Yalakalık zor zanaat değil mi? Ben bunlardan çok gördüm biliyorum da, “cevabı size sorayım” dedim.
Yalakalık zor zanaat değil mi?
Ben bunlardan çok gördüm biliyorum da, “cevabı size sorayım” dedim.
.
Düşünün şöyle bir…
Yalakalık yapacağın kişi zaten bu icraatı sizden “Bekleyen” veya “İsteyen” kişidir.
.
Hiçbir akıllı, güçlü, iradeli, bilgili biri bunu istemeyeceğinden, özel yalakalık bekleyen kişinin bir eksikliği aşikardır.
.
Sizin yalakalık yapma beceriniz;
“Kişinin eksik yönlerini yokmuş gibi göstermek”
veya
“Övünülecek tarafını bulmak…”
.
Bakıyorsun kişiye, tam bir odun…
Neresini öveceksin?
.
“Efendim dün akşam kordonda bir asil yürüyüşünüz vardı, vallahi muhteşemdi…”
.
Bunu okuyanlar arkasına yaslanıp koskocaman bir;
“Çüş” çeker…
.
“Yemek yerken nazik şekilde tuttuğunuz o kaşığı kıskandım resmen… İnsan bu kadar mı asil olur?”
.
Eski zamanlarda “Dalkavuk” denilen meslek türemişti.
Sözlük anlamı şuydu:
“Çıkar ve yarar beklediği ya da kendisinden çıkar sağladığı kimselere, makamca, durumca büyüklere karşı (sahte) saygı ve hayranlık göstererek yaranmak isteyen kimse.”
.
O kadar abarttılarki;
Sürekli yalakalık yapmaktan neredeyse “Yalama” oldular...
.
Günümüzde de basın sektöründe yer alan ve işi gücü “Yalakalık” olan kişileri gördükçe insan meslekten soğuyor.
.
Ancak, kendilerine yapılanları meşrulaştırıp, buna bir kılıf uydurarak, bir meslekle anmak için yalakalara “Gazeteci” diyenler de, başka yalaka zaten.
.
Padişahlardan biri, patlıcan yemeğine bayılırmış.
Bir gün dalkavuğuna şöyle demiş:
-“Patlıcan oturtması olsa ne güzel olurdu olsa da yesek.”
Dalkavuk bu, durur mu?
-“Zatı şahaneleri isabet buyurdular efendim!”
-“Patlıcan kebabı da cana can katar, nefistir, nefis!”
Padişahın nefsinin kabardığını anlayan dalkavuk, yeniden atılır:
-“Ne kadar da haklısınız sultanım!”
Padişahın patlıcan güzellemesi sürer:
-“Patlıcan kızartması da yemeklerin şahıdır!”
Dalkavuk, istim üstünde:
-“Aman efendim, şah olan sizsiniz, patlıcanın adı mı olur? Haklısınız, kızartma da güzeldir.”
Padişah, kızartmadan bayıldıya geçer:
-“İmambayıldıya da bayılırım hani!”
Dalkavuk:
-“Sormayın, ben de bayılırım sultanım!”
Hep patlıcan da yenmez a, gün gelir padişah efendi patlıcandan sıkılır ve patlıcan kasidesi patlıcan yergisine döner.
Bizim sultan, başlar patlıcanın arkasından atıp tutmaya:
-“Şu patlıcan kızartması yok mu, midemi allak bullak ediyor.”
Dalkavuğun da kavuğu tersine döner:
-“Aman efendim, yemeyin gitsin, kızartma da yemek mi?”
Sıra imambayıldıya gelir.
Padişah:
-“İmambayıldı da yağından yenmiyor. Ne o yağ öyle, bir daha yemeyeceğim.”
Dalkavuk:
-“Haklısınız, insanın içini bayıltır!”
-“Patlıcan kebap...”
-“Aman efendim, siz ne yemeklere layıksınız!”
-“Patlıcan tava...”
-“Yemeyin padişahım, yoksul yemeği o...”
-“Patlıcan oturtma...”
-“Sultan hazretleri, midenize oturmasın!”
-“Karnıyarık...”
-“Ah sultanım, adında meymenet yok!”
-“Alinazik...”
-“Aman, nazik midenizi incitmesin!”
-“Hünkârbeğendi...”
-“Hünkârım, beğenecek başka yemek mi kalmadı!”
-“Şakşuka...”
-“Sultanım, ne o öyle rakkase göbeği gibi...”
-“Musakka...”
-“Devletlim, ne hayrını gördünüz ki!”
-“Patlıcan dolması, mücveri, salatası...”
-“Yemeyin sultanım, yakışır mı size?”
Patlıcan kötülemesi böyle sürüp giderken padişahla dalkavuğun bu tuhaf patlıcan muhaveresine tanık olan sarayın başaşçısı, dalkavuğa şöyle der:
-“Yahu, dün patlıcanı yere göğe sığdıramıyordun, bugün yerden yere vuruyorsun. Patlıcandan ne istiyorsun böyle?”
Dalkavuk, yılışa yılışa:
-“Ben patlıcandan değil, padişahtan maaş alıyorum. Patlıcanın değil, padişahın dalkavuğuyum.”
…
Padişah, “Balık yiyeyim” der.
Aşçıbaşına balık ısmarlanır.
Aşçıbaşı, çarşıya iner.
Çarşıda iki adamın “balığın erkeğiyle dişisinin nasıl ayırt edileceği” üzerine münakaşa ettiğini görür.
Adamlar da aşçıbaşını görür görmez,
“Sarayın aşçıbaşına soralım. Zira bilse bilse o bilir...” diyerek sorarlar…
“Ben de bilmiyorum” der aşçıbaşı, “ama saraya varınca padişaha sorarım...”
Adamlar, şaşkınlıkla aşçıbaşına bakarlar:
-“Yüce padişahımız bu konuda da mı uzman?” derler.
Aşçıbaşı sakince:
-“Yooo, değil de onun dediği dediktir. O ne derse o olur.” karşılığını verir.
…
Fıkrada da görüldüğü gibi yalakalık zor zanaat…
.
Yalakalık yapılan ve devleti yönetenlere yapıldığında her ne kadar hoşa gitse de, yanlış yönlendirmeler olacağından halkın geleceği için hiç de olumlu bir durum değildir.
.
Tek karar vericiye yapılan yalakalıkların da bir sınırı olmalı.
Belki de kanun çıkarılmalı.
…
Kral ördek avına çıkmış.
Av uşakları çevredeki ördekleri kışkırtıp kralın önüne getiriyorlarmış.
Sonunda kral önünden geçen bir ördeğe ateş etmiş ve heyecanla dalkavuğuna sormuş:
-“Nasıl? Vurdum mu? Vurdum mu?”
Dalkavuk:
-“Majesteleri zavallı ördeğin hayatını bağışlamak alicenaplığında bulundunuz…”
…
Başka cevabı da var aslında:
Kral kuşu vuramayınca uçup giden kuşun arkasından bakan Dalkavuk şöyle der:
-“Kralım gözlerime inanmıyorum. Ölü ördek uçuyor…”
.
Eski dalkavuklar, şimdiki yalakaların eline su dökemezdi.
Zira o tarihte ilim, irfan sahibi, saray gelenekleriyle yetişmiş, dil bilen, çok konuda uzman, müzik, resim, oymacılık, mücevher ustalığı yapan padişahlar vardı ve kolay kolay yönlendiremezlerdi.
.
Şimdi ise “yöneticileri yöneterek” istediğini yaptırıyorlar.
.
Dalkavuklar eskiden ön sınavla seçilirmiş. Şimdi ise ağzı azıcık laf yapan, muhalefete veya iktidara küfür edenler alıyor soluğu ağasının yanında…
…
Osmanlı Paşası, dalkavukları arasında “dalkavukluk yarışması” açmış.
Bu dalkavuklardan birinin yazdığı bir mektup ertesi gün paşanın eline ulaşmış…
Bir bakmış mektubun “Bir satırı Arap harfleriyle, bir satırı Latin harfleriyle yazılıymış…”
Bir anlam verememiş haliyle.
Paşa mektubu yazan dalkavuğu çağırıp sormuş:
-“Bu ne biçim mektup? Bir satırı Latin, bir satırı Arap harfleri… Neden böyle bu?”
Dalkavuk sırıtarak;
-“Paşam, boynu aziziniz yorulmasın diye böyle yaptım… Arap harflerini okurken sağdan sola ilerlersiniz. Sonraki satırda başa dönmenize gerek yoktur, Latin harfleriyle soldan sağa ilerlersiniz. Böylece her satırın sonunda, başa dönmenize gerek kalmaz, mübarek boynunuz yorulmaz...”
…
Eskiden evlerde, yalılarda, konaklarda da dalkavuk bulundurmak adettenmiş.
Konağın birinde bir gün bey demiş ki:
-“Bir dalkavuk alacağım, filan gün sınav var, her tarafa duyurun.”
O gün gelmiş, dalkavuk adayları kapının önünde sıralanmış.
Biri içeri alınmış.
Bey sormuş:
-“Sen dalkavuk musun?”
-“Evet efendim.”
-“Ama sen dalkavuğa hiç benzemiyorsun.”
-“Olur mu efendim? Ben filan Beyin yanında şu kadar, feşmekân Beyin yanında da bu kadar sene dalkavuk olarak çalıştım.”
Bey: -“Olmadı, sen çık” demiş.
Derken ikinci, üçüncü adaylar gelmiş, konuşma hep aynı, yanıtlar hep aynı...
Bey, dalkavuğunu bulamayacağını düşünmeye başlamış ki, içeri biri girmiş. Bey: “Söyle bakalım sen dalkavuk musun?”
-“Evet efendim.”
-“Ama sen dalkavuğa hiç benzemiyorsun?”
-“Hayır, hiç benzemem efendim.”
-“Dur bakayım, biraz benziyorsun galiba.”
-“Evet efendim. Ben biraz da dalkavuğa benzerim.”
Bey hemen dışarı haber salmış:
-“Tamam ben dalkavuğumu buldum…”
…
Ünlü tarihçi Reşat Ekrem Koçu eserinde dalkavukluğu şöyle tanımlamış:
“Dilimizde bugün mecazi manada bir tiynet, ruh haletini belirten isim olarak kullanıyoruz;
‘Kendi çıkarı, menfaati için bir zengine veya devlet kapusunda yüksek mevki sahibine yardakçılıkta bulunan adam, uşaktan aşağı ve hatta şerefsiz, haysiyetsiz köleden zelil bir tiptir’
Bütün insani meziyet ve faziletlerden soyunmuş dalkavuk, bugünkü anlamda hacı yatmaz gibidir;
Para kaynağı yahut timsalin önünde eğilir, el, etek, ayak öper, ama her zaman menfaatini sağlar, maddi sıkıntı çekmemek anlamında ayakta durur;
Ayağını öptüğü kimse imkân ve kudretini kaybedince de hemen yeni efendilerinin huzurunda zilletle eğilir ve asla tereddüt etmeyerek düşen efendisinin aleyhinde bulunur…”
.
“Dalkavuğu tokatlayıp kovabilmek çok zordur. Ülkeler fethetmiş serdarlar, cihangirler, tahtlar, saltanatlar devirmiş inkılapçılar bile nabızlarına göre şerbet vermesini bilen dalkavukluğu da beslemiştir.”
.
“Dalkavukluk” günümüze kadar gelmiş, olmuş “Yalakalık…”
Ama hiç değişmemiş…
.
Şekil olarak değişen tek şey var aslında:
O tarihlerde tüm esnaflar hangi meslekten olduklarını gösterecek şekilde külahlarına bez dolayıp kavuk yaparlarmış.
Ancak dalkavuklar, “Belli olsunlar diye” kafalarına taktıkları külahlara bez dolamazlarmış.
Bu sebeple onlara “Dal-kavuk” denirmiş.
.
Günümüzde ise böyle bir uygulama olmadığından, kimin yalaka olduğu, kimin olmadığı belli değil…