Bir ülkede vergiler o kadar artıyormuş ki daha doğrusu ülkenin yöneticisi, her gün yeni bir vergi koyuyor, halkı canından bezdiriyormuş.
Parası olmayıp da vergi veremeyenin de altında üstünde nesi var, nesi yok, alıyormuş.
Vergiciler evlere gidip vergiyi bildiriyor, sonra vatandaş gelip vergiyi ödüyormuş.
Artık maliyenin önü eğlence yeri olmuş.
İçeri giren ya ceketsiz, ya pantolonsuz çıkıyor, orada bekleşenler de büyük üzüntüyü gülerek geçiştirmeye çalışıyormuş.
Yine bir gün bir vatandaş gelmiş.
Çıkışta ne görsünler adam çırılçıplak...
Önündeki ve arkasındaki avret yerleri bantlanarak kapatılmış bir halde... Sormuşlar:
-“Bu ne hal?”
-“Vergiyi ödeyemeyince havagazı ve suyu kestiler.”
***
İkinci Dünya Savaş'ında Almanların Yugoslavya'yı işgali sırasında Belgrad’a yakın bir köyde kalan bölük komutanı köyün bir evinde kalmış.
Gece tuvalete gitmek ister, evin içinde tuvalet yeri arar bulamaz, nihayet ev sahibine seslenir; Tuvalete götürmesini ister, ev sahibi eline fener alır, “Beni takip et” der. Ev sahibi gider, yüzbaşı takip eder ve nihayet bir çalılığı gösterir:
-“Şurada idare edin” der.
Yüzbaşı:
-“Ben size tuvaleti gösterin” dedim.
-“Bizim evde ve köyde tuvalet yoktur…” Yüzbaşı:
-“Ee... Siz nereye yaparsınız?”
-“Arazide uygun yerlere.”
Yüzbaşı:
-“Ne kadar kötü organizasyon...”
Yugoslav köylü cevaplar:
-“Sizin aradığınız organizasyon bizde olsaydı, şimdi belki de biz sizin tarlaya ederdik…”
***
Cumhuriyetimizin onuncu yılını kutlama törenlerinde bir konuşmacı meydan nutkunda:
“On yılda Avrupayı on asır geride bıraktık!” diyerek gürleyince, Yahya Kemal esefle dizine vurur:
-“Yahu, şu Avrupa ile bir türlü beraber olamadık... Ya geri kalıyoruz, ya geçiyoruz…”
***
Amerika’da birinin dehşetli başı ağrıyormuş, gitmediği doktor, başvurmadığı hastane kalmamış.
Hiçbirisi başının ağrısına çare olamamış.
Sonunda dostları bir beyin cerrahının adını vermişler, ona gitmiş...
Doktor bakmış, kafa röntgeni çekmiş, başını sallamış, işte birşeyler yapmış:
-“Sizin beyniniz eskimiş!”
-“Aman doktor, ilk defa duyuyorum, insanın beyni eskir mi hiç?”
-“Eskir ya! Arabaların bile motoru eskiyor, senin de beynin eskimiş, bakıma alacağız.”
-“Nasıl olacak bu iş?”
-“Kafatasını açacağız, beynini alacağız, on beş gün burada bakım yapacağız, sonra yerine takacağız.”
-“Peki ben beyinsiz ne yapacağım?”
-“Onbeş gün dedim. Onbeş gün beyinsiz idare edeceksin.”
Adam razı olmuş, kafatasım açmışlar, beynini almışlar, gitmiş...
Gidiş o gidiş...
Onbeş gün, bir ay, beş ay...
Adam yok.
Doktor merak ediyor, bu adam beyinsiz ne yapıyor, başına bir hal gelmesin...
Doktor bir gün dışarda dolaşırken şehrin meydanında bir kalabalık görmüş, merak etmiş:
-“Ne var yahu, ne oluyor?”
-“Filan partinin adayı konuşuyor, herkes onu dinlemek için toplanmış.”
Doktor da kalabalığa karışmış, itiş kakış kürsünün yanına kadar yanaşmış...
Aaaa, bir de ne görsün?!
Beynini aldığı hasta değil mi?
Adam kürsüde veryansın ediyor, nutuk çekiyor, herkes onu alkışlıyor...
Konuşma bitince halk, coşup adamı omuzlarında taşımaya başlamış...
Ortalık biraz yatışınca doktor adama yanaşmış:
-“Yahu beni tanıdın mı?”
-“Evet tanıdım!”
-“O halde niye gelip beynini almıyorsun be kardeşim? Biz sana on beş gün dedik, aylar geçti ortada yoksun...”
Adam elini sallamış:
-“Boş ver, artık ona ihtiyacım kalmadı...”
-“Niye?”
-“Politikacı oldum!...”
***
Ünlü ressamlarımızdan İbrahim Çallı, yaşadığı dönemde kimilerince beğenilir, kimilerince de beğenilmezmiş...
Eşref Şefik de fırsat buldukça yarı şaka yarı ciddi İbrahim Çallı'ya takılırmış.
Bir gün İbrahim Çallı resim yeteneği konusunda kendi kendini överken Eşref Şefik dayanamamış:
-“Yahu Çallı, demiş, bir boğaz manzarası yaptın Ruslar boğazları almaktan vazgeçti kardeşim, hâlâ ne konuşuyorsun...”
***
Lenin Troçki’ye bir hafta boyunca meseleleri anlatmış durmuş.
Sonunda anlayıp anlamadığını sormuş. Troçki: “Anlamadım” deyince kızarak yakındaki uzunca bir elektrik direğini parmağıyla gösterip:
-“Bak, onca zamandır sana anlattıklarımı şu direğe anlatsaydım belki adam olurdu. Ama seni oraya oturtsam dahi adam olmazsın…”
***
Küçük oğlu, milletvekili babasına sordu:
-“Baba, sizin partiden biri çıkıp da, öbür partiye giderse, ne olur?”
-“Hain olur oğlum!”
-“Peki, ya başka partiden biri sizin partiye girerse?”
-“O mu? O da doğru yolu bulan insan olur...”
***
Hitler’in dünyayı kasıp kavurduğu dönem... Führer emretmiş:
-“Öyle bir otomobil yapın ki eşi olmasın.” Gerçekten ilginç bir otomobil yapmışlar.
Su derdi yok, az benzinle çok kilometre, falan filan...
Adım da “Halk arabası” koymuşlar.
İlk arabaya binen Hitler, pek beğenmiş:
-“Güzel... Dışardan küçük görünüyor ama buna 5 Alman ve 300 Yahudi rahat sığar.”
-“Büyük Führer, 5 Alman alması doğru. İki öne, üç arkaya... Ama 300 Yahudi'yi nasıl alacak?”
Hitler: -“Nereye olacak? Otomobilin kül tablasına...”
***
Musolini’nin büyük oğlu bir gün günah çıkartmak için Papa’ya gitti:
-“Muhterem peder! Faşist Partisi’nin kasasından yüzbin liret çalmıştım. Günahımı itiraf ediyorum. Cezam nedir?”
-“Çok fena etmişsin oğlum. Kefaretini ödemek için Sen Pietro meydanını 33 kere koşarak dolanacaksın.”
Bir hafta sonra Musolini’nin ikinci oğlu Papa’nın huzuruna gelerek günah çıkartıyordu:
-“Muhterem peder! Faşist Partisi’nin kasasından bir milyon liret çaldığımı itiraf ediyorum.”
Papa: -“Büyük günah işlemişsin oğlum. Ağabeyine yüz bin liret için Sen Pietro meydanını 33 kere devretmek cezasını vermiştim. Sen daha çok çalmışsın, o yüzden 333 defa meydanı dolanacaksın.”
Birkaç hafta sonra Musolini aile fertleriyle yemek yerken şöyle dedi:
-“Birkaç günahım var, bir gün Papaya gidip günah çıkar sam fena olmayacak...”
İkinci oğlu hemen atıldı:
-“Baba, daha önce bir motosiklet alsan fena olmaz...”
***
Fransız romancılarından Paul Bourget, bir gün ünlü Amerikalı mizahçı Mark Twain'le konuşurken, Amerikalıların köksüz olduğuna işaret ederek ona takılmak istemiş:
-“Bence”, demiş. “Bir Amerikalının canı sıkılıyorsa ve vakit geçirmek istiyorsa, atalarını bulmaya çalışsın, yeter... Tabiî büyükbabasından daha geriye gidebilirse...”
Mark Twain hemen cevabı yetiştirivermiş:
-“Haklısınız dostum”, demiş. “Bir Fransız da canı sıkılınca babasının kim olduğunu araştırsın... Tabiî bulabilirse!”
***
Rusya’da Perestroika ve Glasnot öncesi dönemde seçim yapılıyordu.
Adamın biri eline verilen zarfı açmak isteyince görevli sandık başı memuru atıldı:
-“Hey ne yapıyorsun?
-“Bir şey yaptığım yok. Sadece kimi seçtiğimizi bilmek istedim de...”
Memur gülerek başını salladı:
-“Olmaz öyle şey. Seçimin gizli olduğunu bilmiyor musun?”
***
Sultan III. Murad zamanında, padişahın hoşuna giden bir, dalkavuk varmış...
Padişahın huzurunda yapmadığını koymaz, Sultan'ı eğlendirir, çıkarken de parasını alır gidermiş...
Yine bir gün huzurda mesleğini icra edip çıkarken, verilen altın kesesini almamış:
-“Hayır padişahım, bu sefer altın değil, yüz sopa vurulmasını isterim!”
Herkes şaşırmış, ama padişah:
-“Vurun bakalım 100 sopayı... Herhalde bir bildiği vardır, görelim hele...”
Dalkavuğu yere yıkmışlar, falakaya yatırmışlar, başlamışlar tabanlarına vurmaya...
“Bir, iki, üç... On... Yirmi... Otuz... Kırk dokuz, elli”, derken dalkavuk bağırmış:
-“Durun, benim bir ortağım var, yansını da ona vurun, hakkı geçmesin...”
-“Kim senin ortağın?”
-“Sizin bostancıbaşınızdır padişahım! Ne zaman sizin ihsanınıza nail olsam, saraydan çıkarken kesedeki altınların yarısını alır. Madem ortağım, sopanın yarısı da ona vurulsun...”