“Hayırlı günleriniz olsun. Esnaf okuyucularım için de hayırlı işleriniz olsun” diyerek yazıya giriş yapalım.
Dinimiz ile ilgili gördüğümüz, okuduğumuz haberler içimizi karartıyor.
Zira din adına yapılanları kaldıramıyoruz.
.
1400 yıldır hala “Orucun nasıl bozulduğunu” bilemeyen bir ülke konumundayız.
.
1400 yıldır kutsal kitabımızı anlayamamış bir dünya konumundayız.
.
Her devletin, her milletin kendisine göre “Kur’an” yorumu var.
.
Şeriat, Kur’an hukukudur.
Ama bunu “Kendisine göre” yorumlayıp uygulayan bir dolu İslam devleti var.
.
İran Şeriatı,
Suudi Arabistan Şeriatı,
Afganistan veya Yemen gibi ülkelerin kendisine göre uyarlanmış Şeriat yönetim şekilleri var.
.
Ülkemizde de zaman zaman sokaklarda “Şeriat” diye bağıranların hangi Şeriattan bahsettikleri meçhul.
.
“Komşusu açken tok yatan bizden değildir” diyen bir din mi?
Yoksa “Eşinizi dövünüz” diyen zihniyetten mi?
.
İnternetten bulduğum biz yazıda diyor ki:
“Türkiye’de 30 farklı ve etkili tarikat,
800’ün üzerinde medrese var.
225 bin öğrenci ise tarikat yurtlarında kalıyor.”
.
“Bu öğrencilerin çoğu da İran’ın Kum kentinde ve Irak’ın Akre ve Erbil şehrinde eğitim almış hocalar tarafından yetiştiriliyor.”
.
Bu doğru mu?
Bu yazılanlara inanalım mı?
.
Yazı şöyle devam ediyor:
“Tarikat ve cemaatler sadece bugün mü vardı?
Tabii ki hayır.
Selçuklu’yu ve Osmanlı’yı da yıkan tarikatlardı…”
.
Yazıya devam;
“… Peki Atatürk’ün bakış açısı neydi?
Hemen söyleyelim, Büyük Taarruz öncesiydi.
Atatürk Konya civarında askerleri denetliyordu. Denetlemeler sürerken okulları ve medreseleri dolaşıyordu. Ilgın’a geldi. Orada medrese öğrencilerinden biri Atatürk’e askere, yani savaşa gitmek istemediklerini söyledi. Atatürk’ün yanında Sovyet büyükelçisi İ. Aralov ile Azerbaycan büyükelçisi İbrahim Abilov da vardı.
Atatürk sinirlendi;
-“Millet kan içinde yüzerken burada besiye çekilmişsiniz. Askere alınmanız için hemen emir vereceğim” diye cevap verdi.
Ve Sovyet Büyükelçisi Aralof’a dönerek şöyle dedi;
-“Savaş bitince onlarla daha ciddi konuşacağım. Onları mali kaynaklarını ve vakıf gelirlerini keseceğim. Bu vakıflar bu mollaların yaşam kaynağıdır. Dinç, sağlam delikanlıları askerden kaçıran 17.000 medrese var. Bu tam bir kolordu demektir”
.
Yazı devam ediyor;
“Atatürk bu tarikat ve cemaatlere hiç göz yummadı. Savaştan sonra hepsini kapattı. Bu konuda sert ve netti.
Sadece kapatmakla yetinmedi.
O gün bize bu konuda ne yapılması gerektiğini de söyledi.”
.
“Yıl 1921.
Kütahya-Eskişehir muharebeleri günleriydi.
“Mustafa Kemal dinsizdir, Kuvayı Milliye dinsizdir, bunlarla savaşan şehit düşer” yazılı Şeyhülislamın fetvaları Yunan uçakları tarafından Türk cephelerine atılıyordu.
Öte yandan da İngiliz destekli Yunan da batıdan ilerliyordu. İşte Yunan uçaklarından atılan bu fetvalara aldanan 30.122 asker tüfeği ile birlikte cepheden kaçtı. Bunun sonucunda cephe düştü ve Yunanlılar Sakarya kıyılarına kadar ilerledi. Atatürk’ün çok sevdiği Nazım Yarbay da 15 Temmuz 1921 tarihinde şehit oldu. Atatürk ise haberi duyduğunda çok üzüldü. Gözleri doldu.
Nazım Yarbay’ın ölümüne sebep olan irtica ve gericilerle ve ona inanıp ihanet eden kafalar ile ilgili şu sözü söyledi;
“Şu zavallı kafaya bak. Bu çağdışı, dünyaya kapalı, alaturka ilkel kafalar yüzünden bugün bu haldeyiz.
Başka yolu yok, kendimizi yenilemek, ilerlemek, günümüz uygarlığına ayak uydurmak, onlarla eşit duruma gelmek zorundayız.
Ve bunu sağlamak için de bu donmuş, durmuş, uyuşmuş kafaları değiştirmek zorundayız. Yoksa bugün kurtulsak bile yarın yine ayakaltında kalırız. Kurbanlık koça döneriz, yem oluruz. Yine rahat rahat sömürürler.
Bu gün yaptıramadıklarını ilerde de yaptırmaya çalışırlar. Yine bir sürü işbirlikçi bulurlar. Uğrunda birçok çocuğumuz gibi, Nazım’ın da canını verdiği bu büyük mücadele boşa gitmiş olur.”
.
Yazıya devam;
“… Bakın, Avrupa Birliği eski direktörü Dr. Khosra Khazai bu konuda ne diyor;
‘Dini bir rejime sosyalizmle, kapitalizmle, ya da liberalizmle karşı koyamazsınız.
Çünkü İslami rejim içindeki unsurlara karşı, demokratik bir tartışmaya açık olmamalarından ötürü, siyasi araçlarla savaşmanız mümkün değildir’”
.
Atatürk Kastamonu’da yaptığı ikinci konuşmada şunları söylüyor:
“… Efendiler, yaptığımız ve yapmakta olduğumuz inkılâpların amacı, Türkiye Cumhuriyeti halkını tamamen zamana uygun ve bütün anlam ve biçimleri ile medeni bir sosyal toplum durumuna ulaştırmaktır.
İnkılâplarımızın temel ilkesi budur.
Bu gerçeği kabul edemeyen düşünceleri darmadağın etmek elzemdir.
Şimdiye kadar milletin beynini paslandıran, uyuşturan bu anlayışta bulunanlar olmuştur.
Her halde bu anlayışlarda bulunan uydurma şeyler bütünüyle uzaklaştırılacaktır.
Onlar çıkarılmadıkça beyne gerçeklik nurlarını yerleştirmek imkânsızdır…”
.
Türbelerden, yalancı evliyalardan söz ederken: “Ölülerden yardım istemek medeni bir toplum için uygun değildir…”
.
“… Var olan tarikatların amacı kendilerine bağlı olan kimseleri dünyada ve manevi olan hayatta mutluluk sahibi yapmaktan başka ne olabilir?
Bugün ilmin, fennin, bütün kapsamı ile medeniyetin ışığı karşısında filan veya falan şeyhin uyarmasıyla maddi ve manevi mutluluğu arayacak kadar ilkel insanların Türkiye medeni toplumunda varlığını asla kabul etmiyorum…”
.
“… Efendiler ve ey millet! İyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz.
En doğru, en gerçek yol, medeniyet yoludur. Medeniyetin gerektirdiğini yapmak insan olmak için yeterlidir. Tarikat reisleri bu dediğim gerçeği bütün açıklığıyla anlayacak ve kendiliklerinden hemen tekkelerini kapatacak, müritlerinin artık erginliğe ulaştıklarını elbette kabul edeceklerdir…”
.
Devam ediyor konuşmasına;
“… Cumhuriyet Hükümetimizin bir Diyanet İşleri Başkanlığı makamı vardır.
Bu makama bağlı müftü, hatip, imam gibi görevli birçok memurlar bulunmaktadır.
Bu görevli kişilerin ilim, erdem derecesi bellidir. Ancak burada görevli olmayan birçok insanlarda görüyorum ki, aynı kıyafet giyiminde devam etmektedirler.
Bu gibiler içinde çok bilgisiz hatta okuma yazma bilemeyenlerle karşılaştım.
Özellikle bu gibi bilgisizlikler bazı yerlerde halkın temsilcileriymiş gibi onların önüne düşüyorlar. Halkla doğrudan doğruya ilişki kurmaya âdeta bir engel oluşturmak sevdasında bulunuyorlar.
Bu gibilere sormak istiyorum.
‘Bu durum ve yetkiyi kimden, nereden almışlardır?’
Bilindiği gibi milletin temsilcileri seçtikleri milletvekilleri ve onlardan oluşan Türkiye Büyük Millet Meclisi ve meclisin güvenine sahip Cumhuriyet Hükümeti’dir.
Bir de yerel seçilmiş belediye başkanları ve heyetleri vardır.
Millete hatırlatmak isterim ki, bu kayıtsızlığa izin vermek kesinlikle uygun değildir.
Herhalde yetki sahibi olmayan bu gibi kimselerin görevli olan kişilerle aynı kıyafeti taşımalarındaki sakıncayı hükümetin dikkatine sunacağım…”
.
Konuşmasının sonuna doğru şunları anlatıyor:
“… Bir sosyal toplum, bir millet erkek ve kadın denilen iki cins insandan oluşmuştur. Kabul edilebilir mi ki, bir kitlenin bir parçasını yükselttirelim.
Diğerini görmezlikten gelelim de, kitlenin tamamı yükselebilsin?
Olabilir mi ki, bir toplumun yarısı topraklara zincirlerle bağlı kaldıkça diğer kısmı göklere yükselebilsin?
Şüphe yok, yükselme adımları, dediğim gibi iki cins tarafından beraber, arkadaşça atılmak ve yükselme ve yenilenme alanında birlikte aşama kaydetmek gereklidir.
Böyle olursa inkılâp başarılı olur.
Mutlulukla gözle görülmektedir ki, bugünkü hareketimiz gerçek amaca yaklaşmaktadır. Her halde daha korkusuz olmak gerektiği açıktır…”
.
Kısaca Atatürk diyor ki:
“Din bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanının emrine uymakta serbesttir. Biz dine saygı gösteririz. Düşünüşe ve düşünceye karşı değiliz. Biz sade din işlerini, millet ve devlet işleriyle karıştırmamaya çalışıyor, kasıt ve fiile dayanan tutucu hareketlerden sakınıyoruz. Gericilere asla fırsat vermeyeceğiz.”
.
“Laiklik, yalnız din ve dünya işlerinin ayrılması demek değildir. Tüm yurttaşların vicdan, ibadet ve din özgürlüğü demektir.”
.
“Din ve mezhep herkesin vicdanına kalmış bir iştir. Hiç kimse hiçbir kimseyi, ne bir din, ne de bir mezhebi kabul etmeye zorlayabilir. Din ve mezhep hiçbir zaman politika aleti olarak kullanılamaz.”
.
“Laiklik asla dinsizlik olmadığı gibi, sahte dindarlık ve büyücülükle mücadele kapısını açtığı için, gerçek dindarlığın gelişmesi imkânını temin etmiştir. Laikliği dinsizlikle karıştırmak isteyenler, İlerleme ve canlılığın düşmanları ile gözlerinden perde kalkmamış doğu kavimlerinin fanatiklerinden başka kimse olamaz.”
.
“Softa sınıfının din simsarlığına izin verilmemelidir. Dinden maddi menfaat temin edenler. İğrenç kimselerdir. İşte bu duruma karşıyız ve buna müsaade etmiyoruz.”
.
Atatürk diyeceğini te 100 sene önce demiş.
Ne olduğunu,
Ne olacağını söylemiş.
Ona inanıp inanmamak bize kalmış…