulamasına Çarşamba günü başlandı.
.
Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk’un aşılanması ile başlayan bu kampanya,
e-nabız programına girerek sıranın kendisine geldiğini öğrenen 1 milyon 249 bin öğretmenlerin aşılamasıyla devam edecek.
.
Buraya kadar güzel.
.
Şimdi soru şu:
Bu öğretmenler ne zamana kadar aşılanacak?
.
Yani 1 Mart’a yetişecek mi?
.
Diyelim yetişti.
.
Aşının tesiri ile ilgili açıklama şöyle:
“Aşılar genellikle ilk dozun yapılmasından en az 2-3 hafta sonra etkisini gösteriyor.”
.
“Eğer aşı olduktan sonraki gün ya da bir hafta sonra virüse maruz kalırsanız, hastalığa karşı hala savunmasız durumda olursunuz ve başkalarına da bulaştırabilirsiniz” deniyor.
.
Buna bakarak, “Öğretmenlerin aşıları yüz yüze eğitim başladıktan sonra 2-3 hafta pek etkili olmayacak” diyebilir miyiz?
.
Çocukların “Taşıyıcı” rolünün daha fazla olduğunu varsayarsak (ki mutasyon virüste çocuklarda da etkiliymiş), öğretmenlerin durumu vahim bence.
.
Yanlışsam birisi beni bilgilendirsin ve ikna etsin…