Çok cimri bir aile vardır.

Çok cimri bir aile vardır.
Bu ailenin bütün fertleri cimridir.
Çocuk okuldan eve soluk soluğa koşar ve doğru babasının yanına gelir.
Babasına iftiharla ve heyecanla anlatır.
-“Baba, ben bugün otobüse binmeyip otobüsün peşinden koştum. Böylece otobüse vereceğim para cebimde kalmış oldu” der.
Babasından yaptığı bu hareket sonucu iltifat beklemektedir fakat umduğunun tersini görür.
Suratına bir tokat yedikten sonra şu cevabı alır:
-“Ulan salak oğlum! Taksinin peşinden koşsaydın ya, daha fazla para kalırdı cebinde”

Aşırı sinirli biri, havalimanında check-in
bankosundaki ilgili memura hak etmediği yoğun bir hakaret bombardımanına tutmuş...
Müşterinin abartılı kabalığı karşısında, banko memuru sakin ve güler yüzlü bir şekilde davranıyor, hiç cevap vermeden işine devam ediyormuş…
Adam işi bitip gidince, bir arka sıradaki müşteri;
“Sizi tebrik ederim..!” demiş memura:
-“Hiç tahrike kapılmayıp nezaketinizi sürdürdünüz.. Ama bu kadarı da yanlış… Yapabileceğiniz bir şeyler olmalı…”
-“Olmaz olur mu, var efendim… Kendisi New York’a gidiyor, bavulları Berlin'e…”

Aşk gemisinde, Temel ve Amerikalı John şezlonglara oturmuş, batan güneşi seyrediyor ve sohbet ediyorlardı.
Temel: -“Böyle bir gezi aklımdan bile geçmezdi. Bir yangın fabrikamı kül etti. Sigorta paramı ödeyince 'Oğlum Temel, bunca yıl eşek gibi çalıştın. Şimdi tatil zamanı' dedim kendi kendime ve geziye çıktım.”
“Tesadüfe bak” dedi John; -“Benim de çok iyi iş yapan bir restoranım vardı. Bir kasırga, taş üstünde taş bırakmadı. Sigortadan paramı alınca, bu tatile karar verdim.”
Uzun bir sessizlik oldu.
Güneş ufukta kaybolurken, sessizliği Temel bozdu:
-“Kasırgayı nasıl başlattın, Allah aşkına?”

Bir yıl önce tatil yaptığı Hollanda köyünü çok beğenen bir turist bir yıl sonra aynı köye gittiğinde eskiden üç tane olan yel değirmenlerinden sadece birinin yerinde durduğunu, diğer ikisinin sökülüp yok edildiğini görünce rastladığı ilk köylüye sormuş:
-“Ahbap geçen yıl geldiğimde burada üç yel değirmem vardı. Şimdi bir tane kalmış. Acaba diğer ikisini niye söktüler?”
Sorunun cevabını bilmeyen köylü biraz düşündükten sonra:
-“Vallahi beyim, demiş; bu yıl pek rüzgârlı değildi. Belki de rüzgâr sadece bir değirmeni çevirmeye yetmiştir!...”
 
***
Devlet dairesindeki işi bir türlü görülemiyordu. Sonunda arkadaşları, görevli memura rüşvet vermesini önerdiler. O da bir miktar parayı bir kitabın içine koyarak memura gitti ve:
-“Boş zamanlarınızda okursunuz” diye uzattı.
Ertesi gün uğradığında işinin yine hallolmadığını görünce, biraz şaşkın, biraz sinirli sordu:
-“Neden olmadı işim?”
-“Dün verdiğiniz kitaba öyle daldım ki, bir türlü hazırlayamadım!”
-“Peki, şimdi ne bekliyorsunuz?”
-“Kitabın ikinci cildini!”
 
***
Bir gün köy ahalisi köy kahvesinde bir yandan haberleri izliyor, bir yandan da pişpirik çeviriyorlarmış.
İçlerinden biri televizyonda Ecevit'i görür ve;
-“Ulan, Başbakan oldu yüzümüze bakmıyor. Eskiden böyle miydi be! Etrafımda dolanırdı! Hey be, zaman ne çabuk geçiyor...” der.
Kahvedekiler merakla sorarlar:
-“Mustafa Abi? Sen nereden tanıyorsun Başbakanı yahu?”
Mustafa Abi istifini bozmadan cevap verir:
-“Ulan üniversite yıllarında abilik ettim ona! Az ekmeğimi yemedi! Gel gör ki şimdi bizi unutmuş baksana!”
Kahvedeki ahali inanmamış tabii ki.
Mustafa Abi’de inandırmak için;
-“Gelin ulan! Meclisin önüne gidiyoruz. Çıkışta yakalayacağız Ecevit’i. O zaman anlarsınız yalan mı, değil mi?”
Hep birlikte T.B.M.M.’nin önüne giderler ve çıkışta Ecevit’i yakalarlar.
Ecevit hemen Mustafa Abi’nin eline sarılır ve;
-“Abim, Mustafa Abim; kusura bakma Başbakanlık bir dakika boş bırakılmıyor ki! Kusuruma bakma abi.”
Mustafa Abi kahve ahalisine şöyle bir bakar ve ahalinin acayip şekilde etkilendiğini görür.
Başka bir gün gene kahvede ahali ile televizyon seyreden Mustafa Abi televizyonda Süleyman Demirel'i görür;
-“Bu da öyle. Cumhurbaşkanı olunca kendisini bir şey zannetti. Hayırsız çıktı bu da!”
-“Hadi canım. Ecevit'i belki şans eseri tanıyorsun ama buna inanmıyoruz!”
Mustafa Abi hemen ahaliyi toplar ve Çankaya’ya gider.
Mustafa Abi’yi gören Demirel hemen Ecevit gibi Mustafa Abi'nin ellerine sarılır ve ekler;
-“Abi Vallahi billahi kusura bakma. Uzun yıllardır göremiyordum seni. Tam da seni ziyarete gelecektim.” der.
Mustafa Abi tekrar ahaliye dönerek bir bakış atar ki artık ahalinin gözünde peygamber kadar yükselmiştir.
Yine bir gün kahvede televizyon izlerken bu sefer televizyona Clinton çıkar.
Mustafa Abi söze başlar;
-“Ulan ne çabuk unuttun o sefalet dolu günleri? Tabi zengin oldun, Amerika’nında başına geçince unuttun bizi... Hayırsız herif!”
Ahali bu kadarının da fazla olduğunu söyler ve diğerlerinin belki bir şans eseri olabileceğine ama Clinton’u tanımasının imkânsız olduğuna imece usulü karar verirler.
Mustafa Abi’nin tabii ki kafasının tası atar ve bazı köylüleri alarak Beyaz Saray’a giderler.
Kapıdaki görevliye Clinton ile görüşmek istediklerini söylerler...
Görevli de sadece bir kişinin girebileceğini söyler.
Köylüler düşünürler ve sadece Mustafa Abi’nin Clinton’u tanıdığını söyleyerek Mustafa Abi’nin gitmesini isterler.
Güvenlik Mustafa Abi’yi iyice arayarak içeri sokar.
Saatler geçer ama kapıdan kimse çıkmaz. Köylüler sıkılır.
Pencereden de bakma olanakları olamadığı için oradan geçen uzun boylu birine sorma kararı alırlar.
Şans eseri orada o anda Michael Jordan geçmektedir.
İngilizce bilen bir köylü Michael Jordan'a döner;
-“Ya Jordan Abi, senin boyun uzun. Camdan içeri bakıp neler oluyor, kaç kişi var sana zahmet bir baksana...”
Jordan camdan bakar ve cevap verir;
-“Vallahi ne olduğunu bilmiyorum. İçeride 6 kişi var. Biri Mustafa Abi, diğerlerini tanımıyorum.”
 
***
Bir partili seçim bölgesi olan şehrin köylerinde seçim öncesi geziye çıkar.
Yanında da köylerden birinden bir çoban ona kılavuzluk eder.
Sarp bir dağın yamacından geçerken çoban partiliyi uyarır:
-“Aman dikkatli yürüyünüz efendim, zira buradan çok eşekler uçuruma yuvarlandı...”
 
***
Yeni mezun bir doğum doktoru, kasabada muayenehane açmış.
Birkaç gün sonra biri gelmiş, onu doğuma çağırmış.
Ertesi gün eve dönen doktoru, karısı merakla karşılamış:
-“Nasıl oldu?”
-“Ah sorma, iyi değil. Çocuk ters geliyordu. Forsepsle almak zorunda kaldım. Fakat bir türlü çıkmadı, zavallı parçalandı. Bir saat sonra da annesi öldü.”
-“Vah vah, zavallı baba kim bilir ne kadar perişandır?”
-“O da öldü.”
-“Anlayamadım, nasıl o da öldü?
-“Forsepse dayanmış, bütün gücümle çocuğu çekiyordum. Çocuk elimden kurtulunca bütün ağırlığımla arkaya düştüm. Adamcağız arkada duruyormuş. Başı duvara çarptı, beyin kanamasından öldü.”
Bir hafta sonra doktoru yine doğuma çağırmışlar. Geç saatte yorgun argın dönünce, karısı sormuş:
-“Doğum nasıl oldu?”
Doktor sevinçle cevap vermiş:
-“Gelişme var karıcığım. Bugün babayı kurtardım!”
 
***
Kasabanın birinde, bir papazın iki tane erkek papağanı varmış, papağanlar da, papaz gibi oldukça inançlı ve dindarlarmış;
Kafeslerinde tüneyip, sabah akşam kutsal kitabı okuyup, dua ederlermiş.
Bir kadının da iki tane dişi papağanı varmış. Papazın erkek papağanları ne kadar ahlâklı ise, kadının dişi papağanları da o kadar ahlâksızmış.
Kadının papağanları eve gelen misafirlerin önünde, “Erkek istiyoruz!...” diye bağırırlarmış.
Kadın sonunda dayanamamış, papaza akıl danışmaya gitmiş.
Papaz kadını dinledikten sonra demiş ki:
-“Siz onları bana getirin, benim papağanların kafesine koyalım da; biraz ahlâk öğrensinler.”
Kadın da dişi papağanları getirip papaza teslim etmiş.
Papaz da kadının getirdiği papağanları kafese koymuş.
Dişi papağanlar kafese girer girmez, erkek papağanlara asılmaya başlamışlar:
-“Hey yakışıklılar, iki tane ucuz fahişe ister misiniz?”
Erkek papağanlardan biri, ötekine dönüp sevinçle bağırmış:
-“Yaşasın!.. Lan oğlum, sonunda bütün dualarımız kabul oldu!”
 
***
Temel, Ramazan ayında oruç tutmadığı halde, sahura kalkıp tıka basa karnını doyuruyormuş.
İlk günü atlattıktan sonra, Temel’in oruç tutmadığını gören eşi sormuş:
-“Madem oruç tutmayacaksun, gece kalkup oruç tutanlarun rızkını yemesen olmaz mi?”
Temel cevap vermiş:
-“Fadime, oruç tutmayisam günahkâr olayirum. Sahurda kalkmayip da büsbütün gâvur mu olayım da!”
 
***
Olayları hayli abartan bir kişi olarak tanınan hattat İzzet Efendi bir komşusuna:
“Dün gece sabaha kadar oturdum, bir Kur’an’ı, 600 sayfasını tümü ile tek hatası olmadan yazdım. Sabahın ışıkları ile birlikte yazma işlemini bitirdim” demiş.
Bir gecede Kur’an’ın 600 sayfasının, hem de hat yazısı ile yazılmasının imkânsızlığını bilen komşusu, söylenilen yalanı yüzüne vurmak için, İzzet Efendiye anlatmaya başlamış:
“Geçen Ramazan’da Kandilli’ye, bir iftar yemeğine gidiyordum. Boğaziçi’nde öyle bir fırtına çıktı ki... Dalgalar bindiğim kayığı sahildeki minarelerin şerefelerine kadar çıkardı. Kayık dalgalar arasında sallanırken iftar oldu, toplar atıldı. Ben de sigaramı kandillerden yakıp orucumu bozdum.”
Mustafa İzzet Efendi bağırmış:
“Yalan!..”
Komşusu İzzet Efendiye dersini vermiş:
“Yalansa, senin dün bir gecede yazdığını iddia ettiğin 600 sayfalık Kur’an-ı Kerim çarpsın.”
 
***
İki kişi sohbet ediyorlarmış.
Biri diğerine tüm Ramazan boyunca hasta olduğundan yakınmış ve bu nedenle sadece bir gün niyetlenebildiğini, diğer günler ne yazık ki hastalığından ötürü oruç tutamadığını söylemiş.
Bektaşi de aralarında, onları dinliyormuş...
Dönüp sormuşlar Bektaşi’ye:
“Arkadaş, sen kaç gün oruç tuttun?”
Oruç ile arası olmadığı bilinen Bektaşi, dürüstlüğüne toz kondurmadan cevabı vermiş:
“Ben de rahatsızdım, arkadaştan bir gün eksik tutabildim ancak...”
 
***
Nasreddin Hoca, Ramazan günlerini hesaplamak için bir çömleğin içine her gün bir taş atar.
Hoca’nın oğlu da muzip mi muzip... Fark ettirmeden, çömleğin içine bir avuç taş dolduruyor.
Maksat, hesabı karıştırmak...
Birkaç gün geçtikten sonra, komşusu Hoca’ya sorar:
“Hocam bugün Ramazan’ın kaçı?”
Hoca da, çömleğe taş atarak, Ramazan’ın günlerini sayıyor ya...
“Şimdi bakıp geleyim, söylerim” der…
Çömleği boşaltır; bir sayar, iki sayar, üç sayar...
Şaşırır, hayret eder...
Bir anlam veremez...
Çünkü çömlekten, 120 tane taş çıkmıştır...
Şaşkın bir halde döner komşusunun yanına...
“Komşu, bugün, Ramazan’ın kırkı imiş” der.
Komşusu, Hoca’nın bu cevabına güler ve “Aman Hocam, bir ay otuz gündür. Hiç Ramazan’ın kırkı olur mu?” diye itiraz eder.
Hoca, çömlekten 120 tane taş çıkmasının şaşkınlığını üzerinden atamamış halde, biraz da sinirlenerek cevap verir:
“Ben yine insaflı davrandım. Benim çömlek hesabına bakacak olursak; bugün Ramazan’ın yüz yirmisi!...”
 
***
Hoca Nasrettin bir Ramazan günü, namaz vaktinden epeyce önce, vaaz dinlemek üzere mahalle mescidine gitmiş.
Kürsünün yakınına bir yere oturup, cemaatle birlikte vaaz edecek hocayı beklemeye başlamış.
Bir süre sonra mescidin imamı gelmiş ve çıkmış kürsüye.
Uzunca bir süre düşünüp etrafına sıkıntılı sıkıntılı baktıktan sonra:
-“Ey cemaat” demiş, “Benim size söylemekten aciz bir adam olmadığımı biliyorsunuz. Fakat bugün aklıma bir şey gelmiyor, konuşacak bir şey bulamıyorum.”
Kürsünün hemen yakınında bulunan Nasrettin Hoca, ayağa kalkmış ve yetiştirmiş cevabı:
-“Aklına bir şey gelmiyorsa, kürsüden inmek de mi gelmiyor be mübarek adam?”
 
***
Bayramın yaklaştığı günlerden birinde, iftar sırasında, misafirlerden biri:
-“Keşke, Ramazan, senede iki kez gelse” demiş iç çekerek
Aynı sofrada misafir bulunan Bektaşi, hemen şu cevabı verir:
-“Öyleyse Ramazan gider gitmez neden bayram yaparsınız? İnsan, sevdiği
gidince bayrım mı yapar hiç!...”