Bugün 29 Ekim 2021 Cuma.

Bugün 29 Ekim 2021 Cuma.
Yakında 100. yılına idrak edeceğimiz bir bayramın yıldönümü.
Ülkenin çoğu vatandaşı bunun kıymetini bilir.
Bazıları inatla “Ayak diretir…”
.
İşte bu inanmayanlara anlatılacak, yazılacak o kadar çok şey vardır ki:
.
Cumhuriyet karanlığın, baskının, çemberin, işgalin sonudur.
Cumhuriyet geleceğin teminatıdır.
Cumhuriyet yobazlığın sonudur.
Cumhuriyet hakların, hukukun başlangıcıdır.
Cumhuriyet kendi dilinde konuşmak, yazmak ve okumaktır.
Cumhuriyet iradenin üst seviyesidir.
Cumhuriyet biat etmenin sonudur.
Cumhuriyet insan yerine konulmaktır.
Cumhuriyet kadın haklarıdır.
Cumhuriyet eğitim demektir, sağlık demektir, yol, su, fabrika demektir.
Cumhuriyet halk olmaktır.
Ve Cumhuriyet:
Bazılarının öcü olarak gördüğü,
bazılarının zafer olarak gördüğü,
“Özgürlük” demektir.
.
Cumhuriyet Bayramımızın 98. Yılı hepimize kutlu olsun.
Onun değerini bilelim ve sahip çıkalım...
 
***
Tarihçi yazar İlber Ortaylı Cumhuriyeti çocuklara şöyle anlatmış:
“… Bu kelime Arapçadan geldi.
Ama Araplar bu kelimeyi hiçbir zaman bildiğimiz ‘Cumhuriyet’ anlamında kullanmadılar.
Çünkü bu rejimi hiç uygulamadılar.
‘Cumhuriyet’ lafını eden biz Türkleriz.”
.
“… Cumhuriyet anlayışı zamanla değişmiş, gelişmiştir.
Örneğin Cumhuriyet rejimi Eski Yunan’daki demokrasidir; halk idaresidir; fakat orada o demokrasi çok sınırlı bir kesim bir kesim tarafından kullanılırdı.
Halkın çoğunluğu yabancılardı, seçme-seçilme hakları yoktu.
Bir de köleleri vardı; onların hiçbir hukuku yoktu.
Zengini ve fakiriyle çok küçük bir vatandaş kitlesi oy verirdi.”
.
“… Bu biçimiyle buradan da Roma İmparatorluğu’na geçti ama Roma’da da yine halkla, toprak sahibi soyluların arasında bir fark vardı.
Meclisleri bile ayrıydı.
Cumhuriyet kelimesi, I. Dünya Savaşı’ndan evvel her yerde antipatiyle karşılanırdı.
O dönemlerde kibar bir muhitte krallar aleyhinde konuşmak, Cumhuriyeti övmek sizin o toplumdan kovulmanıza dahi sebep olabilirdi.”
.
“… Büyük devletler arasında bir tek Fransa Cumhuriyetti.
Bir de o zamanlar yükselen bir devlet konumunda olan Amerika Birleşik Devletleri bir Cumhuriyetti.
O da 18. yüzyıldan itibaren yeni yeni ortaya çıkıyordu.
Bu iki Cumhuriyet, Batı dünyasında yeni bir atılımdı.
Ama artık dünya değişti.
Modern Türkiye dahil, dünyada bir çok ülke Cumhuriyetle yönetiliyor.”
.
“… 29 Ekim 1923’e, yani Cumhuriyetin ilanına gelene kadar, ülkemizin ne koşullar altında olduğunu bilmek çok önemlidir.
Türkiye, I. Dünya Savaşı’ndan sonra çok şey kaybetmişti.
Dört yıllık bir savaş bütün ülkeler için çok uzundur.
Hiç kimsenin bu kadar büyük, uzun savaş tecrübesi yoktu.
Bu kadar tahrip edici silahlarla topyekûn savaşılmamıştı.
Onun için savaşın sonunda yenilenlerle kazanan arasında fark yoktu.
Hepsi perişandı, sadece savaşın galiplerinin galip hukuku vardı.
Bir kere, bizim kayıplarımız en başta aydınlarımız oldu.
Bildiğiniz bütün bu yüksekokulların, Tıbbiyenin, Mühendislik Mektebi’nin sınıfları boşaltılmıştı.
Gençlerin çoğu şehit düştü.
Anadolu’da en iyi zanaatkârlar, tarlaları süren çiftçiler, eli ayağı tutanlar öldü.”
.
“… Biz birçok cephede savaştık.
Bu uzun bir savaştı, bize milli bir bilinç getirdi.
Ordularımıza dayanıklılık verdi, harbin içinde kaybettiğimiz cepheler de oldu ama kazandıklarımız da oldu, en başta Çanakkale ve Irak’ta Kut’ül-Amare’de.
Fakat sonunda mağlupların arasındaydık ve ağır kayıplar vermiştik.
Aynı yılın sonunda Mondros Mütarekesi’ni imzaladık, ülkemiz işgal edildi ve bu işgal üstelik galiplerin keyfine bırakıldı.
İngiltere lüzumlu gördüğü her yeri işgal ediyor, kendi işgal edemediği anda da sonradan savaşa giren taze kuvvet müttefiki Yunanistan’ı Ege’ye çıkarıyordu.
İşte Türkiye burada dayanamadı.
Ve Ege’de direnişler başladı.”
.
“… Ama mühim olan her yerdeki direnişler değildir.
Her kafadan bir ses çıkarsa bir işi yapabilir misiniz?
İyi iş yapmaya niyetlenseniz bile herkes kendi başına kılıç sallasa, kendi başına kahraman olsa bir şey olur mu?
Şimdi siz bir bahçeyi temizlemek istiyorsunuz; herkes kimseye sormadan, danışmadan temizlemeye kalksa ne olur?
Bahçe altüst olur.
Yani daima bir baş lazımdır, bir merkez lazımdır. İşte Mustafa Kemal Paşa budur.”
.
“… O, Çanakkale’de, Bitlis’te, Filistin cephesinde isim yapan genç bir komutandı. İyi bir kurmay subaydı.
Osmanlı ordusunda kurmaylık çok önemliydi.
Yani kurmay subay, harp okulundan sonra eğitime devam eden, karar mekanizmalarına oturan, savaş planlarının yapan demektir. Mustafa Kemal zeki bir insandı.
Dahiydi.
Öbürleri arasında öne geçmişti.”
.
“… Mustafa Kemal önderliğinde bir meclis kuruldu.
Bu meclisin adı ‘Hükümet’ti. Meclis hükümetiydi.
Yani 1920 Nisan’ında, ufuktaki Türkiye’nin rejimi ve saltanatın kaderi belli olmaya başlamıştı.
Meclis en başta padişahı reddetmese de, Cumhuriyet, fikren ortaya çıkmaya başlamıştı.
Mesela bu mecliste bakanlar vardı, onları meclis seçiyordu.
Meclis her şeye hâkimdi.
Başkomutan Mustafa Kemal de meclisin emrindeydi ama aynı zamanda meclis reisiydi.
Bu, 1923'te egemenliğini halktan alan, halkın kendi kendini yönettiği Cumhuriyete girişti.
Gazi Mustafa Kemal ve arkadaşları Cumhuriyeti ilan ederek bu sistemin adını koydu. Ancak, adını koymanın çok kolay olduğunu sanmayın çünkü mebuslar (milletvekilleri) içinde hala halifeyi ve padişahı isteyenler vardı.
Hatta bunların bazıları Kurtuluş Savaşı komutanlarıydı, ‘Biz padişaha yemin etmişiz, öyle asker olmuşuz’ demişlerdi.”
.
“… Atatürk bir dahi olduğu için karşı tarafın açığını görmüş ve ‘Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!’ demişti. Cumhuriyetin ilanı da böyle bir uzak görüşlülüğün eseridir.”
 
***
“Gözlerimizi kapayıp tek başımıza yaşadığımızı düşünemeyiz.
Memleketimizi bir çember içine alıp dünya ile alâkasız yaşayamayız. Aksine yükselmiş, ilerlemiş, medenî bir millet olarak medeniyet düzeyinin üzerinde yaşayacağız. Bu hayat ancak ilim ve fen ile olur. İlim ve fen nerede ise oradan alacağız ve her millet ferdinin kafasına koyacağız. İlim ve fen için kayıt ve şart yoktur.”
.
“Hiçbir tutarlı kanıta dayanmayan birtakım geleneklerin, inanışların korunmasında ısrar eden milletlerin ilerlemesi güç olur; belki de hiç olmaz. İlerlemede geleneklerin kayıt ve şartlarını aşamayan milletler, hayatı, akla ve gerçeklere uygun olarak göremez. Hayat felsefesini geniş bir açıdan gören milletlerin egemenliği ve boyunduruğu altına girmeye mahkûmdur.”
.
“Ben, manevî miras olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevî mirasım ilim ve akıldır.
Benden sonrakiler, bizim aşmak zorunda olduğumuz çetin ve köklü zorluklar karşısında, belki gayelere tamamen eremediğimizi, fakat asla taviz (ödün) vermediğimizi, akıl ve ilmi rehber edindiğimizi tasdik edeceklerdir. Zaman süratle ilerliyor, milletlerin, toplumların, kişilerin mutluluk ve mutsuzluk anlayışları bile değişiyor. Böyle bir dünyada, asla değişmeyecek hükümler getirdiğini iddia etmek, aklın ve ilmin gelişimini inkâr etmek olur.
Benim Türk milleti için yapmak istediklerim ve başarmaya çalıştıklarım ortadadır. Benden sonra beni benimsemek isteyenler, bu temel eksen üzerinde akıl ve ilim rehberliğini kabul ederlerse, manevî mirasçılarım olurlar.”
.
“Ben sizin öz kardeşiniz, arkadaşınız, babanız gibi uygarım diyen Türkiye Cumhuriyeti halkı fikriyle, zihniyetiyle uygar olduğunu ispat etmek ve göstermek zorundadır: Uygarım diyen Türkiye Cumhuriyeti halkı aile hayatıyla, yaşayış şekliyle uygar olduğunu göstermek zorundadır. Sonuç olarak uygarım diyen Türkiye’nin gerçekten uygar olan halkı baştan aşağıya dış görünüşüyle bile uygar ve olgun insanlar olduğunu uygulamada da göstermek zorundadır.”
.
“Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler ve mensuplar memleketi olamaz; en doğru, en hakikî yol, uygarlık yoludur. Uygarlığın emir ve isteklerini yapmak, insan olmak için yeterlidir.”