Adamın biri gazete okurken bir haber ilgisini çeker.
Adamın biri gazete okurken bir haber ilgisini çeker.
Mutfakta olan hanımına bağırır:
-“Hanım! Hanımm gel! Bak gazetede ne yazıyor?”
Kadın işini yarım bırakır gelir;
-“Ne oldu?”
-“Bak diyor ki; Kadınlar günde ondört bin cümle kuruyorlarmış… Erkekler de yedi bin… Gördün mü? Bilim sizin ne kadar geveze olduğunuzu kanıtlamış…”
Kadın kızgınlıkla kocasına döner;
-“Tabi, sizin gibi beyinsizlere bir lafı iki kere anlatınca mecburen bir cümleyi İki kere kurmuş oluyoruz…”
***
Baloda iki samimi arkadaş bir köşede kafa çekiyorlardı. Biri diğerine havalı havalı;
-“Biliyor musun? Bu baloda nişanlım, kız kardeşim ve senin eşin hariç bütün kadınlarla yattım…”
Diğeri kafasını kaldırıp salonu şöyle bir göz gezdirdikten sonra, kafasını yana sallayarak;
-“Yok” dedi
-“Ne yok?”
-“Benim yatmadığım hiç yok, hepsiyle yattım…”
***
Temel uzun zamandır görmediği Cemal'le İstanbul'da karşılaşır:
-“Uşağum nasılsun pakayum?
-“İyiyum da”
-“Uşaklar nasuldur?”
-“Onlar da çok iyidur”
-“Ula karin nasildur?”
Der demez, Cemal’in karısının geçen yıl öldüğünü hatırlayıp, soruyu düzeltir.
-“Yani, aynı mezarda mi yatayi?…”
***
Kardinal, genç rahibi akşam yemeğine evine davet etmiş.
Gece boyunca genç rahip, kapalı giysiler içindeki hizmetçinin fevkalade vücudundan gözlerini pek ayıramamış.
Bir ara “Aralarında bir şey olabilir mi?” diye, bir kardinale bakmış, bir de bu güzel hizmetçiye…
Kardinal genç rahibin hareketlerinden, düşüncelerini okumuş tabi...
-“Bu genç ve güzel kızla ilişkimiz tamamıyla profesyonel. Evin işlerini görmek üzere tutulmuş bir hizmetçidir o... Değil bir gece, bir saniye bile benim yatağıma girmedi. Aklına başka şey getirme oğlum” demiş.
Bir hafta kadar sonra, hizmetçi, kardinalin çalışma odasına gelmiş.
-“Misafirinizin geldiği akşamdan beri, o güzel gümüş çorba kepçesini bulamıyorum. Onun alıp götürdüğünü düşünmezsiniz değil mi?”
-"Ondan asla şüphe etmem. Ama gene de bir mektup yazarım” demiş.
Kardinal oturmuş ve bir mektup bir yazmış…
-“Sevgili Oğlum, evimden bir gümüş çorba kepçesi aldığını söylemiyorum. Almadığını da söylemiyorum. Ama bildiğim bir gerçek var. Sen geldiğin geceden beri, gümüş çorba kepçesini bulamıyoruz.”
Bir kaç gün sonra, kardinale, genç rahipten bir mektup gelmiş.
-“Muhterem Peder, hizmetçinizle yattığınızı söylemiyorum. Yatmadığınızı da söylemiyorum. Ama bildiğim bir gerçek var... Eğer geceleri kendi yatağınızda yatıyor olsaydınız, gümüş çorba kepçesini yorganınızın altında çoktan bulmuş olurdunuz…”
***
John ile James kır gezintisine çıkmışlardı.
Bir ara John James’e yerdeki sığır tersini gösterdi:
-“Bak James... Günün birinde öleceksin seni mezara koyacaklar. Mezarının üstünde otlar bitecek. Otları inekler yiyecek. İnekler işte böyle pisleyecek. Ben bunu görünce; ‘Yazık... Ne kadar değişmişsin James’ diyeceğim”.
James dedi ki:
-“Önce sen öleceksin John. Mezara gireceksin. Mezarının otlar bitecek. Onları inekler yiyecek. İnekler işte böyle pisleyecek. Ben bunları görünce; ‘Hiç değişmemişsin be John!’ diyeceğim!”
***
İki arkadaş yıllar sonra karşılaşır.
Birinin saç sakalı birbirine karışmış.
Gözlerinin feri sönmüştür.
Bitkin halde.
Arkadaşı sorar;
-“Bu ne hal?”
-“Sorma ya! Uyku sorunum var. Saat sekizde uykum geliyor. Yatağa yatıyorum. Hemen gözlerim kapanıyor. Kapanır kapanmaz da kendimi koca bir TIR’ın direksiyonunda buluyorum. Zeytinburnu’ndan yükü sarıyorum. Bakıyorum Edirne’deyim. Geç oradan Bulgaristan’a. Sofya’da malı indiriyorum. Yeni malı yüklüyorum, aynı hızla, gene Zeytinburnu’na geliyorum ki, sabah olmuş. Turşu gibi kalkıyorum yataktan. Bu, her gece böyle.”
-“Aaaa. Dur hele, canını sıkma… Benim bir ruh doktoru arkadaşım var. Kartını vereyim. Bir dene, belki faydası olur.” Adam doktora gider son bir ümitle.
Doktor uzun uzun dinler.
Sonra anlatır:
-“Bu gece Zeytinburnu’ndan çıktığında, Florya’daki benzin istasyonunda seni bekleyeceğim, sorunu da çözeceğim, merak etme.”
Adamın pek aklı basmaz ama uykuya dalar dalmaz malı yükleyip yola çıkınca, Florya benzin istasyonunda doktora sahiden rastlamaz mı?
Durdurur TIR’ı.
Doktor yanına gelerek;
-“Tamam. Senin yolun bu kadar. Bundan ötesi bana ait. Hadi in.”
Adam TIR'dan iner.
Ondan sonra ve o günden sonra, artık rahat rahat uyur ve yeniden, sağlığına kavuşur. Birkaç hafta sonra, zamandır görmediği bir arkadaşına rastlar.
Bakar tıpkı kendi eski hali.
Bitkin ve zavallı arkadaşına sorar;
-“Hayrola!”
-“Vallahi uyku sorunum var. Gece sekizde uykum geliyor, yatıyorum. Beş tane süper manken. Sharon, Claudia, Cindy, Naomi, Laetitia! Sabaha kadar onu giyip öbürünü çıkartıyorlar. Defile üstüne defile. Üstelik giydirip soymak ta benim işim. Yani keyifli olmasına keyifli de, bittim birader. Çıldırmak üzereyim.”
-“Tesadüfe bak. Benim de benzeri bir sorunum vardı. Bir doktor tavsiye ettiler, gittim. Bir seansta çözdü. İşte kartı, bir de sen dene.”
Bir hafta sonra iki arkadaş tekrar karşılaşır. Bitkin adamın hali eskisinden beterdir.
-“Ne oldu yahu? Gitmedin mi benim doktora?”
-“Gitmez olur muyum? Senin doktor benden mankenleri aldı almasına da, onların yerine altıma bir TIR verdi. Her gece Zeytinburnu-Sofya gidip geliyorum…”
***
Boks maçı hayli heyecanlı geçiyor, iki boksör ringde kıyasıya dövüşüyorlardı.
Ama birinin durumu pek kötüydü.
Yumruklarla havayı dövüyor, bir tekini bile rakibine değdiremiyordu.
Raunt arasında menajerine sordu:
-“Maçı almam için bir şansım var mı?”
Menajeri bir yandan terini kurularken diğer taraftan:
-“Elbette var. Etrafındaki havayı dönmeye devam et. Böylelikle rakibini zatürreden öldürebilirsin”.
***
Temel fırınından ekmek almak üzere kafasını fırından içeri uzatır:
-“Ha oradan bi ekmek vermeni rica edeyrum!”
-“Ula parasını verecek misun?”
-“Elbette vereceğum.”
-“Ula, parasını vereceksen niye rica edeyisun?”
…
Temel Dursun’a demiş ki;
-“Ula Tursun, İstanbul’da çok güzel karular varmuş... Biz de gidelum mi İstanbul’a?” Dursun;
-“Ula Temel, gitmesine gidelum da, neyle gidelum ki akşama geri gelelum? Yoksa bizim karular tuyarsa kötü olur!”
Temel; -“En hizlu giden uçak var, ama bugün Tirabzon’dan uçak yok!”
-“Ula Temel, gidelum postaneden hızlı göndersin postacı bizu...”
Bu fikir akıllarına yatmış.
Hemen postaneye gitmişler.
Postacıya; -“Ula uşağum, bizi İstanbul’a hızlı gönderir misun?”
Postacı içinden, “Şunlara bir oyun oynayayım” demiş ve -“Gönderirim ama... Biraz rahatsız olabilirsiniz giderken. Hiç gözünüzü açmayacaksınız! Açarsanız, yoldan geri dönersiniz!”
Bunlar da “Tamam” demişler.
Postacı bunlara elektrik kablosu bağlamış ve yavaş yavaş voltajı artırmış.
Dursun; -“Ula Temel, bana bir şeyler olayi! İçim karıncalanayi!” demiş.
Temel; -“Ula benim de öyle olayi” diyerek dayanamayıp gözlerini açmışlar.
Bakmışlar ki hala postanedeler...
-“Ula ne oldi?” diye sorunca postacı;
-“Size demiştim. Gözünüzü açtınız, yarı yoldan geri döndünüz!”
İki kafadar, mecburen parayı verip çıkmışlar.
Yolda Dursun Temel’e;
-“Ula Temel... Benim kafam almayi... Bu tellerle gitmesune gittuk de ya bu fincanlardan nasul geçtuk?”
***
Paşa, yalısındaki sandalının ziftlenmesini uşağına emreder.
Uşak sandalı ziftletir.
Sonra bir masraf pusulası çıkarıp efendisine verir.
Efendi masrafı fazla görerek:
-“Oğlum! Bir sandalın ziftlenmesi için hiç bu kadar para harcanır mı?”
-“Efendim! Sadece sandal ziftlenmedi. Ben ziftlendim, kâhya ziftlendi, bahçıvan ziftlendi, hizmetçi ziftlendi, uşak ziftlendi...”