Kadınlar pantolon giyer de erkekler etek giyemez mi? Soru bu.

Giyer, neden giymesin?
Yeter ki iste.
.
Yeter ki kabul et ve için rahat etsin.
.
Ama problem görüntü de.
Ortaya çıkmış kıllı bacaklara kimse bakmak istemez.
.
İskoçlar ve Yunanlılar giyiyor.
.
Onların geleneksel kıyafetleri olabilir.
Ama sokakta giyen yok elbet, genelde törenlerde filan giyiyorlar.
.
Bu arada İskoçların atalarından kalan bu mirasa “Etek” demek büyük saygısızlıkmış.
Asıl adı “Kilt” miş.
.
Bunun için şöyle diyorlar:
“Kilt kilttir, ona etek diyen birçok insan öldürülmüştür…”
.
Allah muhafaza ya Rabbim.
Bir etek uğruna ölmek istemem.
.
Aslında dizlerin altına kadar uzun olan gömlekle başlamış gelenek.
Sonraları “Kilt” olmuş. (Dikkat ettiyseniz ‘Etek’ demedim.)
.
Yunanlılar da kilotlu çorap üzerine etek giyiyorlar.
Bacakları gözükmüyor en azından kabul edilebilir tarafı var.
.
Yönetmenliğini David Leitch’in yaptığı; Sandra Bullock ve Brad Pitt’in başrollerini paylaştığı “Suikast Treni” adlı filmin Berlin Prömiyeri sırasında Brad Pitt kırmızı halıda kahverengi bir eteklikle poz verdi.
.
Bildiğiniz üzere Brad Pitt Truva filminde Achilles’i (Achilleus) (Aşil) oynarken de etek giymişti.
Tahminim hoşuna gitti.
.
Eh, haliyle etek giyme modası aslında yeni değil tabi.
Daha önce de birçok erkek sanatçı etek giymişti.
Şimdi gözler bizim şöhretlerin üzerinde.
Bakalım biz de kim etek giyecek?
.
Bu konu merak edilirken İngiliz havayolu şirketi “Virgin Atlantic” oldukça tartışılacak bir karar imza attı.
“İş yerinde çeşitlilik” politikası kapsamında erkek pilot, hostes ve havalimanı çalışanlarının etek giymesine yeşil ışık yaktı.
.
Buyurun işte, buradan yakın.
.
Etekli erkek host…!
Etekli pilot…
.
O halde erkek hostları işe alırken lütfen bacaklarına da bakın.
Eğri ise, çok kalın ise almayın.
Zira hem para verip, hem kötü bir manzaraya bakmak istemeyenler olabilir.
.
Bizim racon kesenler görse şöyle derdi:
“Anan gibi saç uzatacağına, baban gibi bıyık bırak…” lafını çevirip, “Bacın gibi etek giyeceğine, baban gibi bıyık bırak…”
.
Günümüzde bırakın erkekleri artık din baskısıyla kadınlara bile etek giymeyi fazla görenler var.
.
Geçtiğimiz günlerde etek giyen avukata yapılan mobbing hala hafızalarda.
.
Haber şuydu:
“Şanlıurfa’da çocuk yaşta evliliklerin önüne geçilmesi için bir panel düzenledi. Panele katılan imamlar, konuşmacı avukatın etek boyunun kısa olduğunu belirterek, ‘Sen masanın arkasında anlat, biz din adamıyız’ dediler.”
.
Yahu daha iyi ya.
Siz din adamısınız.
Sen dünyaya “Kalp gözüyle” bakacaksınız.
Sen o kadının eteğini göremezsin ki?
Siz, “İç güzelliğe” bakacaksınız.
Bundan “Tahrik” olduysanız (veya olacaksanız) sizde bir problem var.
Lütfen dinimizi bunlara alet etmeyin…
.
 
AYI RÜSTEM
Bizim kahvede işler şahane, geçimsizlik bahane.
Eskiden pek kimse kahveye uğramazdı.
Ben tek kişi idare ederdim, ama şimdi öyle mi?
Akşamları dolmaya başlayan kahveden insanları, gece 12 de kovalayarak kapatabiliyoruz.
Durum böyle olunca ben çok yoruluyorum.
Aslında kahve yetmez oldu.
Yaz aylarında kapının önüne sandalye, masa çıkarabiliyorduk ama kış gelince içeriye tıkılıyoruz.
Hınca hınç dolu kahvede ben yetemez oldum.
Patrona söyledim, baştan kulak arkası etti.
Bizim patron bu aralar emlakçılığa merak sardığından kahveye uğramıyor, bizimle fazla ilgilenmiyor.
Yabancılar özellikle mal alacağım diye birbiriyle yarışır olmuşlar.
Patron kahvenin yanındaki dükkânı emlak ofisi olarak kullanıyor.
Giren çıkanın haddi hesabı yok.
Evlerin değeri yükselmiş, kiralar uçmuş ama yine de boş kalmıyor.
Durum böyle olunca patron bizimle ilgilenemiyor.
Ama bizim ocakçı da üsteleyince nihayet bir garson almaya karar verdi.
Aradık, taradık, kahveye gelenlere sorduk çalışacak kimse bulmadık.
Yahu bu memlekette meğerse işsiz yokmuş.
Ben işsizlikten yıkılıyor zannettim ama meğer öyle değilmiş.
Ara, ara yok.
Kahvenin camına yazdığımız kocaman kâğıtta: “Garson aranıyor” yazısına ne müracaat eden var, ne uğrayan.
Sadece bir kişi geldi o da yevmiyeyi beğenmedi beyefendi.
Öğleden sonra gelip, akşam 10’da gidecekmiş, ancak bu şartlarda çalışabilirmiş haspam. İstediği para da 500 lira.
Adam patronla konuşurken dövmemek için zor tuttum kendimi.
Sonuçta patron bir tane göçmen buldu.
Genç bir çocuk, zavallım memleketindeki baskıdan kaçıp gelmiş ailesi ile.
Orada da garibanmış zaten.
“İş hak getire” diyor. “Türkiye’den Allah razı olsun, bizi kabul etti de kurtulduk” diyor. “İnşallah düzelince memleket döneceğim” diyor, “Ne de olsa kendi memleketim, suyu zehir olsa içerim ama can derdim var” diyerek ağlıyor.
Acıdım çocuğa.
Tabi Türkçeyi az buçuk bildiğinden pek kolay anlaşamıyoruz ama en azından “çay getir, çay götür” kısmını anlıyor.
Gece o gitmeden evvel sandalyeleri masaların üzerine kapatıyoruz.
Bizim göçmen çocuk ortalığı silip, süpürüp gidiyor.
Kahveyi, sabahleyin de ben açıyorum.
Hemen yedeğin altını yakıyorum.
Kapı önlerini ıslatıp, süpürüyorum.
Masaları, sandalyeleri yerleştiriyorum
Çayı demliyorum.
Kirlenmişse camları siliyorum.
O sıra bizim simitçi Faik geliyor.
Karşılıklı birer çay içiyoruz, bana mahalledeki tüm olayları anlatıyor. Dedikoduları bile ondan öğreniyorum.
Sabahçı müşterilerimiz saat 8’de damlıyorlar zaten. Eline gazetesini alan entel kesim, gelip çay içiyor.
Bunlar genellikle siyaset ya da futbol konuşup ikişer çay içtikten sonra öğleni yaparlar ve kalkıp giderler.
Ta ertesi sabaha kadar gören olmaz.
Onlar gidince oyuncular geliyor.
Aylak takımı yani.
Bizim Göçmen saat 1’de geliyor.
Ocakçımız ise 4’te geliyor.
Ben sabahtan akşama kadar oradayım. Patron bana emanet etti; “Sen buranın sorumlususun, senden bilirim” dedi bana.
Kahve aslında saat 5-6’dan sonra dolmaya başlıyor.
İşten çıkan, yemeğini yiyen doluyor kahveye.
Genelde oyun oynarlar, diğerleri sohbet eder.
Kahve cemaati birbirini tanır.
Yabancı biri geldiğinde tedirgin olurlar.
“Kim bu? Niye geldi? Derdi ne?” gibi sorular peşi sıra gelir.
Hayatın bin türlü hali var.
Elin adamı, hırlı mı, hırsız mı? Bilinmez…
Yabancılara pek ilgi gösterilmediğinden barınamazlar kahvede.
Bazen garibanlar gelir “Çay param yok” der, kapı önünde çayını içirip yollarım. Sabahtan olursa simit alıp yedirip içiririm, Faik simit parası almaz bile.
Bazen okuldan kaçan kızlı-erkekli talebeler gelip, Okey oynamak isterler.
Kızarım onlara, ayaküstü bir nasihat çekerim, çay içirip yollarım okullarına.
Çay parası almam, bizim de okuyana katkımız olsun isterim.
Ben okumadığımdan çok özenirim bunlara.
Eşşoğlular imkân bulmuşlar da bunuyorlar.
Çok kızarım ama belli etmem, gitsin okusunlar, adam olsunlar.
Memleket onlara emanet.
Okul zamanı sırası oyunun değil, her şeyin zamanı var.
İşte böyle bizim haller.
Şimdilik bu kadar, haftaya yine buradayım.
Simitçi Faik’ten çok haber geliyor, hepsini anlatırım size…