İşadamı genç sevgilisiyle kaçamak yapmak için göl kenarındaki sessiz otelin otoparkına girmiş...

İşadamı genç sevgilisiyle kaçamak yapmak için göl kenarındaki sessiz otelin otoparkına girmiş, arabasından indikten sonra:
“Sevgilim.." demiş, "Evli olmadığımızı anlamalarını istemiyorum… Bavulları sen taşır mısın?”
 
***
İki kadın sohbet ederken "Kocam nasıl dağınık biri anlatamam…" demiş biri, "Aldığı bir şeyi hiçbir zaman yerine koymaz, ben de sürekli arkasında dolaşıp dağıttıklarını toplarım…"
"Ben buna fırsat vermemek için ilk evlendiğimiz gün kocamı karşıma alıp 'Her aldığın tabağı ve bardağı kullandıktan hemen sonra yıkayıp yerine koyacaksın' diye iyice tembih ettim..." demiş ikincisi..
"İşe yaradı mı bari?"
"Bilmem? O günden beri eve gelmedi!"
 
***
Evlilik insana çok şey öğretir…
Sadakat, sorumluluk, hoşgörü, anlayış gibi.. Ancak bekârsanız bunların hiçbirine ihtiyacınız olmaz!
 
***
Resim sergisinde adam duvarda karısının çırılçıplak yağlıboya resmini görünce son derece sinirlenmiş, "Bu.. Bu.. Bu pozu sen mi verdin?..." diye sormuş titreyerek
"Şaçmalama.." demiş karısı, "Tabii ki vermedim… Tamamen hafızasından yapmış!.."
 
 
Temel, kitapçıya giderek tezgâhtara:
-“Pana pir roman lazum” der.
Kitapçı sorar:
-“Efendim ağır mı olsun hafif mi?”
Temel:
-“Farketmez, nasul olsa arabam dışarudadur…”
 
***
Temel bir gün hâkimin karşısına çıkartılır. Hâkim, Temel'e sorar:
-“Evladım senin adın ne?”
-“Adım "Temel", fakat "Z" si yok.”
Hâkim bir an düşünür ve Temel'e dönerek:
-“Evladım, "Temel"de "Z" yok ki!
Temel hemen cevabı yapıştırır
-“Eeeee, biz ne deduk hâkim bey?”
 
***
Devlet dairesindeki işi bir türlü görülemiyordu.
Sonunda arkadaşları, görevli memura rüşvet vermesini önerdiler.
O da bir miktar parayı bir kitabın içine koyarak memura gitti ve: “Boş zamanlarınızda okursunuz” diye uzattı. Ertesi gün uğradığında işinin yine hallolmadığını görünce, biraz şaşkın, biraz sinirli sordu:
-“Neden olmadı işim?”
-“Dün verdiğiniz kitaba öyle daldım ki, bir türlü hazırlayamadım!”
-“Peki şimdi ne bekliyorsunuz?”
-“Kitabın ikinci cildini!”
 
***
Müşteri, pastanede kahvaltı yapıyordu, garsona: “Bu süt çok sulu” diye çıkıştı.
“Haklısınız”, diye cevap verdi garson. “Biliyorsunuz son günlerde havalar çok sıcak. İnekler çok su içiyorlar...”
 
***
Adamın biri, kafayı çekip ortalığı birbirine katmış, yakalamışlar, iş mahkemeye intikal etmiş.
O gün son savunması yapılacak, mahkeme karar verecek...
Mübaşir adını okuyunca adam hâkime mazeret beyan etmiş:
-“Efendim avukatım gelmedi?”
Hâkim dosyaya bakıp, başını sallamış:
-“Evladım, sen karakolda ifade vermişsin, savcılıkta da aynı şeyleri söylemişsin, burada da ilk ifadeni kabul etmişsin, şahitler dinlendi, onlara da itiraz etmemişsin, avukatın gelip neyi savunacak?”
Adam boynunu bükmüş: “Ben de onu merak ediyorum ya, hâkim bey!”
 
***
Caka meraklısı bir kadın, hizmetçisine şöyle tembihte bulunmuş:
-“Misafirlerin yanında senden bir şey istediğim zaman o şey bir tane olsa bile, yine bana ‘hangisini efendim?’ diye soracaksın.”
Bu tembihten sonra evde misafir bulunduğu zamanlarda, hanım hizmetçiye seslenip:
“Kız Ayten! Git kürkümü getir”, dedi mi; hanımın bir kürkü olduğu halde hizmetçi: “Hangisini efendim?” diye sorar ve hanımından cevap aldıktan sonra kürkü getirirmiş.
Yine bir gün hanım, kapının önünde misafirlerini uğurlarken hizmetçiye seslenm,iş:
-“Kız Ayten, çabuk kocamı çağır, misafirler gidiyor, o da uğurlasın.”
Hizmetçi alışkanlıkla sormuş:
-“Hangisini efendim?”
 
***
Büyük ressam Brughel'e bir tablo sipariş edilmişti.
Ressam romantik çizgileriyle bir şehir peyzajı çizmiş, içine hiçbir insan koymamıştı.
Siparişi veren müşteri tabloyu almaya geldiğinde, resme şöyle bir baktıktan sonra kendi kendine baştan savma bir şey olduğunu düşündü.
Şaşırmış bir eda ile ressama sordu:
-“Üstat, galiba sokağa insanları sokağa koymayı unuttunuz?”
Ressam hiç istifini bozmadan:
-“Hayır unutmadım. Pazar günü olduğu için bütün halk şu gördüğünüz kilisenin içindedir.”
Müşteri ondan daha baskın çıkarak:
-“Ya, öyle mi? O halde kiliseden hele bir çıksınlar, o zaman resmi almaya gelirim...”
 
***
Ekonomik bir krize giren firma yöneticileri, personel arasında bir yarışma açtılar.
Buna göre şirketin masraflarında kısıntı sağlayan projenin sahibine 2 bin dolar ikramiye ödenecekti.
Çeşitli projeler arasından düşük gelirli bir memurun projesi beğenildi.
Memur önerisinde şöyle diyordu:
-“Bir dahaki sefere, bu tip yarışmaların birincisine sadece beş yüz dolar ikramiye ödensin!”
 
***
Emevi hükümdarlarından Abdülmelik'in oğlu, ava giderken rastladığı tek gözlü adamı yakalattırıp, suyu çekilmiş bir kuyuya kapattırdıktan sonra:
-“Bugün avda kısmetimiz bol olursa serbest bırakacağım bu adamı”, demiş.
“Ama avlanamazsak, önümüze çıkışını uğursuzluk sayıp başını kestireceğim.”
Bol bol avlanmış ve dönüşte adamı kuyudan çıkarttırmış.
Adam, şehzadeye dönmüş:
-“Beni uğursuz saydınız ama uğursuz olmadığım anlaşıldı. Bense kendi yolumda giderken, kimseye bir zararım yokken, gün boyu kuyuda hapis kaldım, ölüm tehdidi altında yaşadım. Şimdi siz söyleyin: Uğursuzluk bende mi, sizde mi?”
 
***
Köylünün biri, hacca giderken yüz koyundan oluşan sürüsünü çobana emanet etmiş.
Hac dönüşünde çobanı köy yolunda yalnız başına yemek yerken bulmuş, yanına yaklaşmış.
Hoş beşten sonra görmediği koyunlarının akıbetini sorunca, çoban:
-“Hiç sorma ağa”, demiş. “Sen gittikten sonra bir gök gürledi, bir şimşek çaktı... Doksanının ödü patlayıverdi. Kaldı mı onu?”
-“Yaa?...”
-“Büyük toklu kendini kayadan attı, beşi de onun ardından gitti... Kaldı mı dördü...”
-“Eee?”
-“Birini sattım kasaba, birini sayma hesaba... Dün öldü birisi, bu da bugünkünün derisi...”
Çoban, yeni yüzülmüş bir koyun postu göstermiş.
Anlatılanlara oldukça fazla sinirlenen Hacı, sofradaki yoğurt bakracını çobanın başına geçirivermiş.
Çoban, yoğurda bulanmış bembeyaz yüzünü göstererek:
-“İşte ağa”, demiş, “yüz koyunun hesabını da yüz akıyla verdim!”
 
***
İngiliz Kralı, vilâyetlerden birinde seyahat ederken, yolu bir köye düşmüş.
Mütevazı bir handa gecelemiş.
Yemek olarak da bulduğu dört yumurta ile karnını doyurmuş.
Hesabını sorunca, kendisinden on altın istemiş hancı.
“Aman!” demiş, “Burada yumurta kıtlığı mı var?”
Han sahibi pişkinlikle cevap vermiş:
-“Hayır haşmetlim, yumurta boldur ama, kral kıtlığı var...”
 
***
İyi yürekli bir vezir, yoksul ve muhtaçlara devlet hazinesinden borç para veriyordu, borç alanlar:
-“Bunu ne zaman geri ödeyeceğiz?” diye sorduklarında:
-“Padişahımız ölünce ödersiniz” diye cevap veriyordu.
Bu duruma şahit olan birisi bir gün padişaha: -“Efendimiz, sizin veziriniz devletinizin hazinesinden muhtaçlara borç para veriyor, vadesini de sizin ölümünüze bağlıyor. Demek ki niyeti kötü, sizin bir an önce ölmenizi istiyor, siz ölünce de paraları zimmetine geçirecek”, diye gammazladı.
Bu gammazlık üzerine padişah vezirinden şüphelenmeye başladı.
Vezirim huzuruna çağırıp söylenenlerin doğruluk derecesini ve maksadının ne olduğunu sordu.
Vezir sıradan bir vezir değildi.
Zekâsı ve uyanıklığı dillere destandı.
Padişahı yatıştıran ve yüreğini ferahlatan şu açıklamayı yaptı:
-“Söylenenler doğrudur. Ben hazineden muhtaçlara borç para veriyor, vadesini de sizin ölümünüze bağlıyorum. Ama bunu sizin ölmenizi değil, tersine çok yaşamanızı istediğim için yapıyorum. Bilirsiniz ki, her borçluya borcunun vadesi kısa gelir, vade dolmasın diye dua eder. Bu demektir ki borçlarını siz ölünce verecek olanlar, borçlarının vadesi dolmasın diye sizin ölmemeniz için dua edeceklerdir. Allah katında en makbul dualardan biri de borç altındaki kullarının duasıdır. Benim de maksadım ömrünüzün uzunluğu, sağlık ve afiyetinizdir.”