Rahmetli Barış Manço’nun şarkısıydı: “Bugün bayram, Erken kalkın çocuklar… Giyelim en güzel giysileri Elimizde taze kır çiçekleri Üzmeyelim bugün annemizi…”
Rahmetli Barış Manço’nun şarkısıydı:
“Bugün bayram,
Erken kalkın çocuklar…
Giyelim en güzel giysileri
Elimizde taze kır çiçekleri
Üzmeyelim bugün annemizi…”
.
Sabah erkenden bayram namazı için kalkılırdı.
Çocuklar biraz mırıldanırdı ama (bayramlık giysilerini giyme heyecanı ile) babalarının arkasından sabah mahmurluğu ile kös-kös caminin yolunu tutarlardı.
.
Zira cami dönüşü alacakları harçlıkları düşünür, giyeceği bayramlık özlemiyle namaz kılarlardı.
.
Ev halkı ise camiye uğurladıktan sonra sabah kahvaltısı için işe koyulur, en güzel en sevilen kahvaltılıklarla masalar süslenirdi.
.
Eve dönüşte camiden dönenleri kapıda karşılarlar ve sırayla bayramlaşılırdı.
.
Hep beraber kahvaltıya oturulur ve TRT’nin tek kanallı olduğu zamanlarda sabah sabah oyun havaları çalmaya başlayan “Mustafa Kandıralı ve arkadaşları” izlenirdi.
.
İnsanın içi açılır, evin ortasında bir-iki dönesi gelirdi.
.
Sonrasında erkekler kurbanı kesmek için hazırlık yaparlar ve bir an önce kesip dağıtmak üzere telaşlanırlardı.
.
Kesilen kurbanın ciğerleri vs. aceleyle eve getirilir ve anneler o ciğerleri bir an önce kavurur ve hane halkına sunardı.
.
Kesilen etler parçalara ayrılarak dağıtılacak yerlere (nazlanan) çocuklar tarafından ulaştırılırdı.
.
Öğleden sonra aile büyükleri ziyaret edilir, bayram boyunca da bu ziyaretler akrabalar ve arkadaşlar olarak devam ederdi.
.
Çocuklar aldıkları harçlıklarla bakkallara koşar, günün tadını çıkarırlardı.
.
Neydi o günler…
.
Şimdilerde böylesi adetler kalmadı gibi bir şey.
.
Ne camiye giden var,
Ne de kahvaltı hazırlayan,
Ne de kurban kesen…
.
Çocukları bırakın camiye gitmek için kalkmayı, kahvaltıya bile gelmiyorlar…
.
Gittikçe terk ediyoruz güzel adetlerimizi.
Gelecek nesillerimize aktaramıyoruz.
.
Çağın getirdiği hoşgörü çerçevesinde, ikna yolunu kapattığımızdan adetlerimizi sürdüremiyoruz.
.
Zamanımızda büyüklerimize itiraz etmek,
Ayak diretmek,
Lafına laf söylemek,
Cesaret işiydi.
.
Şiddetli ikaz dönemi iş yapmayınca “Dayak” şekline dönüşen ikna yolları epey iş yapardı.
.
Bizim özgürlüğümüz “dayak yiyene kadardı.”
.
Özlüyor muyuz?
Evet.
Keşke…
***
OSMANLI’DA BAYRAM
Bayram adetleri çok eskilere dayanırdı.
Osmanlıdan günümüze gelen adet doluydu.
Tarihçiler Osmanlı zamanında yaşanan bayramları anlatmışlar.
.
İşte size o tarihlerde yaşanan bayram adetleri…
.
Osmanlı döneminde Kurban Bayramı arife günü atılan top atışlarıyla başlar ve son günün ikindi vaktinde de bitermiş.
.
Bayram namazı için ev halkının erkekleri bayramlıklarını giyip yanlarına çocuklarını da alarak mahalle camisine giderler ve sonrasında ailece kabristan ziyaretleri yaparlardı.
.
Dinimizce caiz olmadığından kurban eti hemen yenilmezdi.
Kurban eti kendi aile efradına, fakirlere ve eş ve dosta dağıtmak üzere de üçe bölünürdü.
.
Zengin kimselerin hanımına, çocuklarına, yakın akrabalarına, vefat etmiş yakınları adına ve gücü yetmeyip kurban kesemeyen komşularına kurbanlık hediye etme geleneği vardı.
.
Bayramdan önce memurlara bayram hediyesi olarak ikramiye verilir,
Zaptiyelere yeni fes ve püskül veya bunların temini için para verilirdi.
Büyük camilerde de cemaate “İftariye” adı altında hediyeler, şeker, helva ve lokumlar dağıtılırdı.
Cezalarının üçte ikisini çeken mahkûmlar bayram vesilesiyle affedilirdi.
.
Bayram merasimleri, Osmanlı hanedanının ihtişamını ortaya koyması açısından da çok önemliydi.
Zira; O tarihlerde İslam dünyasında iktidar sadece askeri güçle değil, saray ihtişamıyla ve zengin kamu törenleriyle de ölçülürdü.
.
Padişahın davetlisi olan görevliler ve memurlar ise görevlerine göre resmi kıyafetlerini giyer, önce saraya giderlerdi.
Bayram tebrik törenleri 19. yüzyılın ortalarına kadar Topkapı Sarayı’nda, 1867 yılından itibaren de Dolmabahçe Sarayı'nın orta kısmındaki “Büyük Muayede Salonu”nda yapılırdı.
Sultan Abdülhamit dönemindeki bayram töreni ise Yıldız Sarayı’nda yapılmıştır. Bayram namazına gidilecek camiyi padişah seçerdi. Bu tercihi de genellikle Ayasofya ya da Sultanahmet olurdu.
Padişahların, bayramın birinci günü sabah namazını Hırka-i Saadet Dairesi’nde kılmaları adetti.
.
Devrin padişahı için özel koçlar yetiştirilirdi. Padişaha sunulacak kurbanların beslenmesi, yetiştirilmesi ve kesimleriyle “Saya neferleri” ilgilenirdi.
.
Padişah, Hırka-i Saadet Dairesi’nin kapısında hazır bekleyen yaklaşık 40 kurbanlığın bulunduğu yere gider ve kendisi için hususi olarak hazırlanan kurbanlardan birini seçerek “Büyük bir merasimle ilk kurbanı kendisi keserdi.”
.
Kesilen kurbanların birçoğu ilim talebelerinin istifade etmesi için medreselere dağıtılırdı.
Kalan diğer kısımları da dul ve kimsesiz kadınlara, bekçilere, tulumbacılara ve diğer ihtiyaç sahibi kimselere dağıtılırdı.
.
Halk ise;
Kurbanlıkları kimi zaman bir yıl önceden alınırdı.
Kurbanlıklar alındıktan sonra:
“Boyanır, yıkanır, tüyleri taranır, boynuzları zeytinyağıyla yağlanır, temiz otlar üstüne yatırılarak bayram gününe kadar özenle beslenirdi.”
.
Kurbana eziyet görüntüleri Osmanlı’da asla yoktu, hatta kurbanlık hayvanın yularından çekmek bile suç sayılırdı.
Ayrıca kurbanların dişi olmamasına, gözlerinin sağlam, boynuzlarının kırık veya organlarının eksik bulunmamasına dikkat edilirdi.
.
“Aşırı et tüketimi yüzünden bozulmaya meyyal sindirim sistemini düzeltmek için sofrada tatlı olarak muhakkak turunç reçeli bulundurulurdu…”
.
Bayram gecesinde mahalle bekçileri sabaha karşı davullarını bir ahenk içerisinde tokmaklarken mâni söylerlerdi.
“Bu sabahın yazına,
Kalkın Hakk’ın niyazına,
Abdest alın ey komşular!
Bayram, sabah namazına.”
.
Bayram boyunca caddelerde, mahallelerde fazlaca çocuk olurdu.
Çocuklara “Arife Çiçekleri” denilmesinin nedeni, bayram gününü beklemeden arife gününden bayramlık kıyafetlerini giyip dışarı çıkmalarıydı.
.
Günümüzde bakkaldaki “Veresiye Defteri” olarak bilinen “Zimem Defteri”ne borç yazdırıp ödemekte güçlük çekenlerin hesaplarını bazı zenginler öderdi.
Bu ödemeyi yaparken de rastgele bir sayfa seçer ve kimin borcunu ödediğini bilmezdi.
.
Devlet-i Aliyye-i Osmaniye’de devletin zor durumda olduğu zamanlarda Bayram tatilleri kısa tutuldu.
.
Örneğin 1919 yılı Kurban Bayramı’nda, ülkenin içinde bulunduğu durum nedeniyle bayramın üçüncü ve dördüncü günlerinde devlet daireleri açılmış ve bütün memurlar işlerinin başında mesaiye devam etmişlerdi.
.
Osmanlı devrinde bilim adamı olmanın ayrıcalığı vardı.
Mesela:
“Bir âlim üst düzeyden bir bürokratla bayramlaşmaya gittiğinde binek taşında karşılanır, iki ağa koluna girerek yukarı çıkarır ve efendinin odasına girince, şimdiki gibi kolonya olmadığı için gülabdanla karşılanır, eline ve üzerine gülsuyu serpilir, sonra tepsiyle şeker ikram edilir ve sıra kahveye gelirdi. Kahvenin yanına yumuşak peynir şekeri ayrı bir kapta konulur, bir süre sonra ev sahibi ağalardan birisine şeker tabağını almalarını söylerdi. Bu, misafire bayramlaşmanın bittiğinin ihtarı olarak kabul edilirmiş.”