Temel ile Dursun sohbet ediyorlardı.

“Sen en çok hangi tatliyi seversun?” diye sormuş Dursun.
“Sirke” demiş Temel ve eklemiş:
“Bedavasi baldan tatlidır da!”
 
***
Zehra, Müjgan’a Emine’yi çekiştiriyormuş.
“Şöyle pasaklı kadın, böyle dağınık. Üstelik bir de yalancı. Geçen gün bana senin ne kadar güzel olduğunu anlatıyordu.”
 
***
Kümese müdür seçilecekmiş, adaylar propaganda çalışmalarını yapmış, seçimler yapılmış, oylamayı tilki kazanmış.
Bakmışlar ki dövüne dövüne gülüyor, “Niye gülüyorsun?” diye sormuşlar.
Gözünün yaşını silen tilki “Hiç sormayın. ‘Ne kadar maaş istersin?' diye sordular, ona gülüyorum” demiş.
 
***
Nasreddin Hoca kasaba eşrafından birinden borç almış, aradan epeyce bir zaman geçtiği halde borcu ödemek konusunda bir girişimde bulunmamış.
Adam bakmış olacak gibi değil, alacağını istemeye gitmiş.
Cumbada oturan Hoca alacaklı adama karşı tarlayı işaret etmiş.
“Senin para orada.”
Adam anlamaz ifadeyle bakınca hoca açıklamış “Çoban birazdan koyun sürüsünü şu yoldan getirecek, hayvanların yünleri dikenlere takılacak. Ben de zaman içinde biriken yünleri toplayıp, eğirip, hanıma dokutup, kumaşı pazarda satıp sana olan borcumu ödeyeceğim.”
Siniri bozulan adam gülmeye başlayınca hoca durur mu, yapıştırmış cevabı:
“Seni köftehor seni! Duydun tabii 10 sene sonra çıkacak 6 yıllık doğalgaz rezervini, gülersin di mi?”
 
***
Memleketin birinde işler kötüye gitmeye başlamış.
Kuraklık kıtlığa, kıtlık salgın hastalıklara yol açmış, vatandaş açlıktan kırılır hale gelmiş.
Ülkenin zayıf düştüğünü gören düşman devletler de durmadan sefer düzenlemeye başlayıp ülke topraklarını ucundan kenarından ele geçirmeye başlamış.
Hazinesi tamtakır olan beceriksiz kral eşrafı toplayıp fikir danışmak istemiş.
Kelle korkusu içindeki ileri gelenler ses çıkaramazken hayvanat bahçesi müdürü ileri çıkıp, “Benim bir fikrim var” demiş.
Herkes dönüp müdüre bakmış, gülüşmelere aldırmayan müdür parlak fikrini açıklamış: “Hayvanat bahçesinde yeni bir bölüm yapacağız, orada kurt ve kuzuyu birlikte yaşatacağız. Sadece memleketimizden değil, dünyanın dört bir yanından barış içinde yaşayan kurt ve kuzuyu görmeye gelenlerden alacağımız vergi ve harçlarla iktisadımızı kurtaracağız.”
Kimse ikna olmamış ama yapacak bir şeyleri olmadığı için müdürün teklifini kabul etmişler.
Müdür, kendisine 5000 altın 3000 gümüş sikke ve 1 hafta süre verilmesini istemiş.
Bu miktarı çok bulsa da müdürün ikna edici konuşması karşısında hazinede kalan son parayı da müdüre teslim eden saray eşrafı, çaresizce sürenin dolmasını beklemiş.
Bir hafta sonra saraya bir kese içinde ilk hasılat gelmiş.
Devam eden günlerde de gittikçe büyüyen keselerde altın ve gümüş sikkeler saray hazinesine gelir kaydedilmeye devam edilmiş.
Durumu merak eden kral, mahiyetiyle birlikte tebdil-i kıyafet hayvanat bahçesine gitmiş.
Bakmışlar ki ne görsünler, bahçenin kapısından başlayan kuyruk şehrin surlarından dışarı çıkıyor.
Sadece memleket ahalisi değil, kılığı kıyafetinden başka ülkelerden geldikleri belli insanlar, beraber kardeşçe yaşayan kurt ve kuzu mucizesini görmek için fersahlarca kuyruk olmuş.
Hayvanat bahçesi müdürünü bulan kral öncelikle müdürü tebrik etmiş, memleketi kurtarmada gösterdiği eşsiz muvaffakiyet için asalet unvanı vereceğini söylemiş.
Arkasından da herkesin merak ettiği soruyu sormuş: “İstediğin para çoktu, gördüğüm kadarıyla yeni gişeler açmak dışında bir iş yapmamışsın burada. O kadar altın ve gümüşü ne yaptın?”
Müdür cevap vermiş:
“1000 gümüşle etrafın düzenlemesini yaptırdım. 1000 gümüşle din görevlilerinin vaazlarında kurtla kuzunun mucizesini anlatmalarını istedim. 1000 gümüşle casusların komşu ülkelerde bu mucizenin dedikodusunu yapmasını sağladım.”
“Peki” demiş kral, “kalan 5000 altın?”
“Onunla da her gün yeni bir kuzu aldım".
 
***
Ağa takılmış sinek kurtulmak için Tanrı’ya yalvarıyormuş.
O sırada örümcek gelmiş ve sineğe:
“Senin canın için dua ettiğin Tanrı ile benim öğle yemeğim için şükrettiğim Tanrı aynı Tanrı değil mi?” diye sormuş.
Sinek duraksamış, “Ulan örümcek, beni yiyeceksen ye ama dinime laf etme...”
 
***
Memlekete yeni atanan bir büyükelçi bir grup insanın tek sıra olup duvardaki bir delikten içeriye baktıklarını görmüş.
Merak içinde yanlarına giderek:
-“Yahu hepiniz toplanmış burada ne yapıyorsunuz?”
-“Hiçbir şey yapmıyoruz sadece bu delikten dışarı bakıyoruz.”
Bunun üzerine büyükelçi vatandaşları kenara iterek:
-“Durun bir de ben bakayım” demiş ve delikten içeri doğru bakmış.
Şaşırmış tabi.
Zira delik karanlık ve hiçbir şey görünmüyormuş.
Kızgınlıkla vatandaşlara dönmüş:
-“Ulan siz benimle alay mı ediyorsunuz? Bu delikten hiçbir şey görülmüyor. Peki siz ne görüyorsunuz?”
Vatandaşlar hep bir ağızdan cevaplamışlar bu soruyu:
-“Elçi bey, biz 20 yıldır bu delikten bakıyoruz bir şey göremedik, siz bir bakışta nasıl göreceksiniz ki…”
 
***
Yargıç, memleketi soyup soğana çevirmiş, malı mülkü zimmetine geçirmiş bir politikacıya sorar:
-“Söyle bakalım, memleketi nasıl soydun?”
Politikacı biraz düşündükten sonra soruyu şöyle yanıtlamış:
-“Efendim, biz buraya yargılanmaya mı, yoksa meslek sırrı vermeye mi geldik?”
 
***
İskoçlar pintilikleriyle meşhurdur.
Bir İngiliz gazetesi İskoçyalıların cimriliklerine dair bir sürü fıkralar yayınlamaya başlamış.
Günün birinde yazı işleri müdürüne İskoçyalı biri şu mektubu göndermiş:
-“İskoçlarla alay etmekten vazgeçmezseniz, gazetenizi komşudan alıp okumaktan vazgeçeceğim ona göre…”
 
***
Bir İskoçyalı büyük bir fedakârlık yapmış, annesinden kalan eski bir yelpazeyi nişanlısına hediye etmişti.
Ertesi gün de nişanlısını ziyarete gitmiş.
Fakat içeri girince bir de ne görsün?
Genç kız yelpazeyi açmış, yelpazelenmiyor mu?
-“Sevgilim!” diye feryadı basmış İskoçyalı, “çıldırdın mı sen? Ne yapıyorsun? Yelpaze ile yelpazelenirsen eskiteceğini hiç düşünmedin mi, o kıymetli şeyi?”
-“Peki, nasıl kullanacağım bunu? Bari kullanma şeklini de öğret.”
-“Bizim gibi... Yelpazeyi açıp yüzünün önünde tutacaksın. Sonra yüzünü yavaş yavaş sağdan sola, soldan sağa sallamaya başlayacaksın…”
 
***
Bir İskoçyalı, üçüncü mevki biletle, birinci mevki vagona oturmuştu.
Kondüktör, İskoçyalıya hatasını hatırlatmış. İskoçyalı: -“Trene telâşla bindim”, diye özür dilemiş ve “Kaçıncı mevki olduğuna dikkat edemedim. Bu kez idare edin”, demiş.
Kondüktör kabul etmemiş.
İskoçyalı ise, bir türlü birinci mevki vagonu terk etmiyor, münakaşa uzadıkça uzuyormuş.
Bu inatçı yolcuya bir ders vermek isteyen kondüktör, adamın filede duran bavulunu alarak pencereden dışarıya atıvermiş.
Aynı anda İskoçyalı feryat edip dövünmeye başlamış:
-“Katil adam! Ne yaptın? Bavulun içinde oğlum vardı!”
 
***
İskoçyalı bir aile komşularına yeni evlerini gezdiriyormuş.
Büyükçe bir odaya girince aile reisi anlatmış:
-“Burası da müzik dinleme odası.”
-“İyi ama burada müzik aleti yok ki?”
-“Evet öyle ama komşunun çaldığı plaklar, kasetler en iyi bu odadan duyuluyor…”
 
***
İskoçyalı bir bayan, on aylık güzel bir bebeğin annesiymiş.
Aynı zamanda bir bakkal dükkânını da işlettiğinden bebeğin sandalyesini kasanın yanına yerleştirir, böylece bir yandan çocuğu gözünün önünde tutarak işlerini yürütürmüş.
Derken küçük bebeği göremeyen dikkatli bir müşteri dayanamayıp sormuş:
-“Kuzum, bebek niçin yanınızda değil?”
-“Onu sütanneye vermek zorunda kaldım.”
-“Neden?”
-“Müşterilere, paralarının üstünü iade ettiğim zaman, kıyametleri koparmaya başlamıştı da ondan...”
 
***
İki İskoçyalı konuşuyormuş:
-“Dün sirkte korkunç bir şey oldu. Fevkalâde bir şey. Anlatamam, aslanlardan biri, seyircilerin önünde terbiyecisini yedi.”
Diğeri sordu:
-“Program harici olan bu numara için sizden ayrıca para aldılar mı?”
-“Yoo...”
-“Ee, bunun korkunç olan tarafı neresi?”
 
***
İskoçyalı bir hanım, kocasına hediye etmek üzere portresini yaptırmaya karar vermişti.
Şüpheyle ressama sordu:
-“Kaça mal olur acaba?”
-“20 sterlin madam...”
-“Oh çok pahalı!... Peki 6 yaşındaki kızımın resmini kaça yaparsınız?”
-“Gene 20 sterlin madam.”
-“Ama küçücük kız ayol.”
-“Küçük olsun büyük olsun fark etmez madam.”
-“Peki öyleyse, kızım benim dizimde otururken yapın tabloyu…”
 
***
Sonradan zengin olan biri konağının penceresi önünde otururken yoldan geçen bir dilenci aşağıdan seslenmiş:
-“Efendi, Allah rızası için bir sadaka...”
Dilencinin sadaka istemesinden tiksinen zengin, uşaklarından birini çağırmış ve:
-“Evladım, git kalfaya söyle, o da ayvaza söylesin, ayvaz gitsin kapıdaki adama ‘Allah versin’ desin.”
Aşağıdaki dilenci bu sözleri işitip ellerini açmış:
-“Yarabbim, Cebrail’e buyur da, İsrafil’e söylesin, o da Mikail’e haber versin, o da Azrail’e söylesin. Azrail de şu herifin canını alsın!”