Hisardan Kanlıcaya geçiyordum. Yaşlı bir kayıkçı eski ve ağır sandalla akıntıya karşı sürüklenmemek için bütün mütezelzil kuvvetiyle küreklere asılıyor.
(Hüseyin Cahit 1875-1957)
Kayıkçı
Bir sel gibi akan küçük mevcelerle boğuşuyordu. Bu mücadele onu yormuştu. Akşam soğuk ve rutubetli olmakla beraber esvabını çıkardı. Düğmeleri çözük bir gömlekle kaldı. Şimdi bütün bu harap vücutla birleşir. Taab vardı nefesi sıklaşmış yüzü kızarmıştı. Buruşuk bir meşin gibi görünen çehresinde akan terler göğsünün kırçıl kıllarından süzülerek hareketi mücadele ile yanan bedeninde kuruyordu. Bu zavallı insan sandalda rahatça yaşlanmaya kendinde hak bulan mahluku istediği yere götürmek için ufak bir ekmek parası mukabilinde daima uğraşıyordu. Mamafih ben onda yine gıpta edecek bir mazhariyet buldum. Lakırdı söylerken dudaklarının arasından gülen beyaz tamam sağlam dişlerini işaret ederek, baba dedim maşallah dişlerin pek sağlam. O vakit ihtiyarın çehresi bir anafor gibi karıştı. Kendisini bunca seneden beri muhtaç ve zebun şu küreklere mahkum eden nasibi hayatın ruhi siyahı bir insafına tükürür gibi neyleyim dedi. Yiyecek bir şey bulamadıktan sonra!
Falcı
Süleymaniye Camiinin karşısındaki duvar dibine dizilirlerdi. Önlerine kah bir çuval kah bir beyaz bez yayarlar bütün mukadderatı beşere bütün sera iri vücuda vakıf olan bir insanın veakarı gururu ile şüpheli bir ekmek parası beklerlerdi. Önlerinden akıp geçen hamallar nefercikler, taşralılar arada sırada süslü hanımlar beyler onların belki de medekkik nazarları önüne açılmış kaldırım üstünde mazi ve istikbale ait razı hayatın bir parçasını ifşa ederlerdi.
Fakat o nazarlar hata yazı teşrik edilmek lazım gelen kalplerden ziyade maharet kesp etmişti. Onlar kendilerinin vereceği ümit ve tesliyete muhtaç kalpleri tanırlardı. Emin bir itimat ile dolu kalpler kendilerine müracaat edince derhal baklalarını şeytanminarelerini karıştırırlardı. Alın teri kokan bir onlukta titrek bir el ile bunların arasına atılır. Hepsi birden rüşene bir sahifeyi hayat halinde benzin üstüne serpilirdi. Falcı bunları birer birer şerk ederken sözler öyle bir dikkati hürmet hanene ile dinlenir. Cepheler öyle bir tesliyetle mesut olurdu ki bu hakir ufak tefeklerin pek derin pek mühim pek hayat nevaz bir takım hakaayıkı haber verdiğine inanmak lazım gelirdi.
Bir gün belediye çavuşları bu falcıları kandırıyordu. Anadolu’nun saf ve sevgili evlatlarından bir nefer. Arkadaşlarının arasından doğru çavuşun yanına gitti. Falcılara ilişmemesini rica etti. Çavuş hayretle bunlar sizi aldatıyor paralarınızı alıyor deyince;
Ziyanı yok hemşeri dedi paramızı alsın. Bize memleketten haber veriyor ya!
Sayın okurlarım Hüseyin Cahit Fransız edebiyatı eserlerini okumuş ve kendi çabasıyla Fransızcasını kuvvetlendirerek batı dillerinden Türkçeye romanlar çevirmiş daha bir çok özelliğe sahip 2 küçük hikayesini size naklettim. İnşallah memnun kalırsınız.