Çanakkale’de bu yıl iki önemli açılış vardı. Birincisi 1915 Çanakkale Köprüsü, Diğeri ise Troya ve Assos Tünelleri.
Günde 45 bin araç geçiş garantisi verilen Köprü için ağustos ayında yapılan açıklamada 5 ayda 2 milyondan fazla araç geçtiği açıklanmıştı.
.
Tabi hesap makinesi alimizde.
2 milyonu böldük 150’ye.
Günlük ortalama 13.333 araç yapıyordu.
Kısaca köprüden günde 14 bin gidiş-geliş araç geçmiş yaklaşık.
.
Yani?
Uzaktan Köprüye bakınca öyle gözükmüyor ama neyse.
Doğrudur.
Zamanı gelince raporlardan öğrenilir.
.
Geçtiğimiz günlerde açılan tüneller için de bir açıklama yapıldı.
1 haftada günde ortalama 53 bin aracın gidiş-geliş geçtiği açıklandı.
.
Hemen hesap makinesine gitti elim.
53 bin bölü 7.
Eşittir, 7 bin 571 araç geçmiş.
.
Şimdi ilkokul sorusu:
“Köprüden günde 14 bin geçen araçların yarısı tünellerden geçerse, diğer yarısı olan 7 bini nereye gider?”
.
Tahminim Lapseki girişinde araçları sayan kameralar vardır.
Diyorum ki: “Lapseki’ye günlük araç sayısı açıklansa da tam kadrolu bir hesap yapsak…”
.
Aklıma geldi de “Sorayım” dedim…
***
SİYASET KASIMDA
Dikkat ederseniz son zamanlarda “Siyaset” ile ilgili yazı yazmıyorum.
Bunun, kabul edilen “Dezenformasyon Yasasıyla” bir alakası olmadığını hemen söyleyeyim.
.
Yapılan araştırmalarda okuyucuların artık üçüncü sayfada yayınlanan “Cinayet, trafik kazası, ölüm, yaralama” gibi haberlere pek rağbet etmediği,
Genellikle “Ekonomi ile ilgilendikleri, siyaseti takip ettikleri” meydana çıkmış.
.
Ben bu aralar kenara çekildim bekliyorum.
Seçim yaklaştıkça sizleri siyasi yazılarımla zaten bıktıracağım.
Yapacağım özel televizyon yayınlarımız ve sosyal medya hesaplarımızdaki canlı yayınlara sizleri zaten ekranlara çivileyeceğim.
Şimdiden canınız sıkılmasın diye pek o topa girmiyorum.
.
Zaten önümüzdeki hafta Cumhuriyet kutlamaları ile geçecek.
Siyasete kimse rağbet etmez.
.
Daha sonra Kasımın ilk haftası sizlerle birlikte olamayacağım.
.
Müsaade ederseniz Güneydoğu Anadolu’ya gidiyorum.
Orada seçim nabzı tutacağım ve size taze haberler getireceğim.
Dermişim.
.
Yalan, yalan.
Tur ile geziye gidiyorum.
Ama dediğim gibi ufak ufak nabız tutabilirim.
“Halk seçimler için ne düşünüyor?” şeklinde bir araştırma yapabilirim.
.
Geldikten sonra siyaset yazılarım başlayacak.
.
Röportajlarımda önemli konular ve konuklarla sizlerle olacağım.
Teknik hazırlıklarımız da bitmek üzere.
Ekranlarda da beraber olacağız.
.
Çanakkale’de kim ne düşünüyor?
Siyaset sahnesi nasıl şekillenecek?
Kim nereden nasıl aday olacak?
Partilerin durumları, halkın düşünceleri, siyasetçilerin beklentileri tek tek anlatılacak, yorumlanacak ve tartışılacak...
.
Hepsi Kasım ayında sizlerle olacak, siz sadece sabredin…
***
AYI RÜSTEM
Bizim mahallede olup da olay olmaması mümkün mü?
Geçen hafta zaten polislerden sopa yemekten son anda kurtulduk, bu hafta olayın ta içine düştük.
.
Bildiğiniz üzere kahvede çalışıyorum.
Sabah erkenden açıp, gece yarılarına kadar oradayım.
Etrafı temizle, camları sil, kapı önünü süpür filan.
İşimiz bu.
.
Azıcık iri yarı olduğumuzdan mahallede başı sıkışan, dara düşen beni buluyor.
Aileden gelen “Düşkünü koru” geleneği hala bende devam ediyor.
.
Tabi bu yüzden çok zarar görmedim değil.
Zayıf yönümü keşfedenler beni dolandırdılar.
Cısçıplak bıraktılar.
Hadi hazır param gitti neyse, bir de borca soktular.
Sebep mi?
Kanser olan çocuğuna yetmeyen para için bankadan para çekip verdim, hala onu ödüyorum.
Meğer hastalık kolpaymış.
Yediler beni.
.
Olsun aman, yeter ki sağlığım yerinde olsun, bana yeter.
.
Başımın derde girdiği olay şöyle oldu.
.
Akşam saat 22.00 suları.
Bizim mahalle çocukları çayına okey oynuyorlar.
Yenilen paraları ödeyecek.
Etraf yancı dolu.
Oynayanlardan çok yancı var.
.
Eli azıcık iyi olan veya sayı olarak azıcık arayı açan hemen bana bağırıyor:
“Rüstem çayları tazele. Baka şu yandaki kardeşlere de getir. Öksüz kalmasınlar…!”
.
Kahveci olarak işimize geliyor tabi.
Çay getir,
Çay götür.
.
Çay deyip geçmeyin, tanesi 4 lira.
Bazen 40 çayı buluyor hesap.
Varın siz hesap edin, zira benim hesap kıt biraz.
.
O akşam yine böyle bir muhabbetli akşam.
Okeyciler hızla oynuyor taş derdinde,
Yancılar yan tarafta çay derdinde.
.
Televizyon açık.
Haberlere geçti.
Mersin’de yaşanan “Şarkısını söylemeyen müşteri, şarkıcıyı öldürdü” haberine geldi.
.
O hengame içinde okeycilerden Ahşap Kadir, “Adam haklı” dedi mi?
.
O an anladım pandiz çıkacağını.
“İlla birisi de tersini söyler” dememle kalmadı bizim kavak Feridun,
“Neresi haklı, şarkı bilmedi diye adam mı öldürülür?” demesin mi?
.
Masadakilerin yarısı Kadir’i, diğer yarısı da Feridun’u destekleyince başladı bir kargaşa.
Okey filan unutuldu ağız dalaşı başladı.
.
“Ulan uyuz! Adam bir şarkı istemiş, madem para kazanıyorsun bu işten, madem işin bu söyleyeceksin birader!”
“Gevşek ağızlı! Adam şarkıcı diye binlerce şarkıyı bilecek diye kanun mu var? Herif adam gibi bilmiyorum demiş…”
“Bilecek kardeşim, işi bu!”
“Yahu ne dangalak herifsin, bilmiyor işte. İlla öldürmek mi lazım?”
“Tamam öldürmesi doğru değil kaza olmuştur. Ama bilseydi o da…”
.
Bir karıştı ortalık.
.
Kimin ime vurduğu belli değil.
İt iti ısırıyor resmen.
Kavga büyüdü.
Sandalyeler havada uçuşuyor.
Masalar kırıldı.
.
Benim Usta bir çıktı tezgâhın arkasından.
Gür sesiyle bir bağırdı:
“Kesin ulan geri zekalılar!”
.
Ortalık birden sessizliğe büründü.
Çıt çıkmıyor.
.
“Ulan bana bakın! Adam gibi oynayın oyununuzu, sonra defolun gidin. Her seferinde böyle yapıyorsunuz. Oğlum siz tartışmayı bilmiyor musunuz? Ulan siz dağdan mı geldiniz? Burası şehir ulan şehir! Medeniyet burası! Dağ başı mı? Oturun efendi efendi tartışın. Birbirinizi dinlemeyi öğrenin. Ortaya kanıtlar koyun. Kanunla, kuralla ikna edin… Kavgayla bu iş olur mu? Kim kazanmış ki siz kazanasınız dövüşerek… Ortalığı Dingo’nun ahırına çevirdiniz be! Yazıklar olsun size. Şimdi size ödev veriyorum. Haftaya bir konu bulup iki gruba ayrılarak tartışacaksınız. Ben de göreceğim. Şimdi paraları ödeyin, gözümün önünden kaybolun… Haydi, beş dakika içinde kimse kalmayacak kahvede…”
.
Çay parasını ödeyen ışık hızıyla kayboldu ortalıktan.
Ustanın fırçası işe yaradı.
Zaten yaramasa ne olacak?
Ustadan yiyecekler sopayı.
O yetmezse ben varım zaten.
.
Millet kahveyi boşaltınca etrafı toplamaya başladım.
Kırıkları sobaya doldurdum.
Masaları yerleştirdim.
O sırada içeri “Mahallenin Fışfışçısı” Bozacı Selim geli.
“Bozacılık” yapar ama “Bozuculukta” üzerine yoktur.
Üç kardeşi birbirine üç dakikada düşürür, dördüncü dakikada nefret ettirir.
O kadar hünerlidir yani.
Olaydan haberi yok ama.
İçeri girer girmez arkası dönük ustamın yanına giderek dedi ki:
“Usta! Usta! Duydun mu? Adamın birini şarkı bilmedi diye bıçaklamışlar!”
.
Ustam hışımla Selim’e döndü ve:
“Bana bak Selim zaten sinirlerim burnumda, sana şurada bilmediğin nihavent makamında bir şarkı söyletirim ömrün boyunca unutmazsın. Kaybol ulan!” diye bir bağırdı…
Ben Selim’in hangi aralık kahveden çıktığını görmedim.
Işık hızı dedikleri bu olsa gerek…