Eski dost iki yaşlı kadın süpermarkette karşılaşmışlar, birbirlerinin hatırını, sağlığını sorduktan sonra biri diğerinin kocasının nasıl olduğunu sormuş…
Eski dost iki yaşlı kadın süpermarkette karşılaşmışlar, birbirlerinin hatırını, sağlığını sorduktan sonra biri diğerinin kocasının nasıl olduğunu sormuş…
“Oh! Ted öldü!” demiş diğeri...
-“Bahçeden öğle yemeği için kabak toplarken bir kalp krizi geçirdi sebzelerin üzerine düşüp öldü!”
-“Oh! Tanrım çok üzüldüm... Peki, ne yaptınız?”
-“Ne yapacaksın? İşte ben de alelacele buraya geldim... Bari konserve alayım da öğlene taze fasulye pişireyim diye...!”
***
“Çok iyi görünüyorsunuz…” demiş doktor,
-“Kaç yaşındasınız?”
“78 efendim…”
-“78 mi? İnanın 60 yaşında gibisiniz... Nasıl bu kadar sağlıklı kalabildiniz?”
-“Evlenirken karımla bir anlaşma yaptık doktor… Karım sinirlendiğinde sakinleşmek için mutfağa gidecekti ben de evimizin arkasındaki ormana... Her gün orman havası, her gün orman havası işte bu hale geldim...!”
***
Geçirdiği çok kötü bir kaza sonrası komaya giren Susy’i yaşama döndürmekte zorlanan doktorlar son çare kocasını çağırmışlar…
Susy’nin yatağının başında doktor üzücü durumu anlatmış,
-“Uyandıramıyoruz onu… Onunla konuşmaya çalışın... Cevap vermezse yapacak bir şeyimiz kalmıyor...!”
Kocası yalvarmış;
-“Bir şeyler yapın doktor… O daha 43 yaşında...!”
Susy’den mırıltılarla hemen cevap gelmiş
-“42..!”
***
Orman şefliği “Ağaç kesecek eleman aranıyor” diye gazeteye ilan vermiş.
Ertesi gün sıska, yaşlı ve minicik bir adam müracaat edince Şef, adamın tipine bakıp “Olmaz bu...” diyerek reddetmiş.
-“Bir dakika... Benim adım Temel… Henüz 72 yaşındayım... Lütfen bana bir şans verin ve neler yapabileceğimi görün...!”
Orman Şefi Temel'i başından savmak için
-“Tamam… Tamam… Şu karşıdaki dev meşe ağacını görüyor musun? Baltanı al ve onu kes...!”
Şef daha odasına gidemeden dev ağacın yere düşüş kütürtüsü ile birden arkasını dönmüş.
Bir de ne görsün?
Bizim Temel omzunda baltası ile tam karşısında gülümsemekte...
Şef şaşkınlıkla;
-“N... Nasıl yapabildin bunu bu kadar kısa sürede?”
-“Uzun süre ‘Büyük Sahra Ormanı’nda çalıştım…”
-“Büyük Sahra Çölü demek istedin herhalde?”
Temel gülümsemiş;
-“Aa, evet... Şimdi artık oraya böyle diyorlar...!”
***
Bu memlekete hizmet ettiğini sanan bir siyasetçi ölmüş.
Karısı bir medyuma giderek ruhunu çağırıp konuşmak istemiş.
Medyum; “Ey ruh, geldinse masaya 3 kez vur.” Masadan ses gelmiş, “Tak, tak, tak...”
Medyum ürpertiyle sormuş,
-“Ey ruh, bizden bir dileğin var mı?”
Ruh: -“Varsa bir puro verin.”
Puroyu vermişler, siyasetçinin ruhu çekip gitmiş.
“Ayy!..” demiş kadın heyecanla, “... Cennet’te misin diye soramadan gitti!”
Medyum kafasını kaldırmış üzgün bir şekilde:
-“Valla hanımefendi, kocanız puronun yanına ateş istemediğine göre pek Cennet’te değil galiba!...”
***
Kadının biri, bilmeden sahtekâr bir hocaya gitmiş ve sormuş.
Kadın: -“Hocam” demiş. “…ben bir doktorla beraber oldum bunun Cehennem’de cezası ne kadardır?”
Hoca: -“1 hafta yanarsın” demiş
Kadın: -“Hocam mühendisle beraberde oldum bunun cezası aynı mıdır?”
Hoca: -“O zaman cezan ikiye katlanır, cezan 2 hafta Cehennem olur”
Kadın: -“Peki hocam kızmazsanız son bir soru soracağım”
Hoca: -“Sor” demiş
Kadın: -“Ben bir hoca ile beraber olsam bunun cezası var mıdır?” deyince, hocanın gözleri parlamış, kadına çapkın bir bakış atmış ve:
-“Seni uyanıkkkk seniiii, Cennet’e gitmek istiyoonnn dimiiii”
***
Bir gün padişah Nasreddin Hoca’ya sormuş.
“Hocam ben ölünce Cennet’e mi gideceğim yoksa Cehenneme mi, söyle bakayım?” demiş.
Hoca padişahtan korkmadan:
-“Cehennem’e gidersiniz padişahım?” demiş.
Padişahın sinirden sakalları titremiş.
Bu durumu gören Hoca:
-“Kızmayın padişahım ben aslında size ‘Cennet’e gidersiniz’ diyecektim fakat sizin cellatlarınızın kılıçlarıyla ölen suçsuz kişilerden Cennet dolup taşmış. Bu yüzden ‘Cennet’e sığmazsınız’ diye Cehennem’e gidersiniz dedim” demiş.
***
Ölen politikacının adamın oğlu camide hocanın yanına giderek;
-“Hoca efendi; babam cuma günü öldü, bunun için Cennet’e gider değil mi?” diye sormuş.
Hoca efendi de bunun üzerine biraz düşünüp;
-“Senin baban hatırladığım kadarıyla içki içiyordu değil mi?” diye sormuş.
Oğul ; -“Evet ama cuma günü öldüğü için Cennet’e gider değil mi?”
Hoca; -“Zina da yapıyordu sanırım?”
Oğul; -“Evet ama cuma günü ölmüştü ya hocam!”
Hoca; -“Kul hakkı yiyip insanlara kötü davranıyordu değil mi?”
Oğul; -“Evet ama hocam Cuma günü öldü yaa!”
Hoca iyice sinirlenmiş;
-“Haklısın yavrum, cumanın hatırına o gün babana dokunmazlar ama diğer 6 gün anasını bellerler...”
***
Sürekli olarak din tüccarlığı yapan muhafazakâr bir partinin milletvekili, oğluna sormuş;
-“Oğlum söyle bakalım, Yunus peygamberi hangi balık ölümden kurtarmıştır?”
-“Yunus balığı babacığım…”
Dedikten sonra merakla babasına sormuş;
-“Baba, peki Yunus Peygamber durumundan memnun mudur sence?”
-“Bilmem, bunu ona kendin sormalısın”
Çocuk derin bir nefes almış;
-“Peki, o zaman Cennet’e gidince sorarım”
Babası muzip bir tavırla;
-“Peki ya o Cehennem’deyse ?”
Çocuk biraz düşündükten sonra cevap verir;
-“O zaman sen sorarsın.”
***
Adamın birini hiç ummadığı bir sırada sadrazam yapmışlar.
Adam ne yapacağını hiç bilmiyormuş.
“En iyisi eski sadrazama danışayım” demiş adam kendi kendine.
Gitmiş eski sadrazama...
O da “Bak sana 3 mektup bırakıyorum.
Zora düştükçe, sırasıyla aç ve mektupta denilenleri yap...”
Aradan aylar geçmiş, başı sıkışan sadrazam ilk mektubu açmış.
“Senden öncekileri kötüle” yazıyormuş mektupta.
Sadrazam kendisinden öncekileri kötülemiş, yeri dibine batırmış.
Her şey daha da kötüye gitmiş. Dayanamamış, ikinci mektubu da açmış. “Yakın çevrendekileri kötüle” yazıyormuş mektupta.
Sadrazam yememiş, içmemiş, yakın çevresindekileri kötülemiş.
Ama durum yine düzelmemiş ve sonuncu mektubu açmış şöyle yazıyormuş; “3 mektup da sen yaz!...”
***
Kapitülasyonlar nedeniyle valinin her işine karışan konsolosları şikâyet için devrin valisi, saraya bir mektup göndermiş.
Birkaç gün sonra yanıt gelmiş saraydan.
Bu yanıtta “İdare-i maslahat edilmesi” öğüdü veriliyormuş.
Vali çok kızmış; hemen saraya şifreli bir mektup göndermiş;
“İdareyi konsoloslar aldı, bize sadece maslahat kaldı!...”
***
Sadrazam kayıkla gezmeyi severmiş.
O kürek çekerken, dalkavukları da arkadaki sandaldan onu izlerlermiş.
Bir gün sadrazam kürek çekerken kayık karaya oturmuş.
Yağdanlıklar telaş içinde “N’oldu efendim?” diye sorunca sadrazam gülmüş “N’olacak... Oturduk.”
Yağdanlıklar hep bir ağızdan bağrışmışlar “Güle güle oturun efendim, güle güle oturun!...”
***
Osmanlı paşalarından, Öküz Ahmet Paşa bir gün diğer paşalarla bir çadırda toplantıda bulunurken, çayırda otlayan münasebetsiz bir öküz, çadırın içerisine başını sokar; “Mööö, möööö,” der.
Çadırda bulunan bütün paşalar bıyık altından gülmeye başlar.
Paşaların kendine malum lakaptan güldüğünü fark edince, paşalara dönerek; “Paşalar! Az önce içeri giren öküz ne dedi biliyor musunuz? O öküz bana dedi ki; ‘Yahu, hadi sen bizdensin... Peki bu eşeklerin içinde ne işin var!’”
***
Padişah, ölen Rumeli Beylerbeyi’nin yerine yeni bir bey seçmek için tüm beylere ferman salar ve Topkapı Sarayı’nda toplanmalarını emreder.
Bolu Beyi’nin de çok sevdiği seyisi İstanbul’u hiç görmediğini söyleterek beyine kendisini de İstanbul’a götürmesi için yalvarır.
Bey de kabul eder.
Seçim sabahı tüm beyler, Topkapı Sarayı’nın bahçesinde toplanır.
Padişah balkona beyaz bir güvercinle çıkar.
Geleneğe göre padişah güvercini uçuracak kuş hangi beyin başına konarsa o beylerbeyi yapılacaktır.
Kuş ya bu, uçurulunca gider bizim Bolu Beyi’nin saraya getirdiği seyisin başına konar.
Padişah bu başın hangi beye ait olduğunu sorar ve seyis olduğunu öğrenince saray bahçesi dışına çıkarılmasını ister.
Kuşu tekrar uçurur, aptal kuş gene gidip bahçe dışında bekleyen seyisin başına konar.
Bu kez Padişah, seyisin Galata’ya götürülmesini ister.
Kuş uçurulur gene gider, Galata’da beyini bekleyen seyisin başına uçar doğru seyisin başına konar.
Padişah da “Allahın hakkı üç. Bunda da bir hayır vardır. Bir de bunu deneyelim” diyerek seyisi Rumeli Beylerbeyi yapar.
Beylerbeyi olan seyis yetkilerin verdiği gücü denemek için hemen bir ferman yayınlar ve evlerine kapıdan giren Rumeli halkının kapılarını örüp, pencereden evlerine girmesini yoksa kellerinin vurulacağını duyurur.
Zavallı halk kapıları örüp camlardan içeri girip çıkmaya başlar.
Beylerbeyinin canı bir ay sonra halka verdiği bu eziyetten sıkılır ve bu kez de bir başka ferman yayınlayarak evlerine camdan giren Rumeli halkının camlarını örüp, bacadan girmelerini emreder.
Halk, seyis beyi giderek azıtmaya başladığına karar verip belki aklını başına getirir diye eski efendisi Bolu Beyi’ni çağırırlar.
Seyis eski beyine izzet ikram ettikten sonra sohbet sırasında Bey, seyisine halka ettiği eziyetten ve kapı baca olaylarından vazgeçmesini öğütler.
Seyis, beye dönerek;
“Ben kaderini bir güvercine bağlayan halkın daha çok anasını bellerim der.”