Kahvede otururlarken Dursun, Temel’e sormuş...

Kahvede otururlarken Dursun, Temel’e sormuş:
-“Oruçlu oruçlu kaç hamsi yiyebilursun Temel?”
-“100 tane yiyebilurum da.”
-“Hadi ordan, yesen yesen 1 tane yiyebilursun.”
“Nasi la?”
“Ula uşağum 1 tane yedukten sonra orucun açulur, gerusuni oruçsuz yemuş olirsun” demiş.
Bu espri Temel’in çok hoşuna gitmiş.
Hemen fırlamış sokağa.
Kahveye gelen Cemal’i görmüş ve hemen sormuş:
-“Uşağum oruçlu oruçlu kaç hamsi yiyebilursun?”
Cemal:
-“50 tane yerum” demiş.
-“Deme be uşağum… 100 tane deseydun sana müthiş bir espri yapacaktum!”
 
***
Bir Ramazan gecesi Ayasofya Camii’nde teravih namazı kılınırken açıkgöz yankesicinin biri, yanındaki adamın cebindeki bir enfiye kutusunu el çabukluğu ile aşırır.
Bununla da yetinmez, adamcağızın kunduralarını da paltosunun altına saklar.
Malları çalınan adam ise hırsızlığın farkındadır.
Önce hiç ses çıkarmaz.
Fakat tam camiden çıkarlarken, hırsızın hafifçe omzuna vurur ve koluna girer.
Hırsız, şaşırarak döner.
Efendi, gayet nezaketle:
-“Siz, namazdan evvel bana ‘Enfiyeniz var mı?’ diye sormuştunuz, fakat kutuda enfiyem tükenmiş, takdim edememiştim. İnanmanız için enfiye kutusunu da size vermiştim, sonra namaza durmuştuk. Şimdi eksik olmayın, kunduralarımı da almış, taşıyorsunuz. Zahmetinize teşekkür ederim. Bu lûtfunuza artık hacet kalmadı” demiş.
Tabi hırsızın yüzü alı al, moru mor!
Enfiye kutusunu ve kunduralarını geri alanın bu sözlerini işiten halkın bir kısmı hem güler, hem de hırsızın yakasına yapışırlar ve onu doğruca karakola götürürler.
Komedinin devamı buradadır.
Komiser, hırsıza çıkışır:
-“Be herif! Bu kaçıncı rezaletin? Kaçıncı kundura hırsızlığın? Neye yaparsın bu işi?”
Hırsız, boynunu bükerek:
-“Hakkınız var efendim, der. Kusurum var, kötü bir alışkanlık! Fakat çok şükür bu defa cemaatten dayak yemeden pabuçları geri verdim, enfiye kutusunu da. Şaşkınlığım yeter. Ancak, Allah aşkına siz de halime merhamet buyurun, hiç olmazsa bir kerecik burada dayak yemeyeyim.”
 
***
Birçok Ramazanı birlikte geçirmiş olan bir hanımla beyi konuşuyorlarmış.
Bey, hanımına:
-“Hanım, bunca senedir oruç tutuyoruz. Acaba Ramazan-ı Şerif’i hiç memnun edebildik mi?” diye sormuş.
Hanımı cevaplamış:
-“A efendi! Düşündüğün şeye bak! O mübarek hiç memnun olmasaydı, her sene 10 gün önceden gelir miydi?” demiş...
 
***
Bektaşi babasına sormuşlar:
-“Baba erenler, ramazan hakkında ne düşünüyorsun?”
Bektaşi babası:
-“Vallahi, demiş; iftara bir şey dediğim yok ama şu sahuru da öğleye alsalar daha iyi olurdu.”
 
***
Baba Erenler ile çömez dervişi demleniyorlarmış bir köşede ki zabıtanın biri görüvermiş.
Hem de Ramazan günü…
Zabıta tuttuğu gibi ikisini de çıkarmış Kadı’nın karşısına.
Olay anlatılınca Kadı gürlemiş;
-“Mübarek Ramazan günü bırak orucu, bir de içki içmek ha… Ulan Müslüman değil misiniz siz?”
Çömez boynu bükük;
-“Elhamdülillah!” demiş.
Baba Erenler başka konuşmuş;
 -“Yok Kadı Efendi, ben Hristiyanım doğrusu!” deyivermiş.
Çömezin şaşkın bakışları altında yine gürlemiş Kadı;
-“Peki o zaman sen git, şu gence de 100 sopa vurup, atın zindana!”.
Baba Erenler lafa girmiş hemen;
-“Bir dakika Kadı Efendi, şu zabıta bizi tuttuğunda delikanlı tam da İslam’ı anlatıyordu bana. Sevgi ve hoşgörü dini olduğundan bahsediyordu. Aklım yatmaya başlamıştı yavaş yavaş. O halde şimdi ben İslam’ı kabul edersem bunun hatırına affedilmez mi bu delikanlı da?”
Kadı düşünmüş, birine Müslümanlığı kabul ettirmenin sevabı büyük;
-“Tamam o zaman!” demiş.
Baba Erenler 'kelime-i şehadet' getirdiği gibi kapmış çömezini de kolundan, atmışlar kendilerini dışarı.
Çömez halen şaşkın şaşkın bakmış yüzüne;
-“Nasıl inkâr ettin iki dakikada dinini” demiş Erenlere.
Erenler sakin;
-“Ne bakıyorsun evladım, yanlış mı? Hıristiyan oldum, kendimi kurtardım, Müslüman oldum, seni de kurtardım!”
 
***
Bektaşi’nin birini ramazanda içki içtiği için yaka paça kadıya götürürler.
Çakırkeyif Bektaşi’yi görür görmez kadı:
-“Behey kâfir! Bu yaşta hala içiyorsun bu zıkkımı. Utanmıyor musun? Bilmiyor musun haram olduğunu?”
-“Ama Kadı Efendi, sırtınızdaki ipek kaftan da haramdır...” diye karşılık verir Bektaşi.
Kadı:
-“Bunun içine pamuk katarlar.”
Bektaşi:
-“Dünyada doğru adam mı kaldı, şaraba da yarı yarıya su katıyorlar…”
 
***
Temel, Ramazan günü Sultan Ahmet Meydanında sabırsızlıkla biran önce iftar vaktinin gelmesini beklemektedir.
Güneş tepede, ortalık sıcaktan kavrulmakta ve Temel’in dilini damağını kurutmaktadır.
Derken bir turist kafilesi gelir içlerinden birkaçı oradaki satıcılardan irice bir karpuz alır ve Temel’in gözü önünde şapır-şupur yemeye başlarlar.
Bir süre onları izleyen Temel, yerinden kalkar usulca yanlarına yaklaşır ve kulaklarına eğilerek:
-“Uy, dininuzun kiymetuni pilesinuz da!”
 
***
Erenler o sene hanımının ısrarına dayanamayıp bir gün oruç tutmuş.
Ramazan öylece geçmiş.
Akabinde Babanın da bulunduğu bir bayram meclisinde konu tutulan oruçlara gelince sofunun biri sızlanmış;
-“Yarın ahirette hesabını nasıl veririm bilmem ki, maalesef bu Ramazan bir oruç kaçırdım!”
Baba Erenler hemen lafa karışıp bizim sofuya hitaben;
-“Sen hiç merak etme Erenler, rahat ol! Bu konuda hesap verirken zorda kalırsan hemen bana haber et, gelir hesabını denkleştiririm!”
 
***
Bektaşi bulgurunu kaynatıp, kuruması için sermiş, bir yandan karıştırırken bir yandan da dua edermiş:
-“Allah’ım bulgurlarım kurumadan yağmur yağdırma!”
Bulgurlar tam kurumaya yüz tutmuşken yağan yağmur, Bektaşi’nin bulgur sergisini bir güzel ıslatmış.
Bu zor durumunun üzerinden bir hafta geçmeden, ineğini de ahırda ölü bulan Bektaşi, üst üste gelen kötü olayları kabullenmekte zorlanmış.
Ramazan ayının geldiğini fırsat bilen Bektaşi oruç tutmaya niyet etmiş.
Ramazanın ilk günü, iftara beş dakika kala sigarasını yakmış.
Sigarasından içine çektiği dumanı büyük bir keyifle gökyüzüne üfleyerek söylenmiş:
-“Ödeştik…”
 
***
Ateist bir adam bir gün ormanda geziyor ve etrafındaki güzelliklere bakıyormuş.
“Evrim ne güzellikler yaratıyor!” diye düşünüp mest oluyormuş.
Birden arkasında kocaman bir ayı belirmiş ve onu kovalamaya başlamış.
Adam bütün gücüyle kaçıyormuş ama her arkasına bakışta ayının daha yaklaşmış olduğunu fark ediyormuş.
Dakikalarca süren bir kaçışın sonunda adamın ayağı yerdeki dala takılmış, ayı adamın üzerine atlamış, pençesini kaldırmış. Tam vurmaya hazırlanırken adam; “Tanrım” diye bağırmış.
Bir anda zaman durmuş, ayı donmuş, ormandaki nehir bile akmaz olmuş.
Orman kararmış ve gökyüzünden bir ışık huzmesi adamın üzerine parlamış.
Çok derinden gelen ilahi bir ses adama:
-“Yıllarca bana inanmadın, yaratılışı kozmik bir kazaya bağladın, sana bu durumda yardım etmemi mi istiyorsun? Seni sevgili bir kulum mu saymalıyım?” demiş.
Adam utanç içinde:
-“Biliyorum bunca yıldan sonra dindar biri olmayı istemem haksızlık… Ama belki Ayıyı dindar yapabilirsiniz” demiş.
İlahi ses: “Peki” diye karşılık vermiş ve ışık kaybolmuş.
Nehir tekrar akmaya başlamış.
Her şey eski haline dönmüş.
Ayı iki pençesini de göğe doğru çevirmiş ve konuşmaya başlamış:
-“Tanrım, senin rızan için oruç tuttum, senin bana verdiğin rızkınla da orucumu açıyorum, hamdolsun verdiğin nimetlere.”