İzmir’in dağlarında çiçekler açar, Altın güneş orada sırmalar saçar,

İzmir’in dağlarında çiçekler açar,
Altın güneş orada sırmalar saçar,
Bozulmuş düşmanlar yel gibi kaçar,
Yaşa Mustafa Kemal Paşa yaşa…
Adın yazılacak mücevher taşa…
.
İzmir’in dağlarında oturdum kaldım,
Şehit olanları deftere yazdım,
Öksüz yavruları bağrıma bastım,
Kader böyle imiş ey garip ana,
Kanım feda olsun güzel vatana…
.
Ne güzel değil mi?
.
İzmir’in düşman işgalinden kurtuluşunun 99. yılı ve bu güzel marşı hep beraber söylüyoruz.
.
İyi de bundan rahatsız olanlar da var.
.
Düşmanın memleketi işgalinden,
Yabancı buyrukluğundan,
Mandalıktan,
Memnun olanlar var hala aramızda.
.
Yunan’ı Ege’de denize döktük ama içimizdeki düşmanı hala dökememişiz.
.
Bizi arkadan vurmaya kalkanlar hala var,
Düşmanla işbirliği yapanlar var,
İçten yıkmaya çalışanlar var,
Padişahlığı geri getirmek isteyenler var…
.
Günümüzde;
Hala İzmir Marşından korkanlar var.
.
Açın haberleri bakın!
Atatürk’ün isminden,
İzmir Marşından,
10. Yıl Marşından,
Hatta İstiklal Marşından bile rahatsız olanlar var.
.
Son gördüğüm video şuydu:
İstiklal Marşını “Arapça” okuyorlardı…
.
Dedim ya,
Dolu…
 
***
NE OLMUŞTU?
26 Ağustos 1922’de Türk Ordusu tarafından Afyon Kocatepe’de başlatılan “Büyük Taarruz”, 9 Eylül’de “İzmir’in Kurtuluşu” ile sonuçlandı.
.
“Büyük Zafer” kazanılmış,
Milli Mücadele sona ermişti.
9 Eylül Türk milletinin kurtuluşu ve bağımsızlığını elde edişinin simgesi ve çok önemli bir tarihi gün olmuştur.
.
15 Mayıs 1919’da başlayan ve
9 Eylül 1922’de sona eren bu sürecin önemi ve anlamı Türk milleti için oldukça büyüktür.
Doğru mu?
(Eğer içinizden ‘doğru’ diyorsanız sizde bir sorun yok demektir.)
.
Uyuyan devi uyandıracağını bilmeyerek Emperyalist güçlerin gazına gelen Yunanlılar, 15 Mayıs’ta İzmir’i işgal ederek, başlarına bir bela sardığını akıllarına bile getiremezdi.
.
Bu işgal, Anadolu’da Milli Mücadele’nin başlamasında önemli başlangıç teşkil etmiş, temel sembollerden biri haline gelmiş ve bir dönüm noktasını oluşturmuştur.
.
Anadolu’da kulaktan kulağa yayılan “İzmir Yunanlılar tarafından işgal edilmiş” şeklindeki cümle:
Anadolu’da işgallere karşı dağınık olan düşünce ve örgütlenme biçimleri, İzmir’in işgali ile Anadolu insanın direniş ve karşı koyuş düşüncesini körüklemiş, örgütlenme ve protesto mitingleri ülkenin en ücra köşelerine kadar yaymıştır.
.
Mustafa Kemal önderliğindeki Türk Ordusu, Anadolu’nun içlerine kadar girmiş olan Yunan ordusunu, kazandığı zaferlerle püskürtmüş ve geldikleri yer İzmir’den 9 Eylül 1922’de denize dökmüştür.
.
15 Mayıs 1919 Yunanlıların anavatana saldırdığı kara günün yıl dönümü iken,
9 Eylül 1922 Türk Ordusunun ilk hedefe vardığı, tüm ülkenin kurtulduğu, aydınlığa kavuştuğu ve vatanın kurtulduğu günün yıl dönümünü olmuştur.
.
TBMM Ordularının Başkomutanı Mustafa Kemal, Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak, Batı Cephesi Komutanı İsmet İnönü ve Kurmay Başkanı Asım Gündüz Paşa ile birlikte 9 Eylül 1922 Cumartesi günü Kadifekale’deki Belkahve’ye gelmiştir.
.
I. Ordu Komutanı Nurettin Paşa tarafından karşılanmış ve bir incir ağacının altında Kadifekale’de şanlı bayrağımızın onurla dalgalandığı Belkahve’den ilk defa gördüğü İzmir’i tarihi günü uzun uzun seyretmiş;
“Bu güzel şehre bir şey olsaydı, çok üzülürdüm” sözü ile sevgisini belirtmiştir.
.
Ankara’ya döndüğünde bu duygularını arkadaşlarına; “Kusura bakmayın. İnsan bazen hesabında yanılabilir. Tahminimde bir günlük bir yanlış yapmışım” sözü ile mutluluğunu paylaşmıştır.
.
Başkomutan Mustafa Kemal İzmir’in alınışı dolayısıyla ordulara şu mesajı yayınlamıştı:
“İlk verdiğim Akdeniz hedefine varmakta orduların gösterdiği gayret ve fedakârlığı hürmet ve takdirle anarım. Elde edilen büyük muzafferiyetin yapıcısı olan kıymetli arkadaşlarıma en içten teşekkür ve tebriklerimi bildiririm. Orduların bundan sonra verilecek hedeflerin alınmasında da aynı fedakârlık yarışmasını göstereceklerine inancım tamdır…”
.
İçimizde, “Keşke Yunan galip gelseydi” diyecek kadar aklını yitirmiş kişilerin olduğunu görünce, o savaşlarda hayatını vermiş şehitlerimizin kemiklerinin nasıl sızladığını,
Kolunu, bacağını kaybetmiş gazilerimizin yüreğinin nasıl titrediğini kalbimizde hissediyoruz.
.
Türk milleti olarak şunu iyi biliyoruz ki:
“Bizi öldüren düşman değil,
Bizi arkamızdan vuran içimizdeki hainlerdir…”
 
***
ANEKTOTLAR
İzmir’e girdikten sonra üzerinde sivil elbise, bir kaç arkadaşıyla Kramer Palas Oteli’ne gelirler.
Salona girerlerken, Rum bir garson dikilir!
“Yerimiz yoktur efendim” der.
Mustafa Kemal, “Canım şöyle bir köşeye sığışsaydık...”
Bozuk Türkçesi ile garson direnir. “Mümkünsüzdür efendim yerimiz yoktur...”
O sırada müşterilerden biri onu tanır, “Mustafa Kemal Paşa!” diye bağırınca herkes fırlar alkışlar, çığlıklar yükselir.
Bu sefer aynı Rum garson:
“Emriniz paşam!...” diye sorar.
Gazi, garsona:
“Kral Kostantin İzmir’e geldiği zaman buraya oturup bir kadeh rakı içti mi?” diye sorar.
“Hayır Paşa efendimiz.”
“Yazık” der Mustafa Kemal, “Öyleyse neden İzmir’i almak istemiş” diye ilave eder.
Atatürk Kramer Oteli’nde oturup içki içerken, grubu seyrederek, “İzmir’in kordon boyunda güneşin batışını seyrederken bir bardak içki içmek dünyanın en mutlu olaylarından biridir” demiş.
.
1926’da İzmir’de Naim Palas’ın alt kat taşlığında kurulan kalabalık sofrada, perdeler kapatılınca, “Açın! Kapıları ardına kadar açın. Ne varsa millet görsün ve bilsin ki biz işte böyle yemek yiyoruz, böyle içki içiyoruz... Merak ederler önce birikir, bakarlar, sonra görürler anlarlar ve kendi işlerine giderler” demişti.
Gerçekten de söylediği gibi çıkmıştı önce uzanıp baktılar sonra çekilip gittiler.
Atatürk resmi ve hususi hayatında, itiyatlarını ve telakkilerini saklayıp gizlemek, olduğundan ayrı gözükmek için hiçbir riya perdesine ihtiyaç görmemiş.
Kusurlarını, eksiklerini benimsenmeyecek taraflarını,
“İnsanlardan biri” olmanın tabiiliğine bağlamış, perdelemek ihtiyacı hiç duymamış.
.
12 Nisan 1934 yılında İzmir Şehir Gazinosu’nda, “Uzun senelerden beri bu kadar güzel manzara karşısında bu kadar güzel bir bira içmedim, burası ömür bir yer” demişti.
Atatürk, 12 Nisan 1934 akşamı İzmir Palas salonlarında Hâkimiyet-i Milliye Okulu’nda çocukların menfaatine verilen baloya gider.
Ali isminde bir öğrenci ortaya gelir, fakat heyecanından bocalar, konuşamaz...
Derken küçük Ali coşar kendinden geçer, kollarını ona doğru uzatarak içten gelen bir sesle:
“Senin ismini andıkça, senin resmine baktıkça, seni karşımda görünce damarlarımda bir şeylerin kaynadığını duyuyorum. Ah seni doya doya öpmek istiyorum” diye haykırır.
O zaman, o da kollarını açar, “Öyleyse gel...!” der.
Ali koşar boynuna atılır, diğer çocuklar durur mu?
“Biz de, biz de...” diye bağırarak koşarlar. Öperler...
Öperler...
Vali Kazım Dirik, paşalar, yaverler, herkes heyecandan ve sevinçten ağlamaktadır.
Bir avuç Türk yavrusunun içten gelen coşkunluğu, onu sarsmış, heyecanlandırmıştır.
Gözlerine dolan yaşları zapt etmek için dudaklarını ısırır, sonra heyecandan titreyen sesle yanındakilere dönerek:
“İşte benim neslim bunlar... Bunlarla biz akranız” der.