...

Lunaparkta bir afiş:
“Tüfekle turnayı gözünden vuran hediye kazanıyor”.
Bir adam gelmiş yanaşmış tezgaha, dili dönmüyor, sarhoş olduğu her halinden belli:
-“Deneyebilir miyim?” diye sormuş.
-“Kardeşim git işine… Gerçek kurşun bunlar ve de sen sarhoşsun, elinden kaza filan çıkar” demiş reyondaki adam.
Fakat adamın aşırı ısrarlarına dayanamaz ve tüfeği verir eline.
Bir de ne görsün!
Atışı tam isabet…
Ödül olarak bir kaplumbağa hediye verir.
Biraz sonra adam bir daha gelir.
Bu kez daha da sarhoş, yine atış yapar, yine tam isabet…
Bir kaplumbağa daha alır gider.
Üçüncü kez gelir, ayakta duramaz haldedir.
Yine onikiden vurur.
İşletmeci elinde kaplumbağa kalmadığından, adamın eline büyük bir oyuncak ayı tutuşturur.
Sarhoş şaşkın şaşkın ayıya bakar ve sorar:
-“Bademli kurabiyelerinden kalmadı mı?”
 
***
Ormanda dolaşan iki avcı arkadaştan biri birden bire yere düşer.
Düşen adamın nefes almadığını ve gözlerinin ferinin söndüğünü gören arkadaşı hemen telefonuna sarılır ve acil yardımı arar.
-“Arkadaşım öldü, ne yapabilirim?”
Acildeki ses cevaplar:
-“Sakin olun. Size yardım edebilirim. Ama önce arkadaşınızın ölüp ölmediğinden emin olalım.”
Telefonda bir süre sessizlik olur, ardından bir silah sesi işitilir.
Avcı telefonu tekrar eline alır;
-“Evet, tamam. Şimdi ne yapacağım?”
 
***
Otobüs, durakta her durduğunda, eve yeni alınan gardırobun kapağı kendiliğinden açılıyormuş.
Bunun üzerine evin hanımı mobilyacıyı aramış.
O da servisini eve yollamış.
Arızayı bulamayan tamirci;
-“Hanımefendi, dışarıdan bir şey anlamadım. En iyisi ben dolabın içine gireyim, otobüs gelsin ve kapının nasıl açıldığını içeriden tespit edeyim. Sonra da tamir ederim” demiş.
Ve dolaba girip beklemeye başlamış.
O sırada kadının kocası eve gelmiş.
Evde birinin olduğunu fark edip, şüphelenerek dolabı açmış.
Bir bakmış, tamirci.
Müthiş sinirlenip,  bağırmaya başlamış.
-“Ne arıyorsun burada, sen kimsin?"
Tamirci cevap vermiş.
-“Abi, şimdi sana burada otobüs bekliyordum desem, inanmayacaksın değil mi?”
 
***
Temel ile Dursun Almanya’da bir gün arabayla gezmeye çıkarlar...
Tabi otobandan giderken alışmışlar süratli gitmeye.
Dursun tahrik eder:
-“Ula Temel, bas kaza… Nerdeyse at arabası pize yetuşecek.”
Temel bu durur mu.
Bastıkça basar gaza…
Birden yoldan çıkar ve yokuş aşağı ağaçların arasında paldur küldür gitmeye başlar.
Dursun korkudan sorar;
-“Ula ne oldi… Eyi giderken pirden sallanmaya paşladuk.”
Temel heyecanla:
-“Ula Dursun, sorma önüme bi köpek çiktu da!”
Dursun:
-“Ula uşağum ezseydun oni da geçseydun da!”
Temel:
-“Ula ben neye uğraşiyrum zannedeysun...”
 
***
Adamın biri gazete okurken bir haber ilgisini çeker.
Mutfakta olan hanımına bağırır:
-“Hanım! Hanımm gel! Bak gazetede ne yazıyor?”
Kadın işini yarım bırakır gelir;
-“Ne oldu?”
-“Bak diyor ki; Kadınlar günde ondört bin cümle kuruyorlarmış… Erkekler de yedi bin… Gördün mü? Bilim sizin ne kadar geveze olduğunuzu kanıtlamış…”
Kadın kızgınlıkla kocasına döner;
-“Tabi, sizin gibi beyinsizlere bir lafı iki kere anlatınca mecburen bir cümleyi İki kere kurmuş oluyoruz…”
 
***
Baloda iki samimi arkadaş bir köşede kafa çekiyorlardı.
Biri diğerine havalı havalı;
-“Biliyor musun? Bu baloda nişanlım, kız kardeşim ve senin eşin hariç bütün kadınlarla yattım…”
Diğeri kafasını kaldırıp salonu şöyle bir göz gezdirdikten sonra, kafasını yana sallayarak;
-“Yok” dedi
-“Ne yok?”
-“Benim yatmadığım hiç yok, hepsiyle yattım…”
 
***
Temel uzun zamandır görmediği Cemal’le İstanbul’da karşılaşır:
-“Uşağum nasılsun pakayum?
-“İyiyum da”
-“Uşaklar nasuldur?”
-“Onlar da çok iyidur”
-“Ula karin nasildur?”
Der demez, Cemal’in karısının geçen yıl öldüğünü hatırlayıp, soruyu düzeltir.
-“Yani, aynı mezarda mi yatayi?”
 
***
Kardinal, genç rahibi akşam yemeğine evine davet etmiş.
Gece boyunca genç rahip, kapalı giysiler içindeki hizmetçinin fevkalade vücudundan gözlerini pek ayıramamış.
Bir ara “Aralarında bir şey olabilir mi?” diye, bir kardinale bakmış, bir de bu güzel hizmetçiye…
Kardinal genç rahibin hareketlerinden, düşüncelerini okumuş tabi...
-“Bu genç ve güzel kızla ilişkimiz tamamıyla profesyonel. Evin işlerini görmek üzere tutulmuş bir hizmetçidir o... Değil bir gece, bir saniye bile benim yatağıma girmedi. Aklına başka şey getirme oğlum” demiş.
Bir hafta kadar sonra, hizmetçi, kardinalin çalışma odasına gelmiş.
-“Misafirinizin geldiği akşamdan beri, o güzel gümüş çorba kepçesini bulamıyorum. Onun alıp götürdüğünü düşünmezsiniz değil mi?".
-“Ondan asla şüphe etmem. Ama yine de bir mektup yazarım” demiş.
Kardinal oturmuş ve bir mektup bir yazmış…
-“Sevgili Oğlum, evimden bir gümüş çorba kepçesi aldığını söylemiyorum. Almadığını da söylemiyorum. Ama bildiğim bir gerçek var. Sen geldiğin geceden beri, gümüş çorba kepçesini bulamıyoruz.”
Bir kaç gün sonra, kardinale, genç rahipten bir mektup gelmiş.
-“Muhterem Peder, hizmetçinizle yattığınızı söylemiyorum. Yatmadığınızı da söylemiyorum. Ama bildiğim bir gerçek var... Eğer geceleri kendi yatağınızda yatıyor olsaydınız, gümüş çorba kepçesini yorganınızın altında çoktan bulmuş olurdunuz…”
 
***
John'la James kır gezintisine çıkmışlardı.
Bir ara John James'e yerdeki sığır tersini gösterdi:
-“Bak James... Günün birinde öleceksin seni mezara koyacaklar. Mezarının üstünde otlar bitecek. Otları inekler yiyecek. İnekler işte böle pisleyecek. Ben bunu görünce; ‘Yazık... Ne kadar değişmişsin James’ diyeceğim”.
James demiş ki:
-“Önce sen öleceksin John. Mezara gireceksin. Mezarında otlar bitecek. Onları inekler yiyecek. İnekler işte böyle pisleyecek. Ben bunları görünce; ‘Hiç değişmemişsin be John!’ diyeceğim!”
 
***
İki arkadaş yıllar sonra karşılaşır.
Birinin saç sakalı birbirine karışmış.
Gözlerinin feri sönmüştür.
Bitkin halde.
Arkadaşı sorar;
-“Bu ne hal?”
-“Sorma ya! Uyku sorunum var. Saat sekizde uykum geliyor. Yatağa yatıyorum. Hemen gözlerim kapanıyor. Kapanır kapanmaz da kendimi koca bir TIR'ın direksiyonunda buluyorum. Zeytinburnu’nundan yükü sarıyorum. Bakıyorum Edirne’deyim. Geç oradan Bulgaristan’a. Sofya’da mal indiriyorum. Yeni malı yüklüyorum, aynı hızla, gene Zeytinburnu’na geliyorum ki, sabah olmuş. Turşu gibi kalkıyorum yataktan. Bu, her gece böyle."
-“Aaaa. Benim bir ruh doktoru arkadaşım var. Kartını vereyim. Bir dene, belki faydası olur.”
Adam doktora gider son bir ümitle.
Doktor uzun uzun dinler.
Sonra anlatır:
-“Bu gece Zeytinburnu'ndan çıktığında, Florya’daki benzin istasyonunda seni bekleyeceğim, sorunu da çözeceğim, merak etme.”
Adamın pek aklı basmaz ama uykuya dalar dalmaz malı yükleyip yola çıkınca, Florya benzin istasyonunda doktora sahiden rastlamaz mı?
Durdurur TIR'ı.
Doktor yanına gelerek;
-“Tamam. Senin yolun bu kadar. Bundan ötesi bana ait. Hadi in.”
Adam TIR'dan iner.
Ve o günden sonra, artık rahat rahat uyur ve yeniden, sağlığına kavuşur.
Birkaç hafta sonra, zamandır görmediği bir arkadaşına rastlar.
Bakar tıpkı kendi eski hali.
Bitkin ve zavallı arkadaşına sorar;
-“Hayrola” der.
-“Vallahi uyku sorunum var. Gece sekizde uykum geliyor, yatıyorum. Beş tane süper manken. Sharon, Claudia, Cindy, Naomi, Laetitia! Sabaha kadar onu giyip öbürünü çıkartıyorlar. Defile üstüne defile. Üstelik giydirip soymak ta benim işim. Yani keyifli olmasına keyifli de, bittim birader. Çıldırmak üzereyim.”
-“Tesadüfe bak. Benim de benzeri bir sorunum vardı. Bir doktor tavsiye ettiler, gittim. Bir seansta çözdü. İşte kartı, bir de sen dene.”
Bir hafta sonra iki arkadaş tekrar karşılaşır. Bitkin adamın hali eskisinden beterdir.
-“Ne oldu yahu? Gitmedin mi benim doktora?”
-“Gitmez olur muyum? Senin doktor benden mankenleri aldı almasına da. Altıma bir TIR verdi. Her gece Zeytinburnu-Sofya gidip geliyorum…”