Titanic’i bilmeyeniniz yoktur. Hani şu filmlere konu olan meşhur gemi.
Titanic’i bilmeyeniniz yoktur.
Hani şu filmlere konu olan meşhur gemi.
.
Başrollerini Leonardo DiCaprio ve Kate Winslet’in oynadığı ev James Cameron’un yönettiği filmi de o tarihte oldukça ilgiyle izlenmişti.
.
Titanic, 1910 yılında Harland And Wolff (Belfast, İrlanda) tersanesinde yapımına başlanmış ve 1912 yılında bitirilmişti.
“White Star Line” adlı şirkete ait olan bu transatlantik, Olyympic sınıfı buharlı bir gemiydi.
.
Hakkında övgü dolu söz olan Titanic’in yolcu biletlerinin arkasında şöyle yazıyordu:
“Tanrı bile batıramaz…”
.
Geminin Kaptanı, John Smith’di.
.
Ağırlığı 66.000 ton,
Boyu 269 metre,
Eni 28 metre,
Yüksekliği ise 53 metreydi.
.
Titanic 52.310 ton ağırlığa sahipti.
.
Geminin 3 pervanesine güç sağlayan buharlı itici motorlar ve düşük basınçlı türbinler bulunmaktaydı.
Bu motorlara 159 kömür fırını tarafından ateşlenen 29 kazan enerji veriyor ve bu da geminin yaklaşık olarak 43 km/s maksimum hıza ulaşmasını mümkün kılıyordu.
.
Gemideki dört bacadan sadece üçü işlevseldi, dördüncü baca sadece geminin daha çarpıcı gözükmesi için eklenmişti.
.
Dördüncü bacayı eklemek, “Olduğundan daha güçlü görünmenin başka yolu” olsa gerek.
.
Günümüzde de siyasetçiler,
Olduğundan daha fazla güçlü görünmek için böyle bacalar kullanıyor…
.
Titanic’in Su altı yüksekliği 10,5 metreydi.
.
Gemi kapasitesi 3,547 kişi olup,
Mürettebat sayısı 892 kişiydi.
.
20 adet filikasının kapasitesi 1178 kişiydi.
.
O tarihte yapılan lüks gemi sınıfındaydı ve Titanic lüks, zenginlik ve ihtişam konusunda tüm rakiplerinin üzerindeydi.
Güverte kısmında; Türk hamamı, spor salonu, havuz ve lüks yemek odaları vardı.
.
Müzisyenler eşliğinde genellikle 1. ve 2. sınıf yolcuların vakit geçirebildiği çok şık bir yemek salonu bulunuyordu.
.
Ayrıca kütüphane ve tenis kortu sunulmaktaydı.
Birinci sınıf ortak odaları çok özel ağaç işlemeciliği, pahalı mobilyalar ve diğer dekorasyonlar ile süslenmişti.
Buna ilave olarak “Café Parisien” birinci sınıf yolculara çardak biçiminde dekorasyon ile süslenmiş güneşli veranda altında mutfak hizmeti vermekteydi.
.
Gemide 1., 2. ve 3. Sınıflar bulunmaktaydı.
.
1. sınıftakiler lüks içinde eğlenirken, 3. Sınıf vatandaşlar geminin alt kısımlarında perişan halde yolculuk ediyordu.
…
Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan:
“Devletin yaptığı ve üstlendiği görevi paylaşmak milli bir görevdir. Hepimiz aynı gemideyiz. Bu geminin aldığı her zarar ortak zararımızdır” dedi.
.
Titanic’te de yolcular, “Aynı gemideydi” ama bu gemideki yolcu sınıflarının yaşamları tarif edilemez şekilde farklıydı.
.
Neyse biz konumuza dönelim:
10 Nisan 1912 gecesi 2.435 yolcusuyla İngiltere’nin Southampton Limanından New York’a ilk seferi için hareket etti.
.
Titanic bulunduğu iskeleden ayrılır iken, gittiği güney yolu üzerinde geniş ve “Büyük buzdağları olduğuna dair” bir uyarı aldı. Ancak bu uyarı USN Hydrographic (deniz haritacılığı) bölümüne gitti ve asla köprüye ulaşmadı.
.
Sonuç:
“Batmaz, yıkılmaz” denilen Titanic’in gövdesinin “sağ” tarafı, bir buzdağı tarafından baştan sona bir kâğıt gibi yırtıldı.
.
Gemi batmaya başladı.
.
Filikaların toplam kapasitesi yolcu sayısının çok altında olduğundan “1. ve 2. sınıftaki yolcuların öncelikle kurtulması için 3. Sınıf yolcuların olduğu bölümün kilitlendiği” de söylentiler arasındaydı.
.
Çünkü ölümlerin çoğu 3. Sınıftaki yoksul yolculardan oluşuyordu.
.
İşin başka boyutu da var.
.
Gemi orkestrası, kaza sonucu moralleri bozulan 1. Sınıftaki yolculara gemi batmasına rağmen hala müzik çalıyordu.
Kısaca “Gemi batarken bile eğlence devam ediyordu” neredeyse…
.
Sınıfsal farklılıklar Titanic’in batışı sırasında da ortaya çıkmıştı.
Gemi batmıştı ancak, öleler nedense hep garibanlardı…
.
Günümüz Türkiye’sinin geldiği duruma bakarsak:
Elektrik, doğalgaz, su ve gıda zamlarıyla uğraşan vatandaşlarla, bizleri yönetenlerin aynı zarara uğradıkları pek söylenemez.
***
BU TARAF DAHA İYİ
Hani derler ya:
“Cennet de, Cehennem de bu dünyada” diye.
Bana göre doğru…
Başkasına göre yanlış olabilir, saygı duyarım.
.
Doğduk, hemen peşinden 60 ihtilali olmuş.
Ben küçüktüm pek hatırlamıyorum.
İdamlar filan.
Zor yıllar olmuş tabi.
.
Ortaokul yılıma geldim.
Kayıt yaptırdılar.
O tarihlerde okumak istediğin yabancı dili seçemiyordun.
Şimdi olsa mahkemelik bir durumdu.
Kura çektik:
İngilizce mi?
Fransızca mı?
.
Hükümet politikası işte.
Yarın öbür gün okuyup adam olursak, değişik dil okumuş olacaktık.
Muasır medeniyetler seviyesinde sınıf atlayacaktık.
.
Torbaya daldırdım elimi,
Çektim…
.
Fransızca…
.
Sanki Fransızlara esir düştüm.
Ben bir ağla, bir ağla…
.
O küçücük aklımla artık ne düşündüm bilmiyorum ama İngilizceyi çekemedim diye çok üzülmüştüm.
.
Sonraki yıllarda üzüldüğümde haklı olduğum meydana çıktı.
Neden mi?
.
Yüksek okul dahil onca sene okuduğum Fransızca’dan çok İngilizce biliyorum.
.
71 muhtırası filan derken anarşi dönemi başladı.
.
Tam gençlik çağındayız.
Kot pantolon giyemezsin,
Birinci, Bafra içemezsin,
Zevkine göre bıyık bırakamazsın,
Öyle kafana göre her türküyü söyleyemezsin…
.
Gençlik bitti bitti, bitmedi 12 Eylül geldi.
Yasaklar başladı.
.
O bitti Özal geldi.
.
O gitti,
Gerisi malum…
“3Y” ile AK Parti geldi.
Çalıştığım özelleştirilme kapsamında kurum satıldı, zorla emekli edildim.
.
Derken doğa felaketleri ile savaşmaya başladık.
Bu sefer kapımıza Virüs geldi.
Tam onunla savaşırken zam yağmurları başladı.
Başımız ağrıdı yine.
.
“Alışırız ne yapalım, sandık geliyor nasılsa” dedik…
.
Hoppaaa:
Şimdi de Uğur Şahin hoca şu açıklamayı yapmış:
“Önümüzdeki 10 yıl boyunca virüsle yaşamak zorunda kalacağız…”
.
Yaş bitti, yaş…!
.
Diyelim gittik öbür tarafa ve amel defterimize baktılar:
“Yürü Cehennem’e” dediler.
“Neden?” diye sorma hakkımız olacak mı acaba?
.
“Biz Cehennem’i bu dünyada yaşadık, bir daha mı?” diyemeyecek miyiz?
.
Dediğimizi farz edin.
.
Yetkilisi yüzümüze bakıp şöyle der mi?
“Ey Allah’ın salak kulları!
Bu yaşadıklarınızın bizimle ne alakası var? Hepsini siz insanoğlu kendi kendinize yaptınız.
Biz size akıl verdik, güç verdik, peşinden de yaşanası bir dünya yarattık…
Siz ne yaptınız?
Verdiklerimize ihanet ettiniz…
Biz mi kirlettik dünyayı?
Biz mi seçtik sizi yönetenleri?
Dünya zevklerini, egonuzu ahlak ve adalet duygularınızın önüne geçirdiniz.
Şu kısacık ömrünüzde ihtişamlı yaşamak için dünyayı zehir ettiniz…
Size dinler yolladık.
Sizi Cennet ile müjdeledik.
Siz dini kendinize göre kullanıp şah oldunuz milletin başına.
Ama
Hiç bitmeyecek sandınız.
Şimdi hesap günü geldi çattı.
Sen de karşıma çıkmış diyorsun ki:
‘Biz neden Cehennem’e gidiyoruz?’
Az bile, az bile…
Size Cehennem bile fazla aslında…
Yürü ense tıraşını görelim…”
.
Vallahi bu taraf daha iyi.
Kimse şikâyet etmesin…