Padişahlık çok gerilerde kaldı ama sokak jargonuyla ifade etmek gerekirse, padişahlığın neredeyse alasını yaşıyoruz.

Tam demokratik seçim sistemleri parti tüzüklerine konmadığı sürece, padişahlık daha da büyüyecek hiç çaresi yok. Bundan 12 yıl önce iktidar partisi, seçim meydanlarında devleti küçülteceğini iddia ederken, devletin hantallığını eleştirirken, günümüzde Ankara’nın yetkilerini daha da artırdığını, devlet idaresinde adeta idari bir burjuvazinin oluştuğunu görmekteyiz.
Padişah olmak elbette günün şartları içinde insanın psikolojisini önemli derecede değiştiriyor. Yaşanmış sürecin çok fazla dışında bir sürecin içine giriyor olmalı insan. Hele etrafında çok fazla methiyeci varsa ki, sistem onu gerektiriyor, kullandığı yetkiler az bile geliyordur. Nitekim tarihte bunun çok fazla örnekleri vardır. Yakın akrabalar arasında meydana gelen yönetim rekabeti, çok fazla sayıda akraba katline sahne olmuştur. Kimileri kardeşlerini, kimileri çocuklarını memleketin istikbali adına ama çoğunlukla kurulan tezgâhlar ve yanıltmalar üzerine idam etmişler veya sürgüne göndermişlerdir.
Türkiye demokratik bir ülke. Hem merkezi idare, hem de yerel yönetimler seçimle işbaşına geliyor. Ancak yönetim düzenine, icraata gelince, seçenin değil de seçilenin dedikleri oluyor. Seçimler tamamlandıktan sonra vatandaşa ne olması gerektiği pek sorulmuyor ama neticede adına demokrasi deniyor. Seçilenlerin geri dönmediği sıklıkla vatandaş tarafından da dillendiriliyor. Hatta çoğu zaman bir daha kapımızı çalarsan şöyle yaparız, böyle yaparız gibi ahkâmlar da kesiliyor, seçilenler geldiğinde ise işim düşer hesabıyla kimse sesini çıkaramıyor.
Yönetme psikolojisi oldukça farklıdır. Kamu idaresinde masa sahibi, masanın kıymetini kısa sürede farklı bir boyutta anlamaya başlar ve yaşadığı geçmişi bir kenara bırakıp koltuğun içinde başka bir sürece doğru kaybolur gider. Köyün birinde adamın birini zorla muhtar yapmışlar. Mührü aldıktan sonra köylülere dönüp “daha dün sizin gibi işe yaramaz bir vatandaştım, bugün devlet resmi görevlisiyim” deyivermiş. Köyde bile bu haller oluyorsa, diğer devlet kurumlarında oluşan ruhu anlamak çok zor değildir.
Her gelen yönetim devleti küçülteceğine dair sözler verir. Devletin piyasada ve uygulamada etkinliğini azaltacağını taahhüt eder. Oysa devlet her yeni hükümette büyür de büyür. Yetkileri artar da artar. Devletin büyümesinde ve yetkilerin artmasının altında bürokratların psikolojileri yatmaktadır. Bakanlık sayısı azalması bir yana yardımcıları, müsteşarları, müsteşar yardımcıları, genel müdürler ve daire başkanları artar da artar. Sayısal artış yanında, yetkiler de artar. Çünkü olmayan bir işe atanan yüksek mevki adamına iş lazımdır. Hakkâri’nin bir köyünde yolun üstüne iki adet büz koymak için Ankara’dan izin istenir. Yapılan yazışma ve görüşmelerin zaman boyutunda kaybettirdiği, aynı yola iki defa büz döşer.
Ankara yetkilerini artırmaya çalışırken, taşrada da idareciler sorumlulukları olmadığı için yetkilerini artırmaya çalışır. Yoksa da sıfatını okutur. Bunun altında öyle veya böyle padişahlık ruhu yatar. Hele liyakatten uzaklaşılmış ise, idarecilerin yanına varmak merasim ister. Bunda hiç kimsenin suçu yoktur. Herkes bu yapının paydaşıdır çünkü.