Kahvenin dayanılmaz cazibesinin nereden geldiği araştırılsa karşımıza ne çıkardı acaba?


Kahvenin dayanılmaz cazibesinin nereden geldiği araştırılsa karşımıza ne çıkardı acaba?
.
Belki de araştırılmıştır da benim haberim yok.
.
Ancak içinde “Kahve” veya “Cafe” geçen her kelime insanı cezbediyor nedense?
.
Bunu keşfeden (veya bize keşfettiren) kahve markaları, satışlarını parlatmak için olanca gücüyle savaşıyor.
Reklam pastasının çoğu onlara ait.
.
Öyle ya, sadece kahve satışı yapan yerler oldukça iyi iş yapıyor.
.
İşin aslı bağcıyı dövmekle eş değer olan,
“Sohbet” konusu, başta kadınlar olmak üzere biz erkeklerin de vaz geçemeyeceği sosyal olgu.
.
Dedikodu şekline dönüşmüş hoş sohbetlerin yanında içilen “Kahveler” veya “Cafeler”, insan ömrüne ömür katıyor.
.
Tüm bunlara psikologların da, “Kahvenin insan beyninde yarattığı inanılmaz sadelik, davranış biçiminde önemli rol oynuyor… Kahve içenler kafeinin tesiri ile daha uzlaşmacı, daha sakin oluyorlar…” şeklindeki söylemleri de eklenince kahve daha etkili oluyor...
.
“Kahve içmeden asla sokağa çıkamam… İşe bile gidemem…”
“Uyuyamam…”
“Yemek yiyemem…”
“Yemekten sonra içmezsem bütün günüm ölür…”
“Issız bir adaya düşsem yanıma 3 tane kahve alırım…”
.
“Mirim geçen gün kardeşimle oturduk boğaz manzaralı bir Cafeye, aldık elimize ‘Sade kahvelerimizi’, başladık geçmişten bu güne olan kavgalarımızı birbirimize anlatmaya. O zevki hiçbir yerde bulamadım…”
.
“Babaannem, her sabah kahvaltı sonrası dedeme kahve yaparmış. Karşılıklı cumbada oturup sohbet ettikten sonra dedem işe gidermiş.”
.
“Bizim Ayten her sabah bana gelir elinde kahvelerle ‘Ay! Şekerim bu sefer kahveleri dökmeden geldim. Haydi sen de hazırla kurabiyeleri. Yeni dedikodularım var’ diyerek geçer fiskosun başına oturur…”
.
“Uzun zamandır görmediğim bir arkadaşımla karşılaştık. ‘Şu kahveye oturup kahve içerken hoşsohbet edelim’ dedik…”
.
“Anne! Bu kahvelerin hangisine ‘Tuz’ koyacaktık! Ben hepsine koydum da…”
.
“Hemen kapat fincanını, soğumadan… Birazdan Selma gelecek. Bir fal bakar, inanamazsın. Geçenlerde bana baktı ve ‘üç vakte kadar eline oldukça yüklü para geçecek’ dedi. 3 ay oldu hala bekliyorum, çok iyidir bu konuda…”
.
“Kız abla bak bakalım onun da bende gönlü var mı? Dün göz göze geldik, sanki bana göz kırptı gibi geldi…”
 
TARİHÇESİ
Anavatanı Etiyopya'nın “Kaffa” bölgesiymiş. Buradaki ormanlarda yetişen “Arabika” kahve ağaçları, çekirdekleri işlenen ilk kahveler olarak biliniriş.
.
“Kaffa” kelimesi Arapçaya “Qahwah” olarak geçmiş.
15. yüzyılda Yavuz Sultan Selim döneminde Yemen Valisi olan Özdemir Paşa, Yemen’de içtiği ve çok sevdiği kahveyi İstanbul’a getirmiş.
Kahve, burada çok sevilmiş.
Öyle ki sarayda “Kahveci başı” rütbeli bir çalışan bile istihdam edilmiş.
Padişahın kahvesini pişirmekle görevli olan kahveci başı, sır tutmasını bilen bilge kişiler arasından seçilirmiş...
.
1600’lü yıllarda Türkiye'ye gelen Venedikli tüccarlar, kahveyi Avrupa’ya taşımışlar.
.
İlk başlarda sokaklarda seyyar olarak satılan kahve, 1645 yılında ilk defa İtalya’da bir dükkânda yani “Kahvehane” de satılmaya başlanmış.
.
Saraydaki cariyeler, birisi hakkında dedikodu veya istihbarat yayacakları zaman kahveyi kullanırlarmış.
Gün içerisinde birçok kez içilen (ve içme esnasında toplu halde bulunulan) kahve saatlerinde, kahve fincanına bakarak yüzüne söyleyemediklerini “Fal” olarak söylerlermiş.
.
Zamanla bu durum yaygınlaşmış ve kahve içtikten sonra fincana bakarak bir şeyler söylemek “Kahve falı” olarak tabir edilmeye başlanmış…

Bilindiği üzere “Sade, Orta ve Şekerli” olarak sunulan kahve, “Sade” içildiği zaman daha karizmatik olmaya başlamış.
Yanında da “Pipo” yakılırsa, değme keyfine gitsin…
.
Yine bilindiği üzere, içkili lokantalarda yemek sonrası kahve sunulur.
Bir akşam 15 kişilik böyle bir yemek sonrası, kahve içmeye karar verdik.
Garson geldi ve siparişleri aldı.
Bir müddet sonra şef garson elinde kahve tepsisi ve 15 tane kahve ile geldi.
Herkese “Sade kimindi, şekerli kimindi?” diye sorarak dağıttı.
.
Ben merak etmiştim.
“Bu kadar kahveyi birbirine karıştırmadan nasıl ayarlamıştı? Fincanların hepsi aynıydı çünkü…”
.
Hemen peşinden kalktım ve mutfak girişinde yakaladım.
“Şefim, çok merak ettim de. Bu kadar kahveyi karıştırmadan nasıl dağıttın? Yılların tecrübesi olsa gerek?” diye sordum.
Bana şu cevabı verdi:
“Beyefendi bütün kahveler ‘Orta’ olarak yapılır. Herkesin kafa binbeşyüz olduğundan kimse anlamaz. Zira şekerli içen içinden ‘Şekeri az olmuş’, sade içen ise ‘Benim kahve karışmış’ der, geçerler…”
 
***
SALATALIK DEYİP GEÇME
Salatalığı bilirsiniz.
Başka bir akrabası da “Hıyar” dır.
Hani üzeri dikenli olan.
.
Argoda beğenilmeyen, görgüsüz ve kaba insanlar için kullanılır:
“Ulan hıyar gibi adamsın…” diye.
.
Salatalık günümüzde oldukça kullanılan bir sebze.
İsmi dolayısı ile hep geri kalmış, itilmiş, kakılmış bir sebze olarak sofrada önümüze gelir.
.
Ben hep acımışımdır salatalığa.
.
Her yaz 10 tane kadar fide alarak arka bahçemize dikerim.
Onları sularım, diplerini kazarım, gübre atarım filan.
.
Aslında toprakla uğraşmayı sevmem.
Köy kökenli olmadığımdan beceremem de zaten.
.
Ancak bu salatalık, dikildikten kısa bir süre sonra meyvelerini vermeye başlaması ile beni cezbetmiştir.
.
Her sabah kahvaltıda yemek için topladığım salatalıklar, benim için gurur kaynağı sofrada olarak yer alır.
.
Geçtiğimiz günlerde komşumuzun bahçesinde kendi kendine bir salatalık peyda oldu.
.
Kendisine “Yahu ben o kadar uğraşıp dikiyorum, sen ise bedavadan salatalık sahibi oluyorsun” dedim.
.
Onun fidesi öylesine güzel büyüyordu ki, imrenilecek yanı vardı.
.
O kadar çiçek açmasına rağmen, bir türlü meyvesini vermedi.
.
İşi bilmediğimizden hayretle bakıyorduk gelişmesine “Acaba ne zaman meyvesini verecek?” diye.
.
Ben bunu araştırmaya karar verdim ve İnternete girdim.
.
Bir tane bahçe meraklısı abla video çekip yayınlamış.
Konusu şöyle:
“Salatalığınız çiçek açıyor ve meyve vermiyorsa…”
.
Tam benim aradığım mevzuu…
.
Başladım seyretmeye:
“Salatalıklar öncelikle erkek çiçeklerini açar. Yani bu çiçeklerin dibinde meyve göremezsiniz…”
.
Hani şu beğenmediğimiz salatalığa bakın.
Neler yapıyor?
.
“Açtığı bu erkek çiçeklerle ortamdaki rüzgarı, güneşi, nemi vs. ölçerek, hafızasına yerleştirir ve sonra ayarlanmış dişi çiçeklerini açar…”
.
Lan!
Bütün bunları şu itilmiş, kakılmış salatalık mı yapıyormuş?
.
Cevap: “Evet…”
.
Vay, vay, vay!
Önce demo çiçek gönderiyor, bilgilerle donanmış dişileri yolluyor ha!
.
Tüm bunları duyunca irkildim.
.
Zira Allah da önce erkeği yollayıp, sonra kadını yollamadı mı?
.
Hadi canım…
.
Olmaz öyle şey…
.
Salatalık gibi mi yani?
.
Yani biz şimdi “Demomuyuz?”
.
Biz dünya şartlarını inceleyip, kadın için hazırlık vesilesi mi olduk?
.
Kısacası:
Kullanıldık mı?
.
Neyse efendim,
Kafamızı bu tip aykırı düşüncelerle doldurmayalım şimdi ve hemen konumuza dönelim.
.
Salatalıkların daha sonra çıkan dişi çiçekleri bize meyvelerini veriyormuş.
.
Ancak bir sorun var.
.
Eğer;
Sonradan açan dişi çiçeklerin dibinden gelen salatalıklar, henüz 1 cm iken, sararıp solarsa problem var demekmiş.
.
Tabi bunun da çaresi varmış.
.
Çaresi şuymuş:
“Suluboya fırçası…”
.
“Ne alaka?” demeyin de yazımı okumaya devam edin.
.
Kadın anlatıyor:
“Bu fırçayı erkek çiçeklerin göbeğine değdirin, sonra dişi çiçeklerin göbeğine nazikçe değdirin. Problem hallolacaktır…”
.
Anladığım kadarıyla biz arının veya sineklerin, böceklerin işini yapacağız ve dişi çiçeği polenize edeceğiz.
.
Hayatım eğlenmekle geçtiğinden, şimdi komşuma bu polenize işini yaparken “Arı kıyafeti giymesini böylece çiçeği kandırmamız gerektiğini” söyleyeceğim.
.
İnandırabilirsem, çok eğleneceğiz…
 
Not: “Kadınların, salatalık kabuklarını yüzlerine yapıştırarak güzelleşmelerini bu yazıma istinaden ‘Dişilerin dayanışması’ olarak açıklayabiliriz”