İnsanımızın gittikçe tembelleştiğini herkes kabul ediyor.
Pek çok yerde çalışacak, emeğiyle çalışacak insan bulunmuyor. Bütün dünyada artık daha az emekle daha büyük işler başarabiliyor insanoğlu. Hal böyle olunca herkes kolay işe, emeksiz yemeğe çare arıyor. Ancak makineleşmenin getirdiği bu ataletin, işlerin sürdürülmesinde sıkıntı yarattığını da görmek gerekiyor.
Atatürk’ün söylevinin pek çok yerinde çalışmak ve çalışkan olmakla ilgili ifadeler vardır. Hatta ‘Türk, öğün, çalış, güven’, ‘bir tek şeye ihtiyacınız var: Çalışkan olmak’ özdeyişlerini hemen her tarafa yazarız hatırlamak ve daha çok çalışmak için. Çalışmak ve çalışkan olmakla ilgili Peygamberimizin hadisleri de vardır. ‘hiç ölmeyecekmiş gibi çalışmak, yarın ölecekmiş gibi ibadet etmek’ hadisi şerifini herkes bilir.
İşsizlik ülkemizde ne kadar ciddi bir sorun ise de çalışmak ve üretken olmak da o derecede bir sorun. İşsizliğin kökeninde de ataletin ve tembelliğin payı bulunmaktadır. Üretimde verimliliğin düşmesi hangi sektörde olursa olsun gelirleri azaltmakta, yeni yatırımlardan ziyade işletmeleri tasfiyeye kadar götürmektedir.
Türkiye’de emeğe dayalı üretim sektörleri her geçen gün zayıflamakta, işletmeler kendini sürdürmekte zorlanmaktadır. Üretim sektörlerinin önemli bir kısmı kalifiye eleman sorunu çektiğini dillendirmektedir. Neden çalışkan insan bulmak zorlaştı son günlerde kısaca irdelemekte yarar var.
Pek çok işi makinalar yapmaya başladı ve işleri kolaylaştırdı. İş yapma, görev edinme, sorumluluk duyguları gelişmiyor. Kolay para kazanmayla ilgili baskılar sürekli artıyor. Rahat yaşam felsefesi toplumun tüm kesimlerine yayılıyor. Rahat yaşam için bütün fırsatlar değerlendiriliyor.
Buna benzer gelişmeleri daha da çoğaltmak mümkün. Çocuğun gelişimiyle ilgili yapılarda aslında çalışmak ve üretmekle ilgili sorunları bulmak ve çözmek gerekiyor. Zorunlu eğitimin on iki yıla çıkarılması toplumun eğitim öğretim ve kültürel gelişimine önemli katkılar sağlamıştır. İlköğretimden sonra lise ve üniversiteye hazırlık gençliği bir anda onsekiz yaşına getiriyor. Çocuk genç oluncaya kadar endüstri meslek liseleri dışında üretimin içinde bulunmuyor. Anne ve babalar çocuklarına okusun da hayatını kurtarsın diye elini sıcak sudan soğuk suya sokturmuyorlar.
Hiçbir işe sokulmayan çocuklar hep okuyorlar, hep okumaya çalışıyorlar. Yarış atı gibi sınavlara hazırlanıyorlar. Ziraat Fakültesini bilinçli olarak tercih eden köy kökenli gençler, kaç dekar tarla, kaç tane inek, kaç tane koyunları var bilmiyor. Bilmesine gerek yok elbette. Okuyacak ve bu işleri nasıl olsa yapmayacak.
Baba zanaatkâr, çocuklar işi bilmiyor. Bilmesine neden gerek yok. Çünkü nasıl olsa bu işi yapmayacak okuyunca. Okuyacak ve hayatını kurtaracak.
Hayatını kurtarması için hayattan uzak tutulan çocuklar hayata neresinden başlayacak? Bunun hesabı yapılmıyor ne yazık ki.
Hayatın içinde tutulan gençler zaten hayatı ve üretimi algılayabilmekte ve kendine daha gerçekçi ve doğru bir yol çizebilmektedir. Verilen işlerden yılmamakta, ertelemeden vaktinde yerine getirebilmektedir. Hiçbir iş zor değildir onlar için.
Her iki nesil de ebeveynlerinin elinde, toplumun içinde yetişmektedir. İş yapmayı, üretmeyi, ürettikçe mutlu olmayı becerebilen gençler de işi zor gelen, daha kolayını arayan gençler de bizim gençlerimiz. Bizim geleceğimiz.
Çalışmayı ve üretmeyi seven, üretmekten mutluluk duyan gençliği süratle çoğaltmak, ürettiğinden daha az tüketen bir toplum oluşturmak ülkenin geleceği için zorunluluktur. Milletin varlığı kadar önemlidir.
Nasıl olsa insanın elinden birileri tutar da milletin elinden kim tutacak?