Japon İşadamı Sakura Türk toplumu ile ilgili değişik tespitlerde bulunmuş.
Japon İşadamı Sakura Türk toplumu ile ilgili değişik tespitlerde bulunmuş.
Sakura diyor ki, “Siz Türkler rahatınıza çok düşkünsünüz. Mütevazi yaşamıyorsunuz. Daha sonra
borç batağına giriyorsunuz. Ben işadamıyım, sıradan evim arabam var. Görüyorum ki sizde böyle değil. Asgari ücretlide en lüks telefon var. Ayrıca milli değilsiniz. Marka sevdanız var.
Biz Japonlar yatırımı bilgiye yapıyoruz. Siz hazıra konuyorsunuz. Üretemediğiniz
taktirde sadece tüketici olarak kalırsınız.”
Maalesef doğru ve bu gittikçe özellikle yeni nesilde almış başını gidiyor…
Elbette çocuğumuzun en iyi şartlarda yaşamasını, en iyi eğitimi almasını, en iyi ürünleri kullanmasını isteriz, ama hayatında hiç çalışmamış, zorluk görmemiş bir çocuğun da 10 bin liralık cep telefonu kullanmasına olanak sağlamak doğru mu, bunu da sorgulamamız lazım…
Bu durum aslında toplumsal bir konu, başka çocuklarla ve gençlerle kıyaslama yaptığında en iyisini istemek o bireyin elbette ki en doğal hakkı ama, bunun dengesini korumak da önemli.
Lüks merakının psikoloji de yeri var. Lüks tüketim ve marka merakı, kendini yetersiz hisseden egonun bir çeşit savunma mekanizmasıymış.
Gerçekten zengin olan insanlar gösterişe ihtiyaç duymazlar. Aynı şey gerçekten akıllı ve zeki olan insanlar için de geçerlidir… Buna psikolojide yerine koyma(substitution) mekanizması diyoruz. İç çatışmalar sonucu kendini yetersiz, eksik gören ego ızdırap içindedir. Ama koluna 60 bin dolarlık saati takınca, ego okşanır.
Kaliforniya sendromu diye bir şey de var. Bu da kısaca 'susuzluğu deniz suyu içerek dindirmeye çalışma çabası' gibi…
Sendromu tanımlayan öğeler ise: Sınırsız tüketim, eğlence ve zevk düşkünlüğü, benmerkezcilik, yalnızlık ve mutsuzluk olarak sıralayabiliriz, bir nevi duygusal bozukluk.
Yine zenginsen sorun yok da, fakirsen Sakura’nın dediği gibi borçtan kurtulamazsın…
Öte yandan iş hayatında da bu bir sorun. Çünkü kişi kendine odaklı olduğu için iletişim yönü zayıf. Kendini değerli hissetme hali o boyutta ki birçok kişi hiçbir şey yapmadan ve çaba sarf etmeden iş hayatında var olmak istiyor, hatta lider ya da, yönetici olmak zorunda, emir almak ona göre değil.
“Sen özelsin” yaklaşımı ile iş yerinde en ufak iyi niyetli bir eleştiriyi bile kendine saldırı olarak algılıyor ve hemen savunma ya da yok sayma davranışına geçiyor. Kendini ön plana koyma isteği, bir yandan önemli bir özgürlük yaratırken diğer taraftan tarifsiz bir hayal kırıklığı yaşatıyor ve sonunda kendisini yalnız hissediyor. Yalnızlaştıkça paralize oluyor ve önemli değeri olan yaratıcılığını kaybediyor.
Sonra d mutsuz oluyor…