Geri kalmış ülkelerin birinin Meclis'inde bir yasa tasarısı tartışılırken iktidar ve muhalefet milletvekilleri birbirlerine girmişlerdi.

Geri kalmış ülkelerin birinin Meclis'inde bir yasa tasarısı tartışılırken iktidar ve muhalefet milletvekilleri birbirlerine girmişlerdi.
Havanın iyice elektriklendiği bir sırada, muhalefet milletvekili, iktidar milletvekiline bağırdı:
-“Cehenneme kadar yolun var...!”
Diğeri şaşırdı.
Ne diyeceğini bilemedi.
Sonra Meclis Başkanına döndü.
Muhalefet milletvekilinin bu sözüne itiraz ettiğini belirtti.
Meclis Başkanı, hemen yanında bulunan ve üzerinde “Meclis içtüzüğü” yazılı olan kitabı açtı, sayfaları karıştırdı.
Sonunda kitabı kapatıp, şikayetçi milletvekiline:
-“İçtüzüğe baktım”, dedi. “Gitmeniz şart değil...”
 
***
TEK ÇARE BU
Diktatörün biri bir gün, kendi hayatının anlatıldığı belgesel filmi izleyip seyircinin nabzını yoklamak için sinemaya gitmiş.
Filmde her görünüşü sinemada olağanüstü tezahürata neden oluyormuş.
Öyle ki, izleyiciler ayağa kalkarak alkış yağmuruna tutuyorlarmış.
Diktatör yanında oturan yaşlıya bu sevginin nedenini sorunca adam:
-“Ne sevgisi, canımızdan olmamak için tek çaremiz bu…” demiş.
 
***
CIA AJANI
Rusların nükleer araştırma merkezlerini gözetlemek için CIA, Rusya’da bir kasabaya casus yerleştirecekmiş.
Tıpkı bir Rus gibi olmasını istemişler casusun.
Önce Amerika’da, Rusya’daki kasabanın bir benzeri yapılmış.
Yüzlerce kişi arasından seçilen casus adayı, yıllarca bu yapma kasabada yaşamış... Rusçayı o bölgenin lehçesiyle öğrenmiş... Ruslar ne yer?
Ne içer?
Nasıl şakalaşır?
Nasıl kızar?
Hepsi en ufak ayrıntısına kadar öğretilmiş ve zamanı, gelince bir imtihandan geçirilip, uçakla Rusya’daki gerçek kasabanın çevresine atılmış.
Amerikalı casus, kasabaya adımını atar atmaz, eliyle koymuş gibi meyhaneyi bulmuş, dalmış içeri.
Herkesi Rus usulü selamlamış ve meyhaneciye votka söylemiş...
Meyhanede de fazla kişi yokmuş, biraz sonra ondan başka kimse kalmamış...
Meyhaneciyle oradan, buradan, sağdan soldan konuşmaya başlamışlar, vakit geçmiş, meyhaneci casusun omuzuna elini atmış!
-“Haydi Joe… Beraber karakola gidelim de seni teslim edeyim.”
Amerikalı casus şaşırmış, ama bakmış kurtuluş yok kaçamayacak, yola çıkmışlar...
Amerikalı dayanamamış, sormuş:
-“O kadar özel hazırlandım. Yemeğinizden içkinize, yaşam tarzınızdan konuşmanıza kadar yıllarca çok yoğun çalıştım… Çok merak ediyorum, benim Amerikalı olduğumu nasıl anladın?”
Meyhaneci gülmüş:
-“Her şeyin tamam olmasına tamam da, bizim buralarda hiç zenci Rus bulunmaz be birader…”
 
***
ÇÜNKÜ
Dünya Savaşından sonra Churchill ailesi ve dostlarıyla birlikte bir akşam yemeğinde, ciddi bir konuyu tartışırlarken masanın ucundan bir ses yükselmiş:
-“Sör! II. Cihan Savaşı’nın en önemli adamı kimdi?”
Herkes dönüp bunu sorana bakmış;
Churchill’in sarhoş damadı...
Churchill aldırmamış.
Ama damat yakasını bırakmamış.
Sesini daha da yükseltmiş:
-“Sör! Sör! Cevap vermediniz, savaşın en önemli adamı kimdi?”
Churchill, yine aldırmayınca, sarhoş damat ayağa kalkmış:
-“Duymuyor musunuz? Size soruyorum, savaşın en önemli adamı kimdi?”
Churchill, gayet sakin, purosundan bir nefes çekmiş:
-“Mussolini’ydi!”
Herkes şaşırmış bu cevaba...
Yakın dostlarndan biri Churchill’in kulağına eğilmiş:
-“Niçin acaba?”
Churchill gülerek cevaplamış:
-“Çünkü damadım astırdı da ondan!”
 
***
ADI NE?
Şair Eşref top seslerini duyunca merak edip sormuş:
-“Hayrola ne oldu ki top atılıyor?”
-“Padişahımızın bir şehzadesi oldu.”
-“Ya… Peki adını ne koymuşlar acaba?”
-“Ertuğrul...”
-“Eyvah desenize sil baştan…”
 
***
ÖYLEYSE SORUN YOK
Bir milletvekili adayı seçim kampanyasında yapacağı konuşmayı hazırlıyordu.
Hayli uğraştıktan sonra bir metin hazırladı ve bir arkadaşına verdi ve “Şunu oku da bana fikrini açıkça söyle” dedi.
Ertesi gün arkadaşı yazıyı getirip milletvekili adayına iade etti.
Beriki hemen sordu:
-“Nasıl buldun yazıyı, fikrin nedir?”
-“Yazıyı üç kere okudum. Birincisinde bana iyi göründü. İkincisinde aksak yönlerini fark etmeye başladım. Gelgelelim üçüncü okuyuşumda berbat buldum.”
Milletvekili adayı biraz duraladıktan sonra:
-“Öyleyse yazı mükemmel demektir.”
-“Nasıl yani?”
-“Konuşmamı değişik yerlerde yalnız bir kere okuyacak değil miyim?”
 
***
DİYELİM Kİ
Bir toplantıda Gorbaçov yumruğunu masaya vurmuş ve şöyle bağırmış:
-“Yoldaşlar, bundan beş yıl sonra her Sovyet vatandaşının bir evi ve bir otomobili olacak. Bundan on yıl sonra da her Sovyet vatandaşının bir uçağı olacak...”
Yoldaşlar Gorbaçov'u alkışlamışlar...
Ancak, bir yoldaş dayanamamış kalkıp sormuş:
-“Yoldaş Gorbaçov! Bu kadar çok uçağı nerede kullanacağız?”
Gorbaçov hayli sinirlenmiş:
-“Diyelim ki Moskova’daki kasaplarda et bulamadın... Uçağına atlayıp, Azerbaycan, Litvanya, Ukrayna, Letonya'daki kasapları dolaşacaksın. Nerede varsa, oradan alacaksın etini…”
 
***
HUMEYNİ
Amerikalı gazetecilerin kendi aleyhinde yazdıklarından bıkıp usanmıştı.
Onları etkileyip, bu aleyhteki kampanyayı sona erdirmeye karar verdi.
Bütün Amerikan gazete, radyo ve televizyonlarından birer heyet, tüm masrafları karşılanarak İran’a davet edildi.
Hepsi çok iyi şekilde ağırlandıktan sonra, Humeyni'nin kendileriyle Hazar Denizi kıyısında görüşeceği söylendi.
Tüm kameralar ve fotoğraf makineleri hazırlanırken yaşlı lider çıkageldi.
“Şimdiye kadar hep aleyhimde yazdığınız için size kızmıyorum, çünkü benim gerçek kişiliğimin gücünü bilmiyorsunuz. Şimdi kendi gözlerinizle gördükten sonra, hakkımdaki kanılarınızı değiştireceğinize eminim... İyice bakın, denizi yürüyerek geçeceğim!”
Birden tüm sesler kesildi, bakışlar Humeyni’de toplandı ve yaşlı lider, kendinden emin ve memnun bir biçimde denizin üzerinde yürümeye başladı...
Ertesi gün, namazını kılar kılmaz ilk işi Amerikan gazetelerini istemek oldu.
Keyifli bir biçimde eline ilk gazeteyi aldı ve büyük harflerle yazılmış sekiz sütunluk bir manşetle karşılaştı:
“Üstelik Yüzme de Bilmiyor!”
 
***
BİZ SAZ ÇALIYORUZ
Şaibeli bir politikacı, İbn-ül Emin Mahmud Kemal İnal’ın konağındaki mûsiki meclisindeyken: “Siz burda ne çalıyorsunuz?” diye laf atmaya kalkar.
İbn-ül Emin’den aldığı cevap şöyledir:
“Biz burada saz çalıyoruz. Ya siz mecliste ne çalıyorsunuz?”
 
***
HAV HAV HAV
Üç köpek fuarında bir araya gelirler.
Biri Amerikalı, biri Polonyalı, biri de Rus’muş...
Sohbet derinleşmiş, hal hatır sorulmuş ve sahipler çekiştirilmeye başlanmış.
Amerikalı köpek halinden memnunmuş:
-“Ben hayatımdan memnunum” demiş, “ne zaman havlasam ve ‘hav hav’ desem hemen bana pirzola verirler.”
Polonyalı köpekle, Rus köpeği birbirine bakmış...
Polonyalı sormuş:
-“Anlamadım, o pirzola dediğin ne? Ben onu hiç bilmiyorum.”
Rus daha da şaşkın sormuş:
-“Peki o ‘hav hav’ diye yaptığın nedir? Biz onu hiç bilmiyoruz!”
 
***
O BENİM
İki arkadaş lise çağlarında birbirlerine söz vermişler:
“İleride kim önemli bir kişi olursa, diğeri ona gidecek, özel kalem müdürüne”
“O benim!” yazılı bir kart yollayacak.
Aradan yıllar geçmiş, birisi devlet memuru olmuş, diğeri ise politikaya atılmış.
Politikaya atılan, bir gün başbakan da olmuş.
Memur olan hemen başbakanlığa gitmiş ve özel kalem müdürüne üzerinde “O benim” yazılı kartı uzatmış ve başbakanın odasına yollamış.
Başbakan da içerden bir başka kartla cevap göndermiş:
-“O, ben değilim!”
 
***
NE İŞ YAPIYORSUN?
Politikacılardan biri, meyhaneye gitmiş. Barda içki içen bir adamın yanına oturmuş. Havadan sudan konuşmaya başlamışlar.
Bir süre sonra politikacı:
-“Gördüğüm kadarıyla iyi içki içiyorsun” demiş. “Sık sık içer misin böyle?”
-“Evet” demiş adam. “Her gün içiyorum.”
-“Peki günde ne kadar kazanıyorsun?”
-“2-3 bin lira...”
-“Peki, ‘kemerleri biraz sıkalım’ diye ücretleri azaltıp koşulları ağırlaştırırsak, ne kadar kazanabilirsin?”
-“5-6 bin lira...”
-“Peki, daha sıkarsak?”
-“8-9 bin lira...”
Politikacı iyice şaşırmıştı:
-“Bu ne biçim iş? Ya sonuna kadar sıkarsak?”
-“O zaman 20 bin liraya para demem...”
-“Yahu, Sen ne iş yapıyorsun ki ücretleri kıstıkça gelirin artıyor?”
-“Mezarcıyım, efendim.”