Bugün cumartesi. Hafta içi size ulaşan haberlerle epeyce bunalmışınızdır, İçiniz kararmıştır. Zira benim de öyle oldu.

Bugün cumartesi.
Hafta içi size ulaşan haberlerle epeyce bunalmışınızdır,
İçiniz kararmıştır.
Zira benim de öyle oldu.
.
İletişim çağı başladıktan beri, sanal dolandırıcılar da peydah oldu.
Cebimizdeki,
Bankamızdaki
Paramıza göz koydular ve bizi soyup-soğana çevirmek için çeşitli yol buldular.
.
Aslına bakarsak dolandırılmayan da yok gibi.
Bu dolandırıcılar birden ortaya çıkmadı tabi.
Evvel-ezelden beri varlardı zaten.
Sadece şekil değiştirdiler, o kadar.
.
Ben de size eskileri hatırlamanız için bir yazı yazayım dedim.
.
Eski zamanlarda Şıh’ın biri Anadolu’da bir köye gelmiş. Cübbeli, sakallı ve sarıklı Şıh’ı gören köylüler, hoş beş etmişler.
Saatler geç olunca böylesine muhterem bir zatın köy odasında yatmasını uygun bulmamışlar.
Köyün en varlıklı kişisi Şıh’ı evine davet etmiş. Bütün köylü de “Acaba nasıl bir keramet gösterecek veya neler anlatacak?” diye merak ettiğinden hepsi beraber eve doluşmuş.
Şıh’ın altına minder koyup evin salonunun başköşesine oturtmuşlar.
Köylüler “Ne diyecek?” diye merakla beklerken Şıh iki de bir sol tarafına bakıp “Hoşt! Hoşt!” diye bağırmaya başlamış.
Köylüler bunun bir keramet olduğunu düşünmüşler ve ne anlama geldiğini merak ederek Şıh’a sormuşlar:
-“Şıh hazretleri, geldiğinizden beri ikide bir hoşt deyip duruyorsunuz, nedir bunun sebeb-i hikmeti acaba?”
Şıh köylüleri tek tek süzdükten sonra cevap vermiş:
“Ben buradan Kâbe’yi görüyorum. Bir köpek Kâbe’nin duvarını pisletmeye yelteniyor da onu kovalamak için hoşt diyorum.”
Köylülerin hepsinin gözleri fal taşı gibi açılmış. “Hey maşallah! Ne mübarek bir insan, ne derin bir Şıh, buradan bakarak taaaa Kâbe’deki köpeği görüyor” diye mırıldanmaya başlamışlar.
Bu sırada konuşmaları kapının eşiğinden dinleyen evin uyanık hanımı, sofrayı hazırlamaya başlamış.
Sofra kurulup herkes sofra başında toplanınca kadın, herkesin önüne bir tabak koymuş. Tabak tepeleme pilavla doluymuş ve pilavın üzerinde de kavurma et varmış.
Fakat Şıh’ın önüne ise içinde sadece pilav olan bir tabak koymuş.
Şıh, bir bir diğerlerinin kavurma dolu tabağına, bir de önündeki içinde sadece pilav olan tabağa bakmış ve kapı eşiğinde duran evin hanımına seslenmiş:
-“Hey kızım. Görüyorum ki herkese kavurma koymuşsun ama benim tabağımda sadece pilav var. Bunun sebebi nedir acaba?”
Evin hanımı hiç cevap vermeden gülümseyerek sofraya gelmiş.
Şıh’ın önündeki tabağı alıp ters çevirerek siniye dökmüş.
Meğer kadın Şıh’ın etlerini pilavın altına koymuş.
Bu durumu gören köylülerin şaşkın bakışları altında kadın elindeki kepçeyi hızla Şıh’ın kafasına indirmiş ve bağırmaya başlamış:
-“Ulan yalancı, ulan sahtekâr! Daha önündeki pilavın altındaki eti göremiyorsun da, taaaa Kâbe’deki iti nasıl görüyorsun?”

İnsanoğlu var olduğundan beri hiç eksik olmamış dolandırıcılar.
Çalışmadan mal, mülk, para elde etmek,
Başkasının ekmeğine göz dikmek, hep birilerine cazip gelmiş.
.
İşte bu ahvalde günümüzde yaşanmış bazı dolandırıcılık haberleri:
İzmir'in Bayraklı ilçesinde, kahvehane işleten Serkan B. ve Mahmut A., akrabasından 500 bin liralık miras kalan oto tamircisi arkadaşları Murat M.’yi dolandırmak için filmleri aratmayan bir senaryo hazırladı.
Para karşılığı ayarlanan bir kadın, aracını tamir ettirme bahanesiyle mini etek giyerek tamirci Murat M.’nin dükkânına gitti.
Kadının kocası kimliğindeki bir adam aniden tamirciye girerek, “Eşimi taciz ettin. Seni vurduracağım” diye tamirciyi tehdit etti.
Parayla tutulan mafya kılığındaki iki kişi de, “Seni bu beladan kurtaracağız” diyerek Murat M.’ye yardım teklif etti.
Mafya elemanları, boş bir arazide kadının kocasını vurduklarını iddia ederek tamirciden 50 bin lira aldı.

Kuruşçu tabirini bilir misiniz?
Öyle bir konu işte.
50 kuruşluk dondurmalardan çıkan bedava çubukların aynısından yapmaya karar vermişler zamanında.
İstanbul’da bir iş hanında kiraladıkları ofislerinde başlamışlar bu tahtacıkların sahtesini yontup basmaya.
Birkaç marketle de anlaşmışlar, bu çubuklar karşılığında aldıkları bedava dondurmaları başka bakkal ve marketlere yarı fiyatından satıyorlarmış.
Bu tezgâh 3 sene kadar devam etmiş.
Sonra ilgili firma ürettiklerinden daha çok çubuğun dönmesinden bıkıp şikâyette bulunmuşlar da öyle sonlanmış ‘bedavadan dolandırıcılık’

Evde yalnız olan kadının zilini çalan siyah giyimli dolandırıcı kendisini Azrail olarak tanıtarak, “Günahın çok, kefaretini öde. Ondan sonra canını alacağım. Az sonra binaya biri girecek. Parayı ona ver” dedi.
O anda, dolandırıcının ortağı binaya girdi.
İkili oyundan habersiz kadın, “Bu adam Azrail olduğunu söylüyor” diyerek yardım istedi.
Ortak, “Hangi adam? Burada bir tek sen ve ben varız” yanıtını verdi.
Azrail’in sadece kendine göründüğüne ikna olan kadın, evdeki 5 bin liralık nakit ve altını dolandırıcılara teslim etti.

Şık giyimli abiler modelli, marka arabalarla Erzurum’da geçimini hayvancılıktan sağlayan bir köye gelir.
Kendilerini de koyun tüccarı olarak tanıtırlar.
Önce bir kaç koyun alıp parasını da peşin öderler, köylüyle ahbap olurlar.
Hatta bir köylüye borç para bile verirler.
Köylülerin güvenini iyice kazanan abilerimiz, adamın iki bin koyununu şehirde satmak üzere Tır’lara doldururlar.
Hatta satış işlemleri için 2 bin dolar civarında bir parayı da alırlar köylüden.
Sonrası malum tabi, koyunları bulmaktan daha zor abileri bulmak.

10 yıl boyunca süren bu dolandırıcılık gerçekten sınırları zorlayan cinsten bir olay.
Kandırdıkları insanların telefonlarında meydana gelen teknik bir değişiklik bahanesi ile aradıkları zaman “Mekke alan kodu” çıkmasını sağlayan dolandırıcılar, Mekke’den arayıp “40 dakika sonra yanındayım kulum, hangi peygamberimi istersin getireyim” gibi uçuk iddialar ile sınırları zorlamışlar.
İnanan olmuş mu?
Olmaz mı?
10 sene sürdürmüşler bunu…

M.S., Afyonkarahisar'da oynadığı iddaa kuponu sayesinde 4 bin lira ikramiye kazandı.
3 bin 600 liranın yukarısındaki ikramiyeleri bayilerin ödemediğini ve sadece bankadan alabileceğini öğrenen M.S., kazandığı kuponu bilgisayarda çoğalttı.
Dolandırıcı bayilere “Bu saatte bankalar kapalı. Bana 3 bin 600 lira ver. Kalanı senin olsun. Sen de bu kupondan ekmek yemiş olursun” dedi.
Sonra?
Kaç tane bayi dolandırdığını haberde yazmamış…

Çeşitli banknotlar fotokopicide çoğaltılıyor. Aslında şimdilerde kırtasiyeden daha başarılı kopyaları alabiliyorsunuz ya neyse… Bu fotokopi paralarla pavyonda eğlenirken yanınıza gelen dansöze vs “Ben 100 lira takıp, elli alayım. Elli lira takmış gibi olayım” falan gibilerinden bahşiş takıyor ve sahte parayla gerçek para değiştiriliyor.
Gecenin sonunda dolandırıldığını anlayan dansözün ağzını bozmaması mümkün değil…

Dolandırıcılık bir meslek tabi.
Öyle her önüne gelen yapamaz.
Bunun için belki de doğuştan bir yeteneğin olması lazım.
.
Ayrıca yetenek dışında dolandırıcılık için şu taktikleri de iyi bilmek gerekiyor.
.
Psikologlar, insanı ikna etmede kullanılan altı kuraldan söz ediyor:
1- Karşılıklı fayda: Ben senin sırtını kaşırım, sen de benim
2- Tutarlılık: Bugün de dün inandığım şeye inanıyorum
3- Sosyal onay: Bunu yaptığım için aidiyetim olacak
4- Güven: Arkadaşlık ya da hoşlanmak
5- Kıtlık: Acele etmek lazım, yoksa bitecek
6- Otoriterlik: Neden söz ettiğinizi iyi bileceksiniz…
.
İnsanların ihtiyaçları, dini inançları, aile bağlılığı, kazanma istekleri, korkuları kullanılarak dolandırıcılık yapmak mümkün.
.
Her şey güzel.
Ama ya kanun?
Bol paralı yaşantıya kavuşmanın bedeli var.
Beleşten para kazanmak bedava değil tabi.
Bu dünyada yakalanıp ceza almaktan kurtulsan bile, diğer tarafta “Araplar” seni bekliyor olacak…