Siyaset sahnesi yine alevlendi. CHP’li Gürsel Tekin’in “HDP’ye bakanlık verilebilir” açıklamasının ardından çadır karıştı. Hem de ne karışma!
Her zaman denir ya,
“Muhalefete muhalefet lazım değil, onlar kendine muhalif zaten” diye.
Ekmeğe yağ sürme noktasında durduğu yerden gündem dışı laf edenlerle bu iş nasıl gidecek onu da anlamış değilim.
.
İktidar zaten 6’lı masayı kurcalamak için yer ararken, onların kendilerini kurcalatmak için açık kapı bırakmaları başka bir dert.
.
Ama biz gelelim gerçeklere.
İtirazı olan varsa buyursun gelsin, sabaha kadar tartışalım.
.
İktidar ve ortağı sürekli olarak HDP’yi teröristlerle eş tutarak millete öcü olarak göstermeye çalışıyor.
.
HDP ile ilgili bu sözleri duyanlar;
Vatan toprakları yabancılara satılıp paylaşılırken,
Yolsuzluklar ayyuka çıkarken,
Bilmem kaç milyon göçmen vatana dalarken,
İnsanlar bölünmekten bıkarken,
Milliyetçiliği aklına gelmeyenler birden “Vatansever” kesiliveriyor.
.
Hassas bir söylem,
Hassas bir durum.
.
Ama doğrusu şu:
Bir;
HDP şu anda mecliste grubu bulunan meşru bir partidir.
İki;
Milletvekilleri bu Devletten maaş almaktadır.
Üç;
Mecliste başkan vekilleri vardır, meclisi yönetmektedir.
.
İçlerinde PKK teröristleri ile ilişkide olan, birliktelik sağlayanlar varsa (ki var, söylemlerinden anlaşılıyor) bunları ortaya çıkarıp HDP’nin içini ayıklamak Devletin görevidir.
Delilleriyle beraber meclise sunulur, meclis de gereğini yapar, vekilliği düşer ve adalete teslim edilir.
.
Sürekli olarak HDP’yi suçlarken “Kürtler” kelimesi ile yanyana getirmek insanımızı üzüyor.
.
HDP’ye oy verip teröristler ile alakası olmayan milyonlarca Kürt vatandaşımız var.
Onları rencide etmenin âlemi yok.
.
HDP içinde bu devletin değerlerine aykırı kişiler vardır.
Doğrudur.
Ama ayıklanmalıdır.
.
Bunu yapmayıp, tamamını “Terörist” diye yaftalamak ve kalıba sokmak, demokratik siyaset yapılmasını engellemektir.
.
Tüm bunlar olurken yayılan haber şu:
CHP İstanbul Milletvekili Gürsel Tekin, “Yasal olarak faaliyet gösteren partileri kafamıza göre lanetleyemeyiz, cüzzamlı muamelesi yapamayız. 7 milyona yakın vatandaşımız oy veriyorsa saygı duyacağız” dedi.
.
Adam sormuş işte;
Buyurun siz cevaplayın, ne yapacağız?
7 Milyon oy alıp seçilen,
Meclise girip maaş alan partiyi yok mu sayacağız?
Sen şu kenarda otur sesini çıkarma mı diyeceğiz?
Yoksa kapatacak mıyız?
.
“Demokrasi” diye bağırdığımız ortamda, “Bakanlık verilmez” maddesi nereye oturacak?
.
Tarihe bakalım,
O ne diyor?
7 Haziran 2015'te yapılan milletvekili genel seçimlerinde hiçbir parti tek başına iktidar olmak için gerekli çoğunluğu sağlayamadı. Bunun üzerine Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, en çok oyu alan Adalet ve Kalkınma Partisi’nin Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu’nu yeni hükûmeti kurmakla görevlendirdi.
Ancak Davutoğlu’nun temasları sonucunda hiçbir partiyle anlaşmaya varılamadığından hükûmet kurulamadı.
Davutoğlu aldığı görevi, anayasadaki kırk beş günlük sürenin dolmasına beş gün kala Cumhurbaşkanına iade etti.
TBMM Başkanlık Divanı seçiminden sonra kırk beş gün içinde yeni bakanlar kurulunun kurulamaması üzerine Cumhurbaşkanı Erdoğan, Anayasanın 116. maddesinde yer alan yetkiye dayanarak, seçimlerin yenilenmesine karar verdi.
Bu karar üzerine girilen seçim döneminde görev yapması amacıyla, AK Parti Genel Başkanı ve mevcut Başbakan Davutoğlu, anayasada belirtildiği üzere geçici bakanlar kurulu niteliğinde bir “Seçim hükûmeti” kurmakla görevlendirildi.
.
Süreç böyleydi.
.
Sonuçta her şey Anayasaya uygundu.
.
Anayasa uyarınca;
TBMM Başkanlığı, partilerin milletvekili sayılarına göre seçim hükûmetindeki kontenjanlarını hesapladı.
Buna göre;
AK Parti’ye 11,
CHP’ye 5,
MHP ve HDP’ye üçer bakanlık düştü.
.
Avrupa Birliği Bakanı olarak HDP’li Ali Haydar Konca ve Kalkınma Bakanı olarak da HDP’li Müslüm Doğan hükümete bakan olarak atandı.
(HDP’li Levent Tüzel ise bakanlığı kabul etmedi.)
.
Yapılanlar Anayasaya uygundu.
AKP ve MHP (ki içinde şimdi ki İYİ Partililerin çoğu var), HDP ile aynı koltuklarda “Bakanlık” yaptılar.
.
Tarih böyle diyor…
.
Şimdi;
Gürsel Tekin’e ne diyeceğiz?
.
“HDP’ye bakanlık verilmez” mi diyeceğiz?
Yoksa,
“HDP’liler bakanlık yapmışlar meğerse onlardan özür dileriz” mi diyeceğiz?
.
Verin cevabı…
***
SAPSARI ÇAY
Sarıçay Muhabbeti bitmedi gitti.
Neymiş yahu?
.
Birçok şehrin ortasından geçen böyle bir tabiat harikası çaylar, nehirler vardır.
Veya şehirler nehir veya çay kenarına kurulmuştur.
.
Hatta bazı ülkelerde de nehirler, çaylar kutsaldır bile.
.
Biz de bırakın kutsallığı, zerre kadar değeri yoktur.
Olsaydı şimdiki hali mi olurdu?
.
Yazıyı okumaya başlayan “Acaba kimi suçlayacak?” şeklinde bir duyguya kapılabilir.
Suçlanacaksa, tee en baştan bakmalı.
.
Son elli yıldır iktidara gelmeyen parti kalmadı.
Bakanlarımız oldu,
Başbakan yardımcılarımız oldu.
.
Hem CHP’den,
Hem de ANAP’tan belediye başkanlarımız oldu,
.
Oldu da ne oldu?
.
Durum ortada.
.
“Sarıçay” adı gibi hala sapsarı akıyor.
.
Dedik ki; “Gidin Eskişehir’e bakın!”
Bakıp döndüler.
O kadar.
.
Yahu 20 senedir tek başınıza iktidarsınız, onlarca milletvekili geçti Çanakkale’den.
Ne oldu?
.
Eski tas, eski hamam.
Sarıçay, hala sarı akan çay.
.
Yerel seçim öncesi kepçe girdi içine.
Bir şov, bir şov.
Sormayın.
Zannettik ki;
“Sarıçay berraklaşacak, derinleşecek ve ıslah olacak.”
.
Seçim bitti, kaybedildi kepçe gitti.
.
Komşu komşu! Hu hu!
Kepçen nerede?
Çayda.
Çay nerede?
İnek içti.
İnek nerede?
Dağa kaçtı.
Dağ nerede?
Altıncılarda.
Ha iyi o zaman…
.
Bizim Sarıçay mı?
Bir türlü ıslah olmadı.
.
Sonra?
.
“Köprüyü biz yapacağız” diye çıktılar.
Yapın kardeşim, elinizden tutan mı var?
“20 senedir neredesiniz?” diye soran mı var?
Yapın, aha Çay orada.
.
Belediye Başkanı ile yaz başında yaptığım canlı yayında sormuştum:
“Sarıçay Köprüsü ne aşamada?”
.
Cevabı şu olmuştu:
“Balıkesir DSİ Bölge Müdürlüğüne gittik ve bize ‘bu sene yatırım programına alacaklarını’ söylediler…”
.
Nihayet 20 sene sonra yatırıma alınmış.
Ama şu anda bir çalışma başlamadı, bekliyoruz…
Haberlere göre ekim ayında ihalesi yapılacakmış.
Haydi, inşallah, bekliyoruz…
***
TABANLARI YAĞLAMAK
“Uzak bir yere yürüyerek gitmek için bütün gücünü toplayıp yola koyulmak, bir yerden koşarak uzaklaşmak.”
Açıklaması böyle.
.
Tabanları yağlamak deyimi sosyal medyada çıktı karşıma.
İlginç bir hikâyesi var.
.
Önce fıkrasını yazayım, sonra da deyimin hikâyesini.
.
Bir gün Nasreddin Hoca, yağmurlu bir günde evinin balkonunda oturmuş gelen geçenleri seyrediyormuş, herkes yağan yağmurdan kaçıyormuş haliyle.
Bu koşuşturanların arasında Hoca’nın tanıdığı yaşlı başlı, aksakallı, cüppesiyle yağmurdan kaçan bir adam da varmış.
Hoca adama oturduğu yerden seslenmiş:
-“Çoluk çocuğun koşmasına şaşırmadım da senin şu saçın ve sakalınla Allah’ın rahmetinden kaçtığını biraz tuhaf karşıladım” diyerek sitem etmiş.
Zavallı adam neye uğradığını şaşırmış ve yürüyerek evine sırılsıklam gitmek zorunda kalmış.
Bir başka yağmurlu günde ise bunun tam tersi olmuş.
Daha önce yağmurdan sırılsıklam olan yaşlı adam evinin penceresine oturmuş, yağmuru ve yağmurdan kaçan insanları seyrederken bir ara paçalarını sıvayıp yağmurdan kaçan Hoca’yı görmüş:
-“Bu ne hâl Hoca? Ele verirsin talkını, kendin yutarsın salkımı, hayırdır” demiş.
Hoca bu, hiç altta kalır mı?
Hemen cevabı yapıştırmış:
-“Ben senin gibi yağmurdan kaçmıyorum ki. Allah’ın rahmetini çiğnememek için tabanları yağlıyorum.”
.
Gelelim deyimin hikâyesine:
.
Eskiden ayakkabı olarak, ham deriden yapılma çarıklar giyilirmiş (ki benim yaşımdakilerin çoğu o döneme yetişmiştir).
Taban ölçülerine göre kesilen ham deri, kenarlarından yine deriden kesilme iplerle büzülüp bağlanırmış.
Çarıklar özellikle yaz aylarında, tozdan topraktan ve sıcaktan dolayı kurur, kuruyunca da sıkılaşıp darlaşırmış.
İşte bu yüzden, arada sırada zeytinyağı veya başka bir yağ ile tabanları yağlanarak yumuşak kalması sağlanırmış.
Özellikle uzun yola çıkacak olanlar bir gün önceden çarık tabanlarını iyice yağlarlarmış.
Yola çıkmak, kaçıp gitmek mânialarında kullanılan bu deyim o günlerden kalmadır.
.
Peki bunun gündemle ne alakası var?
.
“Piyasada yağ kıtlığı olunca acaba uzun yola çıkacaklar mı var?” diye düşündüm de “Bir sorayım” dedim.