Dış gözle bakıldığında gayet normal gelip, “Eee! Ne olmuş?” diye sorabileceğiniz şeyler var dünyada.
Dış gözle bakıldığında gayet normal gelip, “Eee! Ne olmuş?” diye sorabileceğiniz şeyler var dünyada.
.
İşte bunlardan birine takıldım.
Devlet başkanları “Zirve” adı altında düzenlenen toplantılarda bir araya geliyor.
Koltuklarından kalkıp, birbirleriyle el sıkışıyorlar, konuşuyorlar.
Ne kadar güzel ve kolay.
.
Elçi yollasanız küçük bir törenden sonra görevini yerine getiriyor ve memleketine geri dönüyor.
.
Peki, “Eskiden nasıl oluyormuş acaba?” diye merak edeniniz var mı içinizde…
.
Ben merak ettim ve araştırdım.
.
İşte yazıyorum:
Olay Osmanlı’da geçiyor.
İsmi: “Elçi kabulü…”
.
Bunu okuyunca siz de “Eee ne olmuş yani?” dediniz değil mi?
.
Ama ayrıntıları okuyunca şaşkınlıktan donup kalacaksınız.
.
Koskocaman Osmanlı’sınız,
Büyüklüğünüz nereden belli olacak?
.
Gittiğiniz yerde adamların canına okuyup gösteriyorsunuz kendiniz de, gelenlere ne yapacaksınız?
.
Bu iş ilk defa ll. Murat’ın aklına gelmiş olacak ki, Edirne Sarayı’nda o başlatmış.
.
İşin basit şekli şu:
Yabancı devlete ait elçi gelecek, kabul edilecek ve getirdiği mesaj Padişaha iletilecek anında verilecekse cevap verilecek.
Cevap için zaman gerekiyorsa elçi bekletilecek veya cevap Padişahın elçisiyle o ülkeye gönderilerek verilecek.
.
Ama bakın neler oluyor?
.
Devlet yapısının ve protokolün yansımasına bakın?
.
Elçinin ziyareti, Padişahın fermanıyla olurmuş.
“Gelsin” demesi gerekiyormuş.
.
Bundan sonra prosedür şöyle devam ediyor:
“Bir yabancı elçinin beraberindekilerle Osmanlı Devleti’ni ziyaret etmeleri, sultanın iradesi ile gerçekleşirmiş.”
.
“Elçinin beraberinde bulunan kişilerin tam sayısı, Osmanlı topraklarına ayak bastıkları andan itibaren ve İstanbul’da ikamet edecekleri dönem boyunca faydalanabilecekleri haklar birer birer Padişaha bildirilirmiş.”
.
“Elçiler yol boyunca geçtikleri yerlerin idarecileri tarafından karşılanır, kendilerine ikramda bulunulur ve konaklama yerleri hazırlanırmış.”
.
Kısaca “Bütün rezervasyonları yapılırmış…”
.
“İstanbul’a ulaşan batılı elçilerin ağırlanması için (15. ve 16. Yüzyılda) Çemberlitaş’taki Elçi Hanı (Balyos Hanı) veya Nemçe Hanı kullanılmış.”
.
“Doğudan gelen geçici elçiler ise, Üsküdar’dan alınıp İstanbul’da kendilerine ayrılan bir konağa yerleştirilirmiş.”
.
“Elçilerin oturdukları binaların kapılarında ‘Yasakçı’ adı verilen yeniçeriler nöbet tutarmış.”
.
“Osmanlı topraklarında kaldığı sürece elçilere mihmandarlar yardımcı olurmuş.”
.
Sebebi gayet açık.
Bu mihmandarlar elçilerin İstanbul’u gezmelerine yardımcı olacaklar, nereye gittiklerini ve kiminle görüştüklerini rapor edeceklerdi.
.
“Elçi huzura kabul edilmeden önce reis-ül küttab (Dışişlerinden sorumlu devlet görevlisi) ile görüşür; siyasi görüşmelerini ve isteğini ona bildirirmiş.
Siyasi müzakereler elçilerle reis-ül küttab efendi arasında yapılır ve varılan sonuç reis-ül küttab tarafından divana arz edilirmiş.
Eğer uygun görülürse elçi önce sadrazam, sonra Padişah tarafından kabul edilirmiş.”
.
Elçinin sadrazam tarafından kabulü sırasında elçi ikamet ettiği konaktan alınıp merasimle Tophane iskelesine götürülür, oradan Kireç veya Vezir İskelesi’ne getirilirmiş.
İskelede merasim birliği tarafından karşılanan elçi, Kireççibaşı (Saray hizmetlerinde bulunan 4 eminden biri) odasına götürülerek kahve, tatlı, gülsuyu ve buhur ikram edilir ve kendisini Sahil Sarayı’na götürecek alay hazırlanıncaya kadar oturtulurmuş.
Alay hazırlandıktan Çavuşbaşı’nın (Padişahın huzuruna çıkacak elçilere eşlik eden görevli) arkasından Sahil Sarayı’na gelen elçiyi Dîvân-ı Hümâyun tercümanı karşılar, mihmandarı ile Çavuşlar kâtibi ve Emini önüne düşerek Arz Odası’na götürürlermiş.”
.
“Başka bir kapıdan ise sadrazam, sağ tarafında Sadaret Kethüdası (İçişleri Bakanı), sol tarafında Kapıcılar Kethüdası (Saray kapılarını bekleyen kapıcıların amiri) ve önünde Sadaret Ricali olarak Arz Odası’na girermiş.
İki tarafa selam veren sadrazamın selamını Duacı Çavuş yüksek sesle alır ve yerine otururken de Divan Çavuşları alkış tutarmış.
Elçi gelip Vezir-i Azamın eteğini öptükten sonra bir iskemleye (Müslüman bir ülkenin elçisi ise sedir veya yastık üzerine) oturtulurmuş.
.
“Elçi, itimadnamesini teslim ettikten sonra hatırı sorulur; sohbet sırasında şerbet ve buhur merasimi icra olunurmuş.
Elçiye hil’atler (Değerli kumaşlardan yapılmış bir tür kürklü kaftan) giydirildikten sonra kaldığı konağa uğurlanırmış. (Sebebi ise; Elçiyi gönderen devlete elçilerin ‘kendi kıyafetleriyle huzura kabul edilemeyecek kadar düşük seviyede olduklarının’ mesajı verilmekteydi.)
.
Getirdiği nâme, Divan-ı Hümayun (Padişahın huzuru veya bakanlar kurulu) tercümanı tarafından çevrilip, saptanacak ileri bir tarihte törenle Padişaha sunulurmuş.”
.
“Zamanı geldiğinde Padişah tarafından huzura kabul edilmek üzere elçi ve yanındakilere özenle süslenmiş atlar gönderilirmiş.
Elçi, sarayın orta kapısında attan iner, nöbet odasında dinlenir, kılıçları ve atları birinci avluda bırakılırmış.
Elçi biraz sonra önüne düşen Çavuşbaşının ardında Orta Kapı’dan içeriye girermiş.
Bu esnada avludaki bütün askerlerin tamamen sessiz ve hareketsiz duruşları her zaman yabancı elçi ve diplomatların hayranlığını çekmiş.”
.
“Kendilerini karşılayan Kapıcılar Kethüdasının ardından Divanhaneye (Divan-ı Hümayun’un toplandığı alan) giren elçi, her selam taşında duran saray mensubu memurları selamlayarak Kubbealtı’na girer;
Divit Odası’ndan çıkarak divandaki makamına gelmekte olan sadrazamın eteğini öper;
Kendisi için belirlenen yere oturup yeniçerilere ulufe dağıtılması işlemini izler;
Ardından Vezir-i Azamın sofrasında yemek yermiş.
Yemek esnasında Padişah, divanı gören küçük bir pencerenin önüne gelir;
Elçilerin hediyeleri, pencerenin önünden geçirilip iç hazine görevlisine teslim edilirmiş.
Yemeğin ardından elçi ellerini yıkar ve daha sonra hazine önünde ona ve maiyetine hil’atlar giydirilirmiş.
Elçi bir süre dinlendikten sonra Arz Odası’na (Padişahların, Divan-ı Hümayun üyeleri ve yabancı devlet adamlarıyla buluşma yeri) alınır ve Hristiyan ülke elçisi ise yer, Müslüman ülke elçisi ise Padişahın eteği öptürülürmüş.”
.
“Arz Odası’nda Padişah elçiyi ve yanındakileri ayakta karşılarmış.
(Huzura kabul edilen elçinin iki koluna birer Kapıcıbaşı girer, elçinin Padişah karşısında eğilmesini sağlarlarmış. Buna uymayan elçiye de haddi bildirilirmiş.
Mesela, 1668’de İstanbul’a gelen bir Rus elçisi, Padişahın huzurunda fazla eğilmeyi kabul etmemiş ve getirdiği mektubu Padişaha kendisi vermek istemiş. Bunun üzerine görevliler elçinin ensesinden tutarak başını sert bir şekilde yere çarpmışlar.)
Elçi, ziyaret sebebini ve hükümdarının selam ve hürmetlerini bildiren kısa bir nutuk söyler; elinde tuttuğu namesi vezirler sırasındaki en küçük vezirden sadrazama kadar elden ele ulaştırılırmış. Sadrazam, aldığı nameyi Padişahın tahtının sol yanındaki yastığın üzerine koyarmış.”
.
“Elçiler Padişahla karşılıklı konuşamaz; sözleri Divan-ı Hümayun tercümanı tarafından Sadrazama tercüme edilip o da Padişaha söylermiş.”
.
“Bizzat Padişah ‘İzin’ dediğinde iki Kapıcıbaşı tarafından tekrar elçiye yer öptürülüp, maiyetiyle beraber konağına veya seferathanesine geri götürülürmüş.”
.
“Bu kabul, bir törenden ibaret.
Tören, elçinin büyükelçi olmasına ve bağlı bulunduğu ülkenin Müslüman olup olmamasına göre değişirmiş.”
.
“Elçilerin huzura kabulleri genellikle ulufe dağıtma gününe (üç ayda bir maaş verilen salı günü) getirilir; böylece devletin ihtişamını gösterecek bir güç gösterisi sergilenirmiş.”
.
Ve son not:
Kısaca, Osmanlı Devleti’ne gelen elçilere sınırdan girdikleri andan itibaren misafir muamelesi uygulanırmış.
Sınırdan giren elçinin güvenlikleri ve bütün ihtiyaçları Osmanlı Devleti tarafından karşılanırmış.
Elçinin ulaşımı ve İstanbul’da kullanması için at verilirmiş.
Elçinin yanında, yolculuk boyunca refakat edilirmiş.
İstanbul’a gelinceye kadar yol masraflarına yetecek kadar para ve avans verilirmiş.
Müslüman veya gayrimüslim olsun elçilerin İstanbul’a girişlerinde, değerlerine göre merasimler düzenlenirmiş.
.
Osmanlı, elçi kabulünde sadece “Dost” ve “Düşman” bildikleri arasına çok büyük bir fark koymuş.
Mesela;
İran elçisi hediyeler ile birlikte barış için huzura geldiği zaman büyük itibar görürmüş.
Ama Avusturya elçisi daha farklı ve sert muameleye maruz kalırmış.
.
Anlayacağımız, Osmanlı’ya elçi giderek Padişahla görüşmek kolay değilmiş.
Kabul törenleri sırasındaki protokoller insanın canını sıkacak derecede zormuş.