“Daha ne istiyorsunuz? Ortalık bolluktan geçilmiyor” şeklindeki söylem insanları mutlu edebilir mi?

“Daha ne istiyorsunuz?
Ortalık bolluktan geçilmiyor” şeklindeki söylem insanları mutlu edebilir mi?
.
Bakalım sorunun cevabına…
.
Web’de bulduğum bir yazı şöyle başlıyor:
“İster bir kot pantolon satın alıyor, ister sevgili adayları arasından seçim yapıyor olun…
Bazı kararlarınız, karşı karşıya kaldığınız seçenek fazlalığı nedeniyle giderek daha karmaşık hale geliyor.
Bu karmaşıklığın nedenini ve beraberinde getirdiği sorunları ‘Bolluk Paradoksu’ kavramı açıklıyor.”
.
Az olması bir problem olursa, bol olması da problemin çözüldüğü anlamına gelmiyor.
.
İşte adı sıkça duyulan Bolluk Paradoksu:
“Çok sayıda seçenek, insanların gerçekten seçtiği şeyin çekiciliğini azaltır. Çünkü seçilmeyen alternatiflerin çekiciliğini düşünmek, seçilen şeyden duyulan keyfi azaltır.
Bir ürün almak için bir internet sitesine girdiğinizde binlerce seçenekle karşılaşırsınız. Pek çok filtreleme yapsanız dahi kalan seçenek sayısı hâlâ çok fazladır.
Ürünleri incelerken dakikaların nasıl geçtiğini anlamazsınız bile. Uzun bir uğraşın ardından mükemmel kıyafeti bulduğunuzu ve hemen satın aldığınızı varsayalım. Tam da istediğiniz gibidir ve size çok yakışacaktır, sizden mutlusu yoktur artık.”
.
“Fakat o da ne!
Bir süre sonra, satın aldığınız kıyafetten çok daha iyisi karşınıza çıkar.
İşte bu andan sonra, aldığınız o kıyafetin verdiği tatminlik hissi hızla düşmeye başlar. Çünkü çok daha iyisi varken ona kalmışsınızdır.
Bu durum karşısında modern dünyada neredeyse her konuda sık sık yaşanıyor.
Kıyafet, yemek, film, etkinlik, seyahat, ilişki ve dahası...
Her konuda o kadar çok seçenek oluştu ki hangi birini seçeceğinize karar vermek hiç kolay değil. İşte bu da çeşitli sorunları beraberinde getiriyor.”
.
Gördünüz mü?
Onca seçenek arasından aldığınız bir kıyafetin, daha sonra daha iyisini gördüğünüzde yaşadığınız “Tatminsizlik” ile karşılaştığınız mutsuzluğu…
.
Barry Schwartz, 2004 yılında yayımlanan “Bolluk Paradoksu (The Paradox of Choise)” adlı kitabında, “Seçenek bolluğunun karar verme davranışınızı etkilediğini ve seçim yapsanız bile yeterince tatmin olamadığınızı” öne sürüyor.
.
Bu araştırma hakkında Schwartz şu yorumu yapıyor:
“Karar vermek için harcanan çaba, çok sayıda seçenek sunulan tüketicilerin cesaretini kırabilir. Bu yüzden tüketiciler karar vermeme eğiliminde olabilirler.
Satın alsalar bile, karar vermenin gerektirdiği çaba, sonuçtan duyulan keyfi azaltır.
Çok sayıda seçenek, insanların gerçekten seçtiği şeyin çekiciliğini azaltır, çünkü seçilmeyen alternatiflerin çekiciliğini düşünmek, seçilen şeyden duyulan keyfi azaltır…”
.
Anlaşılan “Çeşit sunmak, satın almayı hızlandırmıyor…”
.
İşte ispatı:
Sheena Iyengar, en ünlü araştırmalarından birinde 348 çeşit reçeli olan bir mağazayı seçiyor. Müşterilerin tadım yapması için mağazanın girişine küçük bir stant kuruyor ve buraya önce 6, sonra 24 farklı reçel koyuyor.
.
Şunu gözlemliyor:
Hangi durumda insanlar daha çok durup reçel tadıyor?
24 farklı reçel varken gelen insanların yaklaşık yüzde 60’ı standın önünde durup reçelleri inceliyor.
6 farklı reçel varken ise gelenlerin yaklaşık yüzde 40’ı standın önünde durup reçelleri inceliyor.
.
Burada çeşit bolluğu %20 oranında daha fazla insana erişim anlamına geliyor.
Fakat satın alım davranışına gelindiğinde ise 24 farklı reçel varken duranlardan yalnızca %3’ü reçel satın alıyor.
6 farklı reçel varken duranlardan %30’u bir kavanoz reçel alıyor.
‘Kabaca 24 değil, 6 farklı reçel insanlara sunulduğunda 6 kat daha fazla sayıda insan reçel satın alıyor.’
.
Bu araştırmada görüldüğü gibi;
“Seçeneklerin artması satışları artırmıyor, bilakis azaltıyor.”
.
Yine ilişkilerden gidersek durum şöyle özetlenebilir:
“Aslında pek çok reçelin tadına bakıyorsunuz fakat asla doya doya güzel bir reçel yiyemiyorsunuz.
İşte günümüz ilişkileri tam da böyle bir hal almış durumda.”