Dün köşemde yazamadım. Bir sayfa az geldi.
Dün köşemde yazamadım.
Bir sayfa az geldi.
Ben de bugün devam etmek istedim.
.
Atatürk’ü konuşurken, anlatırken yaşanan o dönemi hatırlamak, unutmamak lazım.
Etrafındaki insanların kültür, askeri ve siyasi seviyeleri önemlidir.
.
Padişahlık mensubu olduklarını da unutmamak gerek.
Konuşulabilecek en ufak bir muhalif sözün sonu zindan olabilirdi.
.
Ortada bir cesaret, inanmışlık ve umut vardı.
Atatürk bunu başardı…
DİN BİLGİSİ
Anadolu’da seyahatlere çıkar.
Erzincan’da bir din adamı karşılar.
Din dersi vardır okulda.
Gittiği yerin makamına oturmayan Atatürk dersi dinler.
İçeri hoca girmeden sınıfa girmez.
Hoca din dersinde İnşirah Suresini anlatır. Heyecanlanan hoca devam edemez. Atatürk, hocam izah ediniz öğrencilere der. ‘Ama hoca, sizin önünüzde heyecanlanırım, konuşamam’ der.
Atatürk bunun üzerine, öğrencilere İnşirah Suresini uzun uzun izah eder.
***
NELER YAPILMAZ?
Erzurum: 3 Temmuz 1919...
Ilıca’da Mustafa Kemal’in ilk karşılanması sırasında konukların önemli kimseler olduğunu anlayan bir ihtiyarın zeki gözleri parladı.
İri ve ak tüylerle örtülü elini geniş göğsünün üzerine koyarak oturanları selâmladı. Mustafa Kemal Paşa, yanı başına kadar geldiği hâlde heybetli duruşunu kaybetmeyen bu ihtiyarın hatırını soruyor, o da gövdesine yaraşan derin ve gür sesiyle teşekkür ediyordu.
Bu kısa hoşbeşten sonra, Paşa ihtiyara:
-“Ağa böyle nereden geliyorsun?” dedi. İhtiyar:
-“Paşam, Rus gelirken muhacir olmuştum. Çukurova’da idim Şimdi köyüme dönüyorum.” diye cevap verdi.
Paşa, zamanın nezaketini ve durumun emniyetsizliğini ileri sürerek “Böyle zamanda buralara dönmenin pek yerinde olmadığını, kışın sıkıntı çekeceğini” anlatmak istedi.
Sonunda da:
-“Ağa, yoksa oralarda geçinemedin mi?” dedi.
İhtiyar hemen karşılık verdi.
-“Hayır Paşam, Çukurova Cennet gibi bir yer. Bir eken yüz biçiyor. Allah millete zeval vermesin. Bize tarla da verdiler, çayır da. Hamdolsun uşaklar da çalışkandırlar. Değil Çukurova gibi bir yerden, taştan bile ekmeklerini çıkarırlar. Geçimimiz padişahta bile yoktu. Çok rahattık. Yalnız son günlerde işittim ki İstanbul’daki ‘ırzı kırıklar’ bizim Erzurum’u Ermenilere vereceklermiş.
Geldim ki göreyim, bu ‘Namertler’ kimin malını kime veriyorlar?”
Tunç çehreli, aksakallı, güngörmüş ihtiyarın iman dolu göğsünden gelen bu ses yine onun gibi tunç çehreli kahraman askerin gözlerini yaşarttı.
Bu eski Türk kalesine, ulus işi için, ulusla birlikte çalışmağa gelen bu büyük devlet adamı yaşlı gözlerle arkadaşlarına döndü ve “Bu ulusla neler yapılmaz!” dedikten sora ihtiyarla vedalaştı.
***
O GELECEĞİ PLÂNLAMIŞTI
Atatürk, okul yıllarından itibaren ülke sorunlarına ilgi duymuştur.
O, keskin zekâsıyla ülke ve dünyadaki değişmelerin toplumlarının geleceğini nasıl etkileyeceğini, toplumların nelere gebe olacağını sezmiştir.
Bu seziş onun geleceğe yönelik plânlarını oluşturmasını sağlamıştır.
İlk kez gizli, el yazması bir gazete çıkarır genç Akademili.
Gizli konferanslar da devam eder.
Padişahı eleştirip, üst düzey yöneticiler takımını didik didik ufalarlar.
Ama Zübeyde Hanım korkular içindedir. Oğlunun nelerle uğraştığını kavrayamaz, bağlayamaz, “Mustafa’m, sen neler yapıyorsun?” sorusu yanıtsız kalır hep...
Ya da “Sen merak etme, iyi şeyler yapıyoruz.” gibi yanıtlarla geçiştirilir.
“Mustafa’m, yoksa sen yedi evliya gücündeki Padişahımıza mı
karşısın?” gibi sorulara ise “Çakır oğlu”, sadece gülerek, yanaklarından öperek, sarılarak yanıt verir annesine...
.
Neler söylüyor bu genç adam arkadaşlarına?
-“Padişahlık yıkılmalıdır, yıkılacaktır.” diyor.
-“Ordu yeniden kurulmalıdır.” diyor.
-“Balkan ordularının birleşmesi bizim için tehlikelidir.” diyor.
-“Yeni bir yönetim biçimi, yeni bir ordu, yeni bir toplum.” diyor.
Bunlar onun emelleri.
.
Bir akşam Selânik’te, Beyaz Kule gazinosunda, bu emeller doğrultusunda heyecanlı tasarımlar açıklanırken coşkusunu saklayamayan genç Mustafa bir arkadaşına, “Seni harbiye nazırı yapacağım, seni de hariciye nazırı...” diye bildirdi.
Böyle mevki ve makam dağıtmaya başlayınca, bunun hoş bir şaka olduğunu sanan biri, bu şakaya yanıt vererek, “Peki bizi bu makamlara getirebilmek için sen ne olacaksın? Yoksa padişah mı?” diye sorunca, o, ciddiyetle ve kahkahalarla “Yoo, hayır! Ondan da önemli.” yanıtını verdi.
Bu olmayacak duaya, şakayla karşılık “Âmin” diyenler, ürküp susanlar...
Ama o akşam ciddiye almadıkları bir gerçek! Çok da haksız sayılmazlar.
Ama benim anlayamadığım, günün birinde, o neşeli akşam sofralarında, arkadaşlarına verdiği bu cüretli sözlerin hemen hepsi bir bir gerçekleşmeye başlayınca, aynı arkadaşlar acaba neden bozuluyorlar, şaşırıyorlar, öfkeleniyorlar ve korkuyorlardı?
O, bu yakın dostlarına hiç yalan söylememiş ki...
Her şey ortadaydı işte!
Alıntı: Nezihe Araz
***
KAMÇISIZ YÖNETİM
Sağlıklı toplumlarda aile ve toplum içi ilişkiler sevgi ve saygı esasına dayanır.
Baskı ve şiddete yer yoktur.
Korkunun egemen olduğu toplumlar tarihsel süreç içerisinde hem geri kalmış hem de felâketler yaşamışlardır.
Ülkelerin yönetiminde söz sahibi olan ve olacak olanların idarede en etkili gücün sevgi, hoşgörü ve ikna olduğunu bilip benimsemiş olmaları halkın ve insanlığın ortak yararına olan bir durumdur.
Kendi duygu ve düşüncelerinin kaynağını Türk milletinin özünde gören Atatürk, Türk halkına önderlik yaptığı sürece geçmişte uygulanmış olan baskıcı yönetim anlayışından uzak durmuş ve yaptığı her köklü değişimi sevgi, hoşgörü ve ikna yöntemiyle halka kabul ettirmiştir.
Baskı, şiddet ve zorbalığa dayanan yöntemlerle halkın sorunlarını çözmek ve onu mutlu etmenin imkânsızlığını bildiğinden ikna yöntemini temel ilke olarak benimsemiş ve yönetimde başarıyla uygulamıştır.
.
Bir süre evli kaldığı eşi Latife Uşaklıgil’in anılarından.
Evli bulunduğumuz sıralarda idi. İzmir’deydik.
Doktorların önerisi gereğince sessiz, sakin bir hayat sürmesi, dinlenmesi gerekliydi.
Bir türlü uyuyamadığı bir gece:
-“Latife, ben şimdi tramvaya binmek istiyorum.” dedi.
-“Dinlenseniz olmaz mı? Vakit de oldukça geç.” dedim.
-“Ben de vaktin geç olmasından yararlanıp tramvaya binmek istiyorum ya.” diye karşılık verdi.
Derhâl gereken yerlere emir verildi.
Bir atlı tramvay hazırlandı.
-“Tramvay hazır, emrinize amade...”
Yanlarına yaverlerini de aldılar.
Hep birlikte tramvaya gittik.
Bir sürücüden başka kimse yoktu.
Atatürk sürücünün yanına yaklaşıp sordu:
-“Sen atları kamçı ile mi idare edersin?”
-“Tabii Paşam, kamçısız idare edilir mi?”
-“Neden idare edilmesin?”
-“Biz görmedik...”
Ata sürücünün yanına oturdu.
-“Sen şu yerini bana ver de, kamçısız idare edeyim.” dedi.
Sürücü hemen yerini verdi.
Atatürk dizginleri ele aldı.
Tramvay atlarını kamçısız sürmeye başladı.
-“Nasıl? İdare edebiliyor muyum?
-“Benden daha güzel idare ediyorsunuz Paşam...
-“Ben de senin gibi bir idareciyim. Ben de yüz binlerce insanı idare ettim. Onları ölüme giden yola bile sevk ettim. Fakat bir tanesine bile kamçı kullanmadım.”
***
ATATÜRK’E HAKARET EDEN KÖYLÜ
Kendine ve halka yabancı, gerçeklerden uzak insanların, yaşadığı topluma hizmetleri çoğu zaman yararsız olur.
Hatta bu nitelikteki insanların, devlet adına hizmet yapmaları durumunda halkta, yöneticilerin şahsında devlete olan güvenin sarsılması gibi çok olumsuz bir anlayışın doğmasına da neden olabilir.
Böyle bir durum yönetenleri halkın gücünden yoksun bırakacağından ülkenin geri kalmasına neden olur.
Devleti güçlü yapan halkın desteğidir.
Atatürk’ün gücü de buradan gelmektedir.
Devletin varlık nedeninin halk olduğu gerçeğini iyi bilen Atatürk; vatandaşlardan gelen tepkilere duygusal yaklaşmazdı.
Kendisini daima tepki gösteren kişilerin yerine koyarak olayın gerisinde yatan nedenleri araştırır ve kararını ondan sonra verirdi.
Devlet yönetiminde görev alanların da kendilerini mutlaka vatandaşın yerine koymalarını, kendilerine nasıl hizmet verilmesini istiyorlarsa kendilerinin de vatandaşa aynı anlayışla hizmet vermelerini isterdi.
Aşağıdaki anekdot Atatürk’ün halka hizmet edenlerin nasıl bir anlayışa sahip olmaları gerektiği yönündeki düşüncelerini yansıtması açısından önemlidir:
Atatürk’e hakaretten sanık bir köylü hakkında kovuşturma yapılıyordu.
Durumu Ata’ya arz ettiler:
-“Mahkemeye veriyoruz”, dediler, “size küfür etmiş.”
Atatürk sordu:
-“Ben ne yapmışım ona?”
Soruşturma evrakını inceleyen açıklar:
-“Gazete kâğıdı ile sardığı sigarayı yakarken kâğıt tutuşmuş da ondan.”
Atatürk’e bunu söyleyen bir bakandır.
Ata sormuş:
-“Siz hiç gazete kâğıdı ile sigara içtiniz mi?”
-“Hayır...”
-“Ben Trablus’ta iken içmiştim. Pek berbat şey. Köylü bana az küfretmiş. Siz bunun için mahkemeye vereceğinize, ona insan gibi sigara içmeyi sağlayınız.”