Yamyam baba-oğul balta girmemiş ormanda dolaşırken, nehirde yıkanan genç ve çok güzel bir kadın görmüşler.

Yamyam baba-oğul balta girmemiş ormanda dolaşırken, nehirde yıkanan genç ve çok güzel bir kadın görmüşler.
Oğlu sormuş;
-“Ne dersin baba, yiyelim mi onu?”
Baba bir an düşündükten sonra:
-“Hayır, bunu eve götürelim, onun yerine anneni yeriz!”

Anadolu’nun orta halli bir kasabada 40-50 kadar kişi, yakındaki büyük kente alışverişe gitmiş.
Hayvanlara yüklemişler nohutu, buğdayı; pazarda satıp kumaşlar, tencereler almışlar.
Dönüşte 3 kişi, kervanın yolunu kesmiş, çekmişler silahlarını ve “Yatın, kıpırdamayın” diyerek hepsini soyup soğana çevirmişler.
Kafileyi kasabanın girişinde görenler şaşırmışlar ve sormuşlar:
-“Ne oldu size, ne bu haliniz?”
“Soyulduk” yanıtı alanlar yüklenmişler:
-“Kim soydu, nerede soydu, kaç kişiydi?”
İçlerinden biri durumu özetlemiş:
-“Onlar 3 kişi beraberdi, biz 40 kişi yalnızdık!”

Temel ile Dursun plajda dolaşırken. Kapısında “Çıplaklar kampı” yazan etrafı duvarlar ve tel örgülerle çevrili bir yapıyla karşılaşmışlar.
İçeride ne olduğunu merak etmişler.
Dursun eğilmiş, Temel de onun sırtına çıkıp yükselmiş içeri bakmış.
Dursun aşağıdan sormuş;
-“İçeride ne var?”
-“İnsanlar…”
-“Kadın mı, Erkek mi?”
-“Nasıl anlayayım. Hiç biri elbise giymemiş ki?”

Adamın tembel mi tembel bir uşağı vardı.
Bir gün uşağını üzüm ve incir almak için çarşıya gönderdi.
Uşak getire getire yalnız üzüm getirmişti.
Efendisi: “Ne zaman seni bir iş için göndersem, birkaç işi birden yapmalısın!” diye azarladı uşağı.
Aradan bir süre geçti.
Tesadüfen adamcağız hastalandı ve uşağını doktor çağırmaya gönderdi.
Uşak doktorla birlikte kâri, gassal ve mezarcıyı da yanında getirmişti.
Adam yine çıkıştı uşağına:
-“Bunları ne diye getirdin yanında? Sana yalnız doktor çağır demedim mi?”
-“Efendim, ‘ne zaman seni bir iş için göndersem, birkaç işi birden yapmalısın’ dememiş miydiniz? İşte tedaviniz için doktor getirdim. Tedavi kâr etmezse, ‘başınızda Kuran okusun’ diye Kâri getirdim. ‘Cesedinizi gasletmesi’ için Gassal ve ‘gömmek için de’ bir Mezarcı getirdim!”

Jack ve Bob, kuzeye gitmişler.
Bir kar fırtınasına yakalanınca yakınlarındaki bir çiftliğe sığınmışlar ve evin çekici hanımından geceyi orada geçirmek için izin istemişler. Kadın:
-“Ben dul bir kadınım. Evimde kalmanıza izin verirsem komşular dedikodu yapar”
Bunun üzerine Jack:
-“Endişelenmeyin, ahırda da rahat edebiliriz” demiş.
Ve geceyi evin ahırında geçirip, ertesi gün memleketlerine dönmüşler.
Aradan bir sene geçtikten sonra Jack, dulun avukatından bir mektup alınca arkadaşı Bob’u aramış:
-“Bob, geçen sene şu çiftliğinde kaldığımız çekici dul kadını hatırlıyor musun?”
-“Evet, hatırlıyorum”
-“O gece o kadınla yattın mı?”
-“Evet, itiraf etmeliyim ki bunu yaptım”
-“Peki ona benim adımı mı verdin?”
-“Evet, korkarım öyle yaptım”
-“Harikasın. Kadın ölmüş ve çiftliğini de bana bırakmış…”

İki arkadaş meyhanede oturmuş sohbet ediyorlardı. Bir tanesi:
-“Canını çok sıkkın görüyorum.
-“Sorma arkadaş, yattığım odanın penceresinin altında 2 aydır iki sevgili karanlıkta mırıl mırıl konuşup şapır şupur öpüşüyordu. ‘Bana ne’ dedim önce fakat sonunda tahammülüm tükendi ve dün gece, bir kova suyu yukarıdan aşağıya boca ettim!...
-“İyi yapmışsın, peki neden canını sıktın bu olay yüzünden?”
-“Neden olacak, beş dakika sonra karım sırılsıklam odaya girdi!...”

Yaşını başını almış ve zengin işadamlarından biriyle yapılan röportajda genç gazeteci sormuş:
-“Efendim, bugünlere nasıl geldiğinizi, bu inanılmaz servetin öyküsünü bizimle paylaşmak ister misiniz?”
-“1928 yılıydı. 1. Dünya Savaşı’nın acıları yeni yeni sarılıyordu. Elimdeki birkaç Cent’ten başka hiç bir şeyim yoktu. Elimdeki 5 Cent ancak 1 elma almama yetiyordu ve ben 1 tek elma aldım. Sabahtan akşama kadar elmayı sildim, pırıl pırıl oldu. O elmayı gün sonunda tam 10 sente sattım. Sabahı zor etmiştim. Ertesi sabah, elimdeki 10 sentimle 2 elma aldım. Sabahtan akşama kadar o 2 elmanın her tarafını sildim, bir güzel parlattım ve gün sonunda ikisini, toplam 20 Cent’e sattım. Bu sistemle ay sonuna kadar devam ettim. 1 ay içerisinde tam 1.37 dolar kazanmıştım. Ertesi ayın ilk haftası karımın amcası öldü ve bize tam 5 milyon dolar miras bıraktı...”

Büyük bir kasa soygunundan sonra çalıntı otomobille yol alan üç soyguncu, kent dışında otomobilden inip tarlalar arasında geldikleri yöne doğru hızla ilerlediler.
Uzun süren bu iz kaybettirme yürüyüşünden sonra issiz bir yer bulup oturdular. İçlerinden biri:
-“Haydi sayalım artık. Kaç milyon kaldırdığımızı merak ediyorum.”
İkincisi elini söyle bir salladı:
-“Yorgunluktan öldük yahu! Şimdi o kadar parayı saymakla ne diye uğraşalım ki. Kaç milyon kaldırdığımızı yarın gazetelerde okur, biz de öğreniriz.”
Üçüncüsü öfkeyle yerinden fırladı:
-“Deli misin be! Yarın her gazete ayrı bir rakam verir, biz de birbirimize gireriz!...”

Bir matematikçi, bir fizikçi ve bir mühendise bir kırmızı top verip “bunun hacmini nasıl bulacaklarını” sormuşlar.
Matematikçi, bir mezura ile etrafını ölçüp formülle yarı çapını hesapladıktan sonra diğer bir formülle yarı çapından hacmini bulacağını  söylemiş.
Fizikçi ise topu suya batırıp yer değiştiren suyun hacmini ölçerek topun hacmini bulabileceğini söylemiş.
Top son olarak mühendisin eline verilmiş, mühendis topu şöyle biraz çevirip bakmış ve sonra:
-“Bana kırmızı toplar katalogunu bulun...”

Baba, gelinlik çağına gelmiş kızını yanına çağırdı:
-“Kızım müjde, geçen gün seni görmeye gelen genç seni benden istedi.”
Kız yapmacık ağlamaya başladı.
-“Ah babacığım… Ben annemsiz ne yaparım?”
Baba zevkle atıldı:
-“Onu da götür kızım, onu da!..”

Tıbbi bir deney için doğup büyüdüğü laboratuvardan ilk kez kaçan tavşan, tel örgüleri aşınca ayağının altındaki çimlere bayılmış.
ilk defa gördüğü güneşin batışını hayranlıkla izlerken biraz ileride oynayan kendisi gibi yüzlerce tavşana rastlamış..
 -“Heyy! Ben laboratuvardan kaçan bir tavşanım. Sizler doğadaki gerçek tavşanlarsınız değil mi?”
 “Evet.” demiş diğer tavşanlar hep bir ağızdan ve “Haydi bize katıl...” demişler.
Bizimki aralarına hoplamış, birlikte çimleri yemeğe başlamışlar,
 -“Tadı nefis… Başka ne yaparsınız?”
 -“Şu ilerideki tarlayı görüyor musun? Orada havuç var... Biz onları kazar, çıkartır ve yeriz… ”
Laboratuvar tavşanı hemen teklifi kabul etmiş, havucun ballı tadı damağına yayılmış ve sormuş;
-“Başka ne yaparsınız?”
-“Şurada marul tarlası var, onları da yeriz...”
Marulun nefis tadı unutulmazları arasında yerini almış, bizimki son derece mutlu göbeğini sıvazlarken,
 -“Artık bizimle yaşayacaksın değil mi?” diye sormuş diğerleri…
-“Üzgünüm...” demiş tavşan, “Çok güzel saatler yaşadım ama kalmam imkânsız...”
Şaşkın şaşkın bakmış diğer tavşanlar ve sormuşlar;
 -“Neden?”
-“Laboratuvara geri dönmeliyim...” demiş bizim tavşan, “Sigarasızlıktan ölmek üzereyim!”

Adam bir gün evine erken dönmüş.
Arabasını park edip kapıları kilitlemiş.
Evine doğru giderken bir bakmış, adamın biri evinin önündeki kaldırımda çırılçıplak jogging yapıyor...
“Heyy! Arkadaş” diye bağırmış arkasından ve sormuş; “Niye böyle çıplak koşuyorsun?”
 “Niye mi?” demiş adam yavaş yavaş uzaklaşırken; “Eve erken geldin de..!”

Sarışın kız müthiş süratli araba kullanırken radara girmiş, ileride onu durduran ekipteki polisi etkileyip ceza yememek için
-“Aaa! Ne kadar da Tarık Akan’a benziyorsunuz?”
Polis “Teşekkür ederim” demiş bir yandan da ceza makbuzunu doldururken sormuş;
-“Sinemayla yakından ilgilisiniz anlaşılan?”
Sarışın kıkırdayarak “Evet” demiş.
“O zaman çok şanslı sayılırsınız” diye cevap vermiş polis, makbuza son imzasını atarken, “Siz de göreceksiniz, biraz sonra çıkacağınız suçüstü mahkemesinin hâkimi aynen ama aynen Kadir İnanır!..”