Bir Alman bir İngiliz ve bir Türk bir trenin aynı kompartımanında yolculuk ediyorlarmış.

Bir Alman bir İngiliz ve bir Türk bir trenin aynı kompartımanında yolculuk ediyorlarmış.
Bu sırada içeriye bir sinek girmiş.
İngiliz kılıcını çıkarıp sineğe vurmuş ve sinek ortadan ikiye ayrılmış.
İngiliz övünerek cebinden kartını çıkarmış ve kartta, “İngiltere'nin en ünlü kılıç ustası” yazıyormuş.
İçeriye bir sinek daha girmiş.
Alman cebinden çıkardığı tabancası ile sineğe ateş etmiş ve sinek paramparça olmuş.
Alman övünerek hemen cebinden kartını çıkarmış.
Kartta “Almanya'nın en ünlü silah ustası” yazıyormuş.
İçeriye bir sinek daha girmiş
Bizim Temel’de cebinden bıçağını çıkardığı gibi sineğe vurmuş ama sineğe bir şey olmamış.
İngiliz ve Alman “Ne oldu kardeş, sineğe bile dokunamadın” diye dalga geçerlerken Temel cebinden kartını çıkarmış.
Kartta, “Türkiye’nin en ünlü sünnetçisi” yazıyormuş.
 
***
Süper markette alışveriş yapmakta olan genç adam, kendisini takip etmekte olan yaşlıca bir hanımı fark etmiş.
Kadını görmezlikten gelse de, kadın dik dik bakmaya devam etmiş.
Nihayet kasa önünde adam arkada, kadın birkaç kişi önde kuyruğa gelmişler.
Kadın adama dönerek;
-“Özür dilerim… Böyle dik dik bakmam sizi rahatsız etmiş olmalı... Üzgünüm. Ama geçenlerde ölen oğluma o kadar benziyorsunuz ki...”
Adam; -“Bunu duyduğuma üzüldüm… Sizin için yapabileceğim bir şey var mı?”
Kadın; -“Evet… Şimdi ben dışarı çıkarken 'Güle güle, anne!' diye seslenebilir misiniz? Bu bana iyi gelecek”
-“Tabii ki” diye cevap vermiş genç adam.
Yaşlı kadın çıkarken genç adam ona el sallamış ve “Güle güle, anne!” diye bağırmış.
Yaşlı birisini mutlu etmenin derin hazzı içinde kendi kendine gülümsemiş.
Kendini çok iyi hissetmiş.
Ödeme sırası kendine gelince kasanın 127 Dolar yazdığını görünce hayretle;
-“Bu nasıl olur? Alt tarafı üç parça bir şey aldım!.”
Kasiyer gayet sakin;
-“Ama beyefendi, anneniz… Anneniz onun hesabını da sizin ödeyeceğinizi söyledi...”
 
***
John'la James kır gezintisine çıkmışlardı.
Bir ara John, James'e yerdeki sığır tersini gösterdi:
-“Bak James... Günün birinde öleceksin, seni mezara koyacaklar. Mezarının üstünde otlar bitecek. Otları inekler yiyecek. İnekler işte böyle pisleyecek. Ben, bunu görünce; ‘Yazık... Ne kadar değişmişsin James’ diyeceğim.”
James kendinden emin bir tavırla;
-“Önce sen öleceksin, John. Mezara gireceksin. Mezarının üstünde otlar bitecek. Onları inekler yiyecek. İnekler işte böyle pisleyecek. Ben, bunları görünce ‘Hiç değişmemişsin be John!’ diyeceğim!”
 
***
Bir adam uçağıyla Afrika’nın üzerinden geçerken uçağı arızalanıp ormanlık bir alana düşer ve yerlilerin ona doğru yaklaştığını görür.
Adam içinden “İşte şimdi hapı yuttuk” der.
O anda içinden bir ses duyar.
-“Hayır evladım henüz hapı yutmadın.”
-“Peki ne yapmam gerek?”
-“Şuradaki mızrağı görüyor musun?”
-“Evet.
-“Onu en öndeki renkli giysili adamın tam kalbine batır.”
Adam mızrağı alır ve adamın tam kalbine batırır.
O anda içindeki ses rahatlamış bir tavırla; “Evladım, işte asıl şimdi hapı yuttun.”
 
***
Ali, rüyasında sayıklamaya başlar.
O sırada babası sayıklamalarını dinler:
-“Lütfen babaanne ölme, lütfen!”
Baba şaşırır “Hayırdır inşallah” der ve yatar.
Ertesi gün babaanne ölür.
Baba tesadüf olduğunu düşünür.
Bir hafta sonra yine sayıklar:
-“Dede lütfen ölme, lütfen!”
Baba “Hayırdır inşallah” der ve yatar.
Ertesi gün dede ölür.
Baba hayret eder.
10 gün sonra çocuk yine sayıklar:
-“Babacığım lütfen ölme, sana ihtiyacım var lütfen!”
Bunun üzerine babayı korku salar.
O gece uyuyamaz.
Ertesi gün olmuştur.
Kahvaltı yaparlarken anne:
-“Biliyor musun bey, bizim apartmanın kapıcısı ölmüş.”
 
***
3 oğlan çocuğu birbirleriyle babalarının ne kadar “Hızlı” olduğu konusunu tartışıyorlarmış.
“Benim babam sporcudur. Bir ok atıp koşmaya başlasa oktan önce hedefe varır.”
Diğer oğlan: “Benim babam avcıdır. Silahını ateşleyip koşmaya başlasa mermiden önce kesin orada olur…”
Üçüncü oğlan ilk ikisini dinledikten sonra “Çocuklar siz ‘hız nedir?’ gerçekten bilmiyorsunuz. Benim babam devlet dairesinde memurdur, mesaisi akşam saat 6’da biter, ama 4’te gidin vallahi pijamalarını giymiş evde dizi izlerken bulursunuz..!”
 
***
Kadın kocasının dolabını temizlerken 3 golf topu ve bir zarfın içinde 4000 lira bulmuş. Merakından içi içini yiyerek akşam kocasının dönüşünü beklemiş ve sormuş nedenini. “Senden çok özür dilerim” demiş adam, “Seni her aldatışımda bu çekmeceye bir golf topu koymuştum.”
Kadın başta bozulmuş ama 30 yıllık evliliklerinde 3 kere aldatılmanın çok kötü bir şey olmadığına inandırmış kendini.
“Peki” demiş, “O zarftaki 4000 lira da neyin nesi?”
Adam, “Haa, o mu?” demiş;
“Her bir düzine golf topu biriktiğinde paketleyip satıyordum hayatım.”
 
***
Yaşlı adam ölüm döşeğindeydi…
Artık son dakikalarını yaşıyordu…
Hasta yatağında yatarken birden mutfaktan gelen kokuyu duydu, en sevdiği çikolatalı kurabiyelerin kokusu…
Birden gözleri aralandı.
Kendini ayağa kalkacak kadar güçlü hissetti…
Bu şaşılacak bir şeydi.
Ölmek üzere olan adamı ayağa kaldırmaya kurabiyelerin kokusu yetmişti…
Duvara tutunarak merdivenlere kadar yürüdü…
Basamakları ağır ağır inerken sanki mutfağa değil hayata yaklaşıyor gibi heyecanlıydı…
Nihayet mutfak kapısına kadar geldi…
İşte… Masanın üzerindeki tepside onlarca çikolatalı kurabiye, tam karşısında duruyordu…
Son gücüyle masaya yaklaştı, o kurabiyelerden bir tane ağzına atabilse sanki ömrüne ömür katılacaktı…
Bir tane almak için elini uzattı…
Ama birden karısı yetişti ve eline vurdu:
“Çek elini bakayım… Onlar cenaze için…”
 
***
3.sınıfta okuyan Temel, okullararası bir yarışmaya katılmış.
Sırası gelince içeri girmiş.
Jüri üyeleri:
-“İçinde ‘bukalemun’ kelimesi geçen bir cümle kur bakalım”, demişler.
Temel gayet sakin bir tavırla:
-“Ha bukalemun puraya işi nedur daa…!”
 
***
Acayip yakışıklı bir zenci Amerika’da çok lüks bir otelden içeriye girmiş.
Bir elinde Bond çanta, omzunda bir papağan.
Resepsiyondan odasına çıkarken akşam yemeği için 100 kişilik yemek servisi istediğini söylemiş.
Akşam restoranın kapısından yine elinde Bond çanta, omzunda kuş, tek başına girmiş.
Oturmuş yemeğini yerken, papağan masaları dolaşıp geri kalan 99 yemeği birer birer yiyip bitirmiş.
Otel personeli toplanmış, fal taşı gibi açılmış gözleriyle olayı izlerlerken şef garson dayanamamışsormuş:
- “Bu nasıl iştir?”
Zenci başlamış anlatmaya:
- “Bir tarihte İstanbul’a tatile gittim. Kapalıçarşı’da gezerken eski bir lamba buldum, beğendim aldım. Döndüğümde lambayı silip temizlerken içinden bir cin çıktı, 'Dile benden ne dilersen, 3 dilek hakkın var' dedi. İlk dilek olarak, ‘Bir çanta param olsun, harcadıkça içi tekrar parayla dolsun’ istedim, işte bu çanta, yıllardır harcarım, her açışta yine doludur. İkinci dilek olarak ‘Dünyanın en yakışıklı zencisi olayım’ dedim, işte görüyorsunuz. Eh, bir erkek hem paralı, hem de yakışıklı olursa başka ne ister; ‘Kuşum hiç doymasın’ dedim, yanlış anladı…”
 
***
Bizim patron Cavit, iş yerinde kapısını tıklatıp da izin isteyenlerden nefret edermiş.
Geçen gün gene böyle biri gelmiş:
-“Efendim bu gün özel bir işim var onun için izin istiyorum”.
Bunun üzerine patron Cavit, adamı karşısına oturtmuş:
-“Bir yılda 365 gün var. Bir yılda 52 hafta olduğuna ve sen her hafta 2 gün izin yaptığına göre, geriye 261 gün kalıyor.
Her günün 16 saatini iş yerinin dışında geçirdiğini kabul edersek, bu tam tamına 170 gün eder. Geriye ne kaldı? Yani 261'den 170'i çıkarınca... Kalır 91 gün. Her gün yok çiş arası, kahve-çay molası derken yarım saat çalıyorsun benden, bu da tam 23 gün demektir. Böylece kaldı 68 gün. Gene her gün 1 saat yemek molası veriyorsun ki, bunun toplamı yılda 46 gündür. Geriye çalışacağın 22 gün kalıyor arkadaş! Zaten her yıl 2 gün hastalık bahanesiyle işe gelmiyorsun, kaldı mı? 20 gün! Yılda 5 gün de resmi tatiller nedeniyle gitti. Kaldı geride 15 gün. Her yıl 14 gün izin yapıyorsun! Ne kaldı geride çalışacağın... Koca bir yılda kaç gün kaldı? Bir gün! Ee, o bir gün de ben sana izin verirsem Allah benim haneme günah yazar be adam!”
 
***
Bir imam, bir haham ve bir papaz ormanda geziyorlarmış.
Bir gölün kenarına gelmişler.
Hava sıcak mı sıcak.
Bakmışlar çevrede de kimse yok, iyice soyunup göle girmişler.
Çıktıklarında bir bakmışlar ki kıyafetleri ortada yok.
Aramışlar taramışlar ama bir türlü bulamamışlar.
Sonunda haham: “Benim evim ormanın içinde, biraz ileride. Benim eve gidelim, ben size giyecek bir şeyler veririm” deyince beraber ormanın içinde anadan üryan hahamın evine yürümeye başlamışlar.
Tam eve yaklaştıkları sırada bir grup kadın belirmiş. Kaçacak bir yerde yok.
Papaz hemen ön tarafını kapatmış.
Haham da hemen ön tarafını kapatmış iki eli ile. İmam ise yüzünü kapatmış.
Kadınlar geçtikten sonra Haham ile Papaz İmam “Neden önünü kapatmadın” diye sormuşlar.
İmam:
- “Sizi bilmem ama bizim cemaatte beni yüzümden tanırlar”…