Ramazan bitti. Bayramı da gitti.

Ramazan bitti.
Bayramı da gitti.
Gündeme devam edeceğiz de, ramazan ile ilgili son yazılarımı da yazayım dedim.
Bu Pazar gününde hoş bir seda olur size.
.
II. Mahmud döneminde iki defa şeyhülislamlık makamına gelen Dürrizade Seyyid Abdullah Efendi, İstanbul’un sayılı zenginlerindendi.
Üsküdar Doğancılarda inşa ettirdiği “Paşa Kapısı” diye anılan saray yavrusu sayılacak muhteşem konakta yaşamaktaydı.
.
Sultan Mahmud, bir yaz günü Ramazan akşamında, şeyhülislamın konağına adeta bir iftar baskını düzenledi.
Yanında bakanları, önde gelen devlet adamları ve hizmetine bakanların oluşturduğu hatırı sayılır bir kalabalık vardı.
Haber vermeksizin gerçekleştirdiği ziyaretle Dürrizade’ye sürpriz yapmak istedi.
Tabii, o anda konak halkını tarif edilemez bir panik havası sardı.
Etekleri tutuşarak efendisi şeyhülislam hazretlerine koşan kâhya, ellerini iki yana açarak şöyle sordu:
-“Ne yapacağız şimdi?”
Dürrizade hiç telaş göstermedi.
Ev halkına ayrılan yemekler misafirlere verilecek, kendi yemeği de padişaha takdim edilecekti.
Neticede, bütün olumsuz şartlara rağmen her şeyiyle dört dörtlük bir sofra kuruldu. Sultan Mahmud hizmetkârı çağırtarak tebrik etti.
-“Yemekler gerçekten nefis olmuş, sadece bir şey dışında. O da, şu billur kâse içindeki hoşaf biraz ılık olmuş” dedi.
Kâhya ya da o zamanki ismiyle Kethuda, padişahın bu küçük eleştirisi üzerine, elleri göbeğinde bağlı, başı hafifçe eğik bir vaziyette cevap verdi:
-“Biraz karıştırılınca kendiliğinden soğur efendimiz.”
Padişah, işte o zaman işin farkına vardı.
Ve dile getirdiği tek kusurun da geçersiz olduğunu gördü.
Çünkü billur zannettiği hoşaf kabı, içi oyularak kâse süsü verilmiş bir buz kalıbıydı.
 
***
Bir Ramazan günü Sultan Abdülhamid, Yıldız Sarayı’nda bakanları yanında olmak üzere tanınmış gazetecilere iftar ziyafeti verdi.
Sofrada ağız tadıyla yenecek bir salatanın nasıl yapılacağı hakkında söz açıldı.
Birisinin, şakayla karışık şu tarifi, misafirlerin çok hoşuna gitti:
-“Salatanın yağını cömert birine, sirkesini bir pintiye koydurmalı, bir deliye de karıştırtmalıdır.”
Orada bulunan yazar Ebüzziya Tevfik, söze karışıp şöyle dedi:
-“O halde, zeytinyağını Şevketmeab Efendimiz Abdülhamid’e, sirkesini de Sadrazam Paşa Hazretleri’ne koydurmalı. Sonrasında da Çırağan Sarayı’na gönderip karıştırtmalıdır!”
O vakit, devrik padişah V. Murad, Çırağan Sarayında hapis bulunuyordu.
Bu konuşma, sultanın kulağına gidince, çok hoşlandı. Ebüzziya Tevfik'i 100 altınlık bir hediye ile ödüllendirdi.