Gece yarısı tuvalete kalkan bir adam lavaboya giderken evin içinde birini görmüş ve bu kişiye yumruk atmış. Meğerse gördüğü aynadaki yansımasıymış.

Yumruğu aynaya gelince kesilen eli kanamaya başlamış.
Gürültüye eşi uyanmış ve eşinin elini görünce koşmuş alkollü pamuk yapıp eşinin yarasına basmış.
Adamın açık, kanayan yarası alkolle daha da acımış ve adam sinirlenerek tuvalete atmış pamuğu.
Sonra sıkıştığı için tuvalete oturmuş bu arada da bir sigara yakmış.
Kibritini de tuvalete atınca poposu alkollü pamukla tutuşmuş.
Can havliyle fırlayınca kafasını banyodaki dolaba çarpmış kafası da kanamaya başlamış.
Adamı yüzükoyun yatıran eşi 112 sağlık servisini aramış.
Gelen 112 ekibi karşılarında eli kesik, poposu yanık, kafası kanayan bir adamı görünce şaşkın bir şekilde adamı apartman dairesinden indirirken merdivenlerde olayın oluşunu sormuşlar.
Olayları anlatan hastayı dinleyince gülme krizine girip sedyeyi ve adamı düşürmüşler.
Yeni bir 112 getirmişler ki böylece adamı hastaneye götürmüşler.
Adamı ziyaret eden yakınlarına eşi hastanede “Sakın nasıl olduğunu sormayın” diye sıkı sıkı tembih ediyormuş...
 
***
ANNELERİMİZDEN ÖĞRENDİKLERİMİZ..
Anneler neden ıspanaktan yanadır ve neden ıspanak bitirilmeden masadan kalkmak yasaktır hala bilmiyoruz ama sanki anne olmanın şartıymış gibi söyledikleri öyle şeyler var ki çoğumuz aynı şeyleri duymuşuzdur...
.
Belki komik ve manasız ama bakın aslında annelerimizden neler öğrenmişiz (alıntıdır)
.
1) İyi yapılmış bir işi takdir etmeyi
“Bana bakın, gidin birbirinizi dışarda gebertin, evi daha yeni temizledim..!”
.
2) Duaların gücünü
“Yat kalk dua et ki baban müzik setinin bozulduğunu fark etmedi...”
.
3) Zamana karşı yarışmayı
“O oyuncaklarını topla yoksa biR tekme attığım gibi hepsini karşı sahilden toplarsın...”
.
4) Mantıklı düşünmeyi
“Ben öyle diyorsam öyledir..!”
.
5) İleri görüşlü olmayı
“Çıkmadan önce temiz biR çamaşır giy. Yolda Allah korusun başına bir şey gelir kirli çamaşırla etrafa rezil olursun.”
.
6) Hayatın trajikomik yanlarını
“Sen daha orda gülmeye devam et, birazdan ben seni tam güldürecem...”
.
7) Hayatın çelişkilerle dolu olduğunu
“Kapa çeneni ve çorbanı iç..!”
.
8) Dayanıklı olmayı
“O ıspanak bitene kadar sofradan kalkmak yok!”
.
9) Hava raporu tahmini yapmayı
“Şu dağınıklığa bak... Yabancı biri görse odanın ortasından kasırga geçmiş sanır...”
.
10) abartmayı
“Sana 500 bin defa söyledim kirli ayakkabılarınla içeri girme diye..!”
.
11) Davranış psikolojisini
“Babana çekeceğine biraz bana çekseydin noolurdu...”
.
12) Olağanüstü durumlara hazırlıklı olmayı
“Dinleme bakalım anne sözü dinlemee..! Kafana meteor düşecek kenara çekil diye bağırsam onu bile dinlemezsin di mi..!”
.
13) Kıskanmayı
“Dünyada senin annen baban gibi mükemmel bir aileye sahip olmayan, kaç milyon çocuk var biliyor musun?”
.
14) sabırlı olmayı
“Baban eve gelsin, sen görürsün.”
.
15) Hakkımızı alacağımızı
“Eve vardığımızda ben bilirim sana yapacağımı...”
.
16) Diyalog kurmayı
-“Sana bir şey sorduğumda cevap ver!”
-“Ne söyleyeyim anne?”
-“Sus! Bana cevap verme!”
.
17) Tıp bilgilerini
“Gözlerini şaşı yaparken bir gün öyle kalıvereceksin.”
.
18) Olgun olmayı
“Bu tabağın hepsini bitirmezsen asla büyüyemezsin.”
.
19) Genetik bilgileri
“Sen de o lanet olası amcana çektin.”
.
20) bilgeliği
“Benim yaşıma gel de anlarsın o zaman.”
.
21) ve ... Adaleti
“Bir gün senin de çocukların olacak... İnşallah onlar da sana senin simdi bana yaptıklarını yaparlar...”
 
***
AYI RÜSTEM
Geçen kayalıklara gittim.
Aldım yanıma bir kaç bira.
Denize bakıp, öyle hayallere dalacağım.
Bir taraftan da Ahmet ağabeyin sandalı ziftleyeceğim.
Ama nerdeee!
Burası Türkiye.
İnsana rahat verirler mi?
.
Biraz ileride gençler balık tutuyorlar.
Gayet medeni bir şekilde avlanma yaparlarken, birden bir patina koptu.
.
“Ne oluyor ulan!” diyerek yanlarına gittim.
Meğer bunların denizde oltaları karışmış.
Almışlar yukarı oltaları.
Ama ucunda bir lüfer var.
Oltalar karışık olduğundan kimin oltasının ucunda olduğu belli değil.
.
“Benimdi, senindi” derken kavgaya tutuşmuşlar.
Biri demiş ki: “Ne kavga ediyorsunuz? Ayıklayın oltaları, kiminkinin ucundaysa balığı o alsın.”
.
Bizim iki delikanlı “Aklımıza hiç gelmemişti” diyerek ayıklamaya başlamışlar.
Derken balık oltadan kurutulup denize düşmüş.
.
Bunun üzerine tekrar birbirlerine girmişler.
.
Hikayelerini öğrenince;
-“Utanmıyor musunuz?” dedim, “Bir balık için kavga etmeye.”
“Ağabey değerli balık, lüferdi bu denize düşen” dediler.
-“Delikanlılara yakışmaz kavga etmek” dememle bana:
-“Ağabey sen delikanlı bir adama benziyorsun, sen ver bize bir balık parası, gidelim” dediler.
-“Alın ulan bir kilo lüfer parası benden. Ayrılın, barışın” dedim.
Bunlar tası-tarağı toplayıp, gittiler…
.
Onlar gittikten sonra aklım başıma geldi.
Ahmet ağabeyin bana verdiği zift parası gitmişti.
Aklım başıma gelip, arkalarından koştursam da yakalayamadım kerataları.
Eh ne yapacaksın?
Delikanlı olmak kolay değil…
 
***
BİZ ÇOCUK GİBİ ÇOCUKTUK
Banyo taburesine oturmadan önce su döken nesiliz biz.
Annemizin sinirlenince kafamıza ‘dannk’ diye ses çıkartan taslarla yıkandık, banyodan sonra havluya sarılıp sobanın yanına geçip, saçlarımızdan düşen suları sobaya düşürür ‘cısss’ sesini dinlerdik.
En güzel mahalle maçlarını, annemizin zamansız banyo yaptırmaları yüzünden kaçırdık.
Cumadan verilen ödevi, pazar akşamı son dakikada yapan nesiliz.
Aynı simidi 2-3 kişi yiyip aynı şişeden gazoz içtik.
Arkadaşın bisküvisinden alınca içi yanan değil, mutlu olan nesildik.
Anne terliğinin tadına doyumsuz bakmış, pazar banyosunu genelde leğende ülfet sabunu ve maşrapayı kafasına yiye yiye yıkanmış tertemiz çocuklardık.
Her beyaz sabun kokusunda çocukluğumuz aklımıza gelir bu yüzden…
Bizler kardan adam yapıp erimesin diye dua eden çocuklardık.
Sokak oyunundan vazgeçemeyip, salça ekmek yiyip doyan çocuklardık.
Yere düşen ekmeği öpüp başımıza koyardık, tuvaleti geldiğinde annesi eve alır korkusuyla sokağa çiş yapan çocuklardık.
O günler çok çok güzeldi hele hele bugünlerle karşılaştırıldığında.
.
Çocuk gibi çocuktuk biz!
Huzur ve saygı da vardı, mutluyduk küçücük dünyamızda…
Sabahtan akşama kadar oyun oynardık... Karnımızın acıktığını unuturduk oyun oynarken.
Gazoz kapaklarıyla oynayan çocuklardık,
Çelik çomak oynardık, çember çevirirdik, çomaktan bez bebekler yapardık, ekmeğimize toz seker atıp yerdik mutluyduk…
Çam ağacının kabuğundan araba traktör yapardık, yaramazlık yapardık annemizden dayak yememek için saklardık, ilkokulda soba ile ısınırdık…
.
Biz küçükken çok büyüktük.
Mesela kollarımızı bir açardık, dünyayı kucaklardık.
Güzeldik biz küçükken.
Kaşlarımızı almayı bilmezdik, makyaj çok büyüklerin işiydi sevmezdik. Arkadaşlarımızla beraber bir gece uyuyabilirsek eğer velinimetti bizim için, çok lükstü, hayaldi belki de…
Bizler bahçeli evlerimizde çevremizdeki insanlara güvenerek büyüdük.
Annelerimizin dizlerinin dibinde sokakların, bahçelerin, ağaçların, tozun toprağın kokusunu içimize çekerek büyüdük.
Kapı önlerine paspas serip evcilik oynardık, kapı önünde çizgili oynardık, kaldırım taşına oturur saatlerce oyalanırdık… Oyuncaklarımız mutfak eşyalarımız yoktu…
Arkadaşlarla gezerken kapı zillerine basıp kaçardık, horozdan kaçardık
Ekmeğin arkasındaki kâğıdı sökmek için uğraşırdık, hep kâğıt kalırdı…
Bizim hiç bir şeyimiz yoktu ama yine de mutluyduk
O günleri yine doya doya yaşamak için neler vermezdim ki…
Biz çocuk gibi çocuktuk.
(alıntıdır)